Ayağa Kaldırma Bakanlığı
Bay Bakan demiş ki: “Suriye’yi ayağa kaldıracağız.” Dedim ki kendi kendime: “İşte bu! Nihayet biri ‘bir yerleri’ kaldırıyor! Ama yanlış yer! Suriye’yi ayağa kaldıracağız, peki biz? Biz bu arada neredeyiz?
Çökmüş bir sandalyenin üstünde, ayağı kırık bir masada, başını yastığa koyarken bile elektrik faturasını düşünen bir halkız. Ekonomik veriler her ay bizden hızlı koşuyor ama biz hâlâ istikrarla aynı yerde duruyoruz. Çünkü biz mütevazı bir halkız; kimsenin ayağının altına basmayız, ama ne hikmetse herkes bizi basamak olarak kullanıyor.
Suriye’yi ayağa kaldırmak güzel fikir. Hele ki biz oturmuşken. Hatta yatar pozisyondayken. Hayır, Suriye kalkınca bize yer verecekse sorun yok… Ama görünen o ki onlar ayağa kalkınca, biz başkalarını kaldırmaya çalışacağız. Meğer ayağa kaldırmak birilerini değil, bir şeyleri eğmek demekmiş.
Ülkede gençlerin %80’i hayal kurmuyor, %20’si ise sadece “nasıl giderim” hayali kuruyor. Bu da demek oluyor ki biz, “gidenlerin ülkesi” olmuşuz. O yüzden artık yurtdışı çıkış harcı değil, “veda harcı” alınmalı bence. Çünkü dönen pek yok.
Ama Suriye’yi ayağa kaldıracağız… Anlaşılan bizim evdeki musluğu tamir edemeyen usta, komşunun çatısını onarmaya gitmiş. Belki de çatı sağlam, ama manzara daha güzel.
Şimdi bazılarınız diyecek ki: “Kardeşim insanlık, komşuluk, vicdan!” Eyvallah. Biz o konuda zaten Nobel’lik bir milletiz. Deprem olur, biz koşarız. Yangın çıkar, biz kovayı kaptığımız gibi gideriz. Ama ne zaman kendi evimiz yanar… hortum başka bir eve uzanır. Sitem etmiyorum aslında, sadece biraz soruyorum. Mesela, biz ne zaman ayağa kalkacağız? Yani öyle geçici asgari zamla değil, gerçek anlamda. Başımız dik, karnımız tok, gençler umutlu, yaşlılar güvende… Öyle bir ayağa kalkmak istiyoruz.
Çünkü yıllardır birileri kalkıyor; ama biz hep oturuyoruz. Üstelik artık minder de yok, yere oturuyoruz. Belki de bizim kalkmamız için önce “kalkınma” lazım. Ama o da sadece bakanlık ismi olarak kaldı. Kalkınma Bakanlığı var ama kaldırdığı bir tek tabela. Gerçi o da kaldırıldı ne hikmetse. Acaba ismi mi beğenilmedi!
Şimdi tüm bunları yazarken aklıma bir sahne geldi: Bir tiyatro oyununda herkes rolünü unutmuş ama perde yine açılıyor. Birisi sahneye çıkıp “Suriye’yi ayağa kaldıracağız” diyor. Salon sessiz. Çünkü seyirci, oyun biteli çok olmuşken hâlâ bilet parası ödüyor.
Velhasıl…
Bize düşen, en azından kafamızı kaldırmak. Belki ayağa kalkamayız ama başımızı eğmeyiz. Çünkü biz, başımız dik yaşarız… Ya da en azından yaşadığımızı sanırız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.