Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bir Hanmış Bu Dünya

Bir Hanmış Bu Dünya

“Fatih” isimli genç arkadaşım, bu hafta köşemin konuğu. İçli yazısını severek okuyacaksınız:

“İnanıyorum ki bu çağda “maddi kaygı” insan özgürlüğünü kısıtlayan en önemli faktör. Normal şartlar altında geçim için para kazanma meselesi günün belli bir süresinin ve emeğin verilerek/ kiralanarak/ satılarak elde edilmek şeklinde olmalı diye biliyordum. Ama çoğu kişinin “kapitalizm” dediği sistem ancak benim insan manyaklığı olarak adlandırdığım şey nedeni ile maddi kaygı için edilen kavga bir yaşam savaşına dönüştü bu devirde.

Akşam haberlerini izleyerek sinirlerimin zirve yaptığı saatlerde para için birbirini kesenleri, kariyer için arkadaşlarını hiç düşünmeden harcayanları, iş hayatında yükselmek için diğer insanları ciddi ciddi can düşmanı gibi görüp işe giderken adeta savaşa gider gibi hazırlanan hakiki psikolojik sıkıntılı kişileri gördükçe ne kendime, ne dürüstlüğe, ne insanlığa inancım kalmadı artık. Biliyorum; fazlası ile karamsar bir tablo çiziyorum bu söylediklerimle ama bunu okuyan kişiye söylüyorum:

Elini vicdanına koy ve tarafsız bir şekilde söylediklerimi düşün ve haksız isem söyle.

Eğer bugün yaşandığı iddia edilen şey maddi sıkıntı ise çocukluğumda kelimenin tam anlamı ile “yokluk” mevcuttu. Muz meyvesini senede bir defa görürdük ailecek. Sobalı evde otururduk ve evde sadece bir odanın sobası yanardı. Çocukken alınan ayakkabı kalitesiz kösele ise baya iyi kalite olarak algılanırdı zira çocukken alınan standart ayakkabı lastik ayakkabı idi. Seksenli yıllarda doğanlar onun o güzel(!) kokusunu muhtemelen çok iyi hatırlar.

Market denen şey zenginlerin alışveriş yaptığı bir yer olarak kabul edilir gıda alışverişi pazardan yapılır ve orada da özellikle ucuz saatler beklenirdi. Öğrencilik zor idi. Sınıflarda kalorifer olmadığı için sınıfta Tınal yakılır ve biz öğrenciler özellikle ilkokulda çok üşüdüğümüz için onun etrafına yakın olmak için çabalardık, kaldı ki zaten karla kaplı yolda okula gelene kadar kaliteli(!) botumuzun içinde ayaklarımız ıslanır ve bazı arkadaşlarımız okula gelir gelmez hemen çorabını kurutmaya çalışırdı.

Bunları anlatmamın nedeni bu durumla ilgili bir sıkıntım/ şikâyetimin olması değil, aksine başka bir hasreti belirtmektir. Çünkü bütün bu sıkıntılara rağmen bugünlerde kesinlikle görmediğim bir şey vardı: Mutluluk. İnsanlar mutlu idi. Herkes çabasını gösterir, evi geçindirmek için deli gibi çalışır ama akşam eve geldiği zaman huzurlu olurdu. “Sağlık yerinde olsun yeter!” denirdi.

Sonra ne oldu? Biz hangi aşamada delirdik? Seksenlerde doğan biri olarak bana elimde bir araba olmasına rağmen “keşke otomatik vitesli arabam olsa” deliliği/hırsı ne zaman geldi?

Evde bütün aile tek bir sininin etrafında toplanıp tek bir kaptan yemek yerken hangi ara modern olup ayrı tabaklarda yemeye başladık? Kardeşler evde aynı odada yatarken ne zaman aynı odada kalmak eziyet gibi gelmeye başladı bize?

Kimseyi kesinlikle suçlamıyorum ama anlamıyorum. Çünkü bu saçmalıkların dozu günbegün daha da arttı ve sonunda bugün içinde bulunduğumuz hırs temelli savaş başladı ve bu savaşta vicdan, adalet, kanaat duyularımız tükenme noktasına geldi.

Amerikan filmlerinde izlediğimiz ve çok şaşırıp kınadığımız hırs patlamasını artık kendimiz yaşıyoruz. Bir Konyalı olarak babam ve onun neslinin diline pelesenk olan dua geliyor aklıma aralıksız olarak: Allah sonumuzu hayr eylesin.”

“Bir sabah uyanıyorum. Mis gibi bahar kokusu geliyor pencereden. Tanıdık bir yerdeyim. Burası benim büyüdüğüm ev. 1958’de yapılan kerpiçten mamul evimiz. Annem sesleniyor. “Gahvaltı hazır!” Kalkıyorum. Babam yüzümü yıkamamı söylüyor. Bi dakka..babam...Müsade et, adama biraz bakayım, çok özledim. Ona “ baba sana çok ihtiyacım var; sen gittiğinden beri neler yaşadım bir bilsen” deyip uzun uzun anlatmak istiyorum. Ama konuşamıyorum.

Çok ilginç bir his..bir yandan mutluluktan ölüp her anın tadını hissederken diğer yandan rüyaya benzer birşeyin içinde olduğumu anlıyor ve üzülüyorum. Evin kokusu, babamın yüzü, o inanılmaz bahar sabahının güzelliği, kuş sesleri, ama hepsinden önemlisi insanların samimi olduğu, mutluluğun var olduğu o dönem. Bir yandan anlamakta zorluk çekerken diğer yandan kendi kendime durmadan anın tadını çıkarma talimatını verip duruyorum. Bir an aklıma deliriyor muyum acaba sorusu geliyor.

Hayatımın geçtiği yerler elimden gidiyor. Gençlik yıllarımın en önemli mekânı gençlik merkezinin olduğu stadyum yıkıldı, park olması için. Kişiliğimin oluşumundaki en etkili faktörlerden biri olan ev yıkıldı, daha modern ve daha beton apartmanlar yapılması için.

Neyse ki eğitim anılarım hala sağ, mesela lise tarihi bir mekân. Sanırım o yüzden yıkmıyorlar. Neyse ki beynimi ve onun içindekileri yıkma teknolojisi yok. Şimdilik. Gerçi onu da tamir amacı ile iki defa oydular ama olsun, çalışıyor hala. Bir kapısından girdim, diğer kapısından çıkmak için sıramı bekliyorum sadece. Bir hanmış bu dünya. Boş bir han.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR