Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Filmin içinden

Filmin içinden

 Zihin kamçılayıcı türlü okumalar, farklı lezzetler sunuyor; sinema hikâyeleri de… Geçenlerde seyrettiğim bir film (Vivarium) de değişik düşünce yolları açtı ve zevk verdi.

 

Filmin başında, üzerinde yaşadıkları, ağacın dalları kesilince aşağıya düşüp ölen kuş yavrularının görüntüsü vardı. Erkek kahraman umursamazca, kız arkadaşıyla birlikte onları gülünç bir törenle gömüp, din adamlarının mezar başında söyledikleri dualarla da eğlenecektir. Yavru kuşların ölümü ya da sebebiyet vermek; basit, her zaman rastlayacağımız bir vakadır diye geçiştirilecektir.

Böylece yuvasını kaybetmiş, aciz, biçare hayvanların ölümü komikleştirilerek; yönetmence, hadisenin boyutu, bir anlamda acı vurgusu yükseltilir.

Gençler aslında, hayatlarını beraberce geçirecekleri bir ev satın almak niyetindedirler. Girdikleri mekânda, tuhaf bir emlakçı onları karşılar. Israrla, banliyö kasabasındaki, yeni yapılmış evleri tavsiye eder ve görmeye götürür.

Onlar evi gezerken, bir anda kaybolur. Çift, şehre geri dönmek ister, fakat dönüp dolaşıp, esrarlı bir şekilde aynı yere gelirler, 9 numaralı binaya. Her yer âdeta aşılmaz duvardır, bir labirentin içindedirler.

Etrafta kimsecikler yoktur. Benzinleri biter, telefonları işlemez vs. Sonuçta o garip yerde yaşamaya mahkûm edilirler. Üstüne üstlük, sepet içinde acayip bir bebek kapının önüne konur ve bir pusulada ona bakmaları istenir.

Belki yegâne seçenek, mevcut kapanı, sınırları aşmak; başka dünyadan gelen bebeği kabullenmek, sevmeye çalışmaktır. Tek canlı, iletişim kurulacak, muhtemelen kendilerini sağaltacak biricik varlık odur. Teslimiyet, kadere rıza, sabır göstermeleri gerekecektir. Ama bunu bir türlü beceremezler.

Kadın öğretmendir. Ancak, bilginin uygulaması güçtür; insana benzer varlıkla, bir sevgi lisanıyla konuşamaz; öğrenmek için çabalamaz. Yaban yavrulara, kendininmiş gibi bakan bazı hayvanlar kadar uğraşmaz.

Neticede; yalnızca çocuğa değil, birbirlerine karşı da kırıcı davranırlar. Bir aile, yuva kurmayı başaramazlar.

Bütün gazap, isyan; kader, çocuk, muhtemelen Tanrı üzerinedir. Bunalımları, mutsuzlukları birbirini besler, takviye eder ve kısır bir döngüye dönüşür.

Çocuk, onların hoyratlıklarını, hakaretlerinin dilini taklit eder. Mesajlarını, uzun, upuzun ürkütücü bir “İmdat!” çığlığı gibi verir. Zira hep horlanır, düşmanca davranılır. Sevilmez, çektiği ıstıraba önem verilmez. Televizyonda sürekli seyrettiği, dolambaçlı, aynı içinden çıkılmaz çizgilerdir.

Haykırışı, anne babanın sessiz çığlığını bastırır bazen. Fakat kimse birbirini duymaz.

Hatta baba(!) arabaya kilitleyip, öldürmeye yeltenir oğlanı. Anne kurtarır.      Hormonlu çocuk(!) hızla büyüyüp, delikanlı olduğunda; kadın, korkusundan, kerhen ona iyi davrandığını veya katlandığını itiraf eder. Zaten iki lâfının biri; “Ben senin annen değilim’dir”. Kadın, hürriyete kavuşma arzusunu dile getirdiğinde ise; genç yaratık alaycılıkla “şaşkın kadın, burası senin yuvan!” cevabını tekrarlayacaktır.

 Erkek bahçıvandır. Lâkin bütün bahçelerde çiçek, ağaç, kuş hiç bir canlılık emaresi yoktur. Toprak, çim yapaydır. Bulutlar, birbirine eştir, takmadır(!)

 Yemek bile pişirilemez neredeyse. Yiyecekler hazır gelir.

Hiçbir şey yetiştirilemez, yeşile yeşil eklenmez. Büyüyüp gelişen, filizlenen bir şey bulunmaz. Birbirinin kopyası, ne kadar tatsızlaştığını asla tahayyül edemeyeceğiniz fıstıki yeşil, dip dibe evler, keskin rahatsızlık verici hatlar hâkimdir. Çizgi ve ölçülerdeki sertlik, darlık; bariz, tahammülfersa bir baskı meydana getirir.

“Rüzgârın ne kadar harika bir şey olduğunu unutmuşum” der erkek. Küçümsediğimiz nimetler, aslında ne kadar hayatîdir, bilinir.

Mahiyetini bilmediğimiz varlıkların maruz bıraktığı, kontrollü, aşırı, cehennemî hayat sürer gider. Geçen zamanı anlamayız. Çünkü mevsimler hissedilmez.

Zaman, mekân aidiyetlerimizle, faaliyetlerimizle mânâlıdır. Yaşayan ölüler, toprağı, geleceğin meyveli dallarını da kurutur.

Çocuk rüyayı bilmez, ama ebeveyn de karabasan gibi bir hayatta düş görmez.

 …

Emlakçı, evi gezdirirken, “Hatıralarınız, yuvanız olacak” diyerek şirinlik gösteriyordu. Oysa öyle bir mekânda insansız, komşusuz, münasebetiniz bağlarınız olmadan, suni gökyüzü, toprakla; inşa edecek, yerleşecek hatıralarınız da bulunmazdı. Bir başka açıdan; güzel anılar için, biraz da herhalde dost atmosfer, düzgün kalpler lazımdı.

Fıtrata aykırı, anormal bir ortam; insanın karanlık yönlerini de açığa çıkarıp, geliştiriyordu(!) Tabii vasatından koparıldığında, kişiyi neler bekliyordu.

Mesele, kötü bir bakış eseri, sadece kendimizden olmayana, “ötekine” değil; tüm varlığa, doğaya da zalimce davranmamız, reva gördüğümüz muamele, yaptığımız tahribattı.

Kuşların, hayvanların yuvalarını bozuyordunuz. Yaşama alanlarını tüketiyor; üzerlerinde deneyler yapıyordunuz. Sanki sizden de tabiat, ölüme terk ettiğiniz canlılar intikamını alıyordu.

Hâlbuki benzer deneyler şahsımıza uygulanıp, olumsuz şartlarda yaşamaya zorlandığınızda; hayat kâbus oluyordu. Dünyanız; kafeslere, barınaklara tıktığımız hayvanlar gibi, aşılmaz bir hapishane haline geliyordu.

 …

Kurtuluşu bir tünel, belki bir geçit kazmak, bulmak için gayret gösteren erkek, gerçek toprağa bir türlü rastlayamaz. Sunileştikçe, kişinin mayası, öz toprağı da kireçlenip kuruyordu belki… Nihayet, menfi şartlara, yaşadıklarına dayanamaz, son nefesini verir.

Kısa zamanda boy atıp, adam(!) olan çocuk, onu çabucak bir ceset torbasına koyup; babayı vaktiyle kendi kazdığı “kuyuya”, mezara, çöp gibi atıverir.

Delikanlıyı öldürmeye teşebbüs eden, kızgın talihsiz kadını da aynı akıbet beklemektedir. Kimliksiz, saygısız, sevensiz, kimsesiz ve inançsız fırlatılmak çukura…

Sonra izler örtülür, ev yeni sahipleri için hazırlanır.

Eşim, farklı bir yaklaşım getirdi filme, hoşuma gitti. Genç yaratık, kendi ellerimizle besleyip, büyüttüğümüz, aslî tabiatımıza, ruhumuza yabancı, terbiye edilmesi icap eden Egomuzdu. Ve güzelliklerimizi, ömrümüzü heba ediyor, bizi eksiltip, gömüyordu.

Sıkıcı, yeknesak gibi gözüken film; aslında çok şey anlatıyor, özlü mesajlar veriyordu. Tıpkı dünya hayatı gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR