Hüzeyme Yeşim Koçak
Doğu Türkistan’dan Mezalim Sayfaları
Çin hükümeti 2014 yılında Sincan’da gerçekleşen bir dizi saldırıdan sonra özellikle Müslüman Uygur Türkleri ve Kazaklar olmak üzere azınlıkların tutulması için çok sayıda toplama kampı kurdu. Bir devlet memuru ve okul müdiresi olan Kazak uyruklu Sayragul Sauytbay da 2017 yılında kendini baskıcı Çin sorgulama sisteminin pençesinde buldu, defalarca sorguya çekildi ve sonunda ‘eğitim kampı’ adı verilen toplama kamplarından birine öğretmen olarak yerleştirildi”. (Sayragul Sauytbay, Alexandra Cavelius, BAŞ TANIK (Doğu Türkistanlı bir kadının Çin’in toplama kamplarından kaçışı), Pegasus, 2022, arka kapak yazısından)
Sayragul Hanım akla hayale gelmeyecek faciaların yer aldığı kitabında, “arkadaşlık kampanyasından, Çinlilerle kurulan dostane(!) ilişkilerden” de söz eder “Çinliler, yerli kadınlarla bir süre kalırlar ve her türlü hareketi hakareti yapmakta serbesttirler. İnternette Çinlilerin kadınlarımızla kol kola görüntüleri yer almaktadır”, “bazıları çıplak vücutlarına üstünkörü yorgan çekilmiş vaziyette yanyana yatakta yatıyorlar. Kazak akrabaları bu fotoğrafları gördüğünde bazı kadınlar utançtan kendi hayatlarına son verdiler(s. 174)
Bir diğer hadisede bir Çinli, sekiz gün boyunca dede ve on altı yaşındaki torunun da dâhil olduğu Müslüman ailenin yanında kalmış. Daha sonra Çinli uygunsuz teklifini bildirmiş. Dede ‘Misafir olarak buna hakkın var ama önce sana dışarda en iyi atımı göstermek isterim’ demiş. Diğer kazaklar gibi bu yaşlı adam da iyi bir at binicisiymiş. Hızlıca atın üstüne çıkıp halatını hayvan yakalama ipi gibi Çinlinin boynuna dolayıp atına vurmuş.
Bunun üzerine at koşmaya başlamış ve adam arkasından ölene kadar kumda zımparalanmış. Ceza olarak yalnızca adam değil tüm aile ceza kampına götürülmüş.
Bu menfur arkadaşlık kampanyasına Yazar da maruz kalmış: “Kampanya, Çinli katılımcıların Müslüman misafirin hangi sorumlulukları yerine getirdiğine dair her gün form doldurmalarını zorunlu kılıyordu. Boş bırakılan ‘Birlikte kahvaltı, birlikte öğle yemeği…’ gibi sütunlara sahip bu kâğıt masanın üzerinde duruyordu. Sayragul bunu imzalar. Sonra meşum bir sondan kurtulmak için Çinliye şu teklifte bulunur:
“Sana ne kadar para ödemem gerekiyor”. “ Sana her gün para ödeyeceğim. Gece yarısı gizlice evini terk edip kendi evime gideceğim. Beni kimsenin görmemesi için arka çıkışı kullanacağım, ayın sabah güneş doğmadan geri geleceğim.” Domuz yer gibi gözükürken delil olarak fotoğrafı çekilir. Evin bütün temizlik işlerini, angaryalarını yapar. Sonunda bu işten kurtulur. Fakat kim istismar edildiğini söylerse kızlardan, kampa gönderiliyordu. “Ayrıca kültürümüz tecavüz hakkında konuşmayı yasaklıyordu.”
“Bir ay sonra ‘arkadaşlık’ kampanyasının kuralları sıkılaştı. Resmi makamlar Kazakların çoğunun yabancıların yatağında yatmamak için rüşvet ödediklerini anlamıştı. Son deliği de tıkayabilmek için kontrolcüler gece yarısı Çinli aileyi arayarak Kazak misafiri telefona çağırıyorlardı. Ayrıca memurların her yerde kişinin konumunu tespit edebilmeleri için herkesin cep telefonunu yanında bulundurması gerekiyordu. Üstelik üniformalılar evlere giriyor hangi Kazak, yabancının yatağında yatmıyorsa onun başına siyah çuval geçiriliyordu. Bu katı kurallar 2017 Ekiminde yürüklükte olmadığı için şanslıydım( s. 179-181)
Ortadan kaybolan Doğu Türkistanların bir akıbeti de şunu içeriyordu:
“…Çinin gönüllü bağışçılar ve idam edilenlerin sayısından çok daha fazla organ nakli yaptığı biliniyordu. Çin Sağlık Bakanı Huangh Jiefu daha sonra, 2009 yılında Pekin’in ‘nakillerin yaklaşık üçte ikisini idam mahkûmlarından aldığını’ açıkça itiraf etti. Çin’deki çok kârlı olan organ ticareti, karaborsacı suçlular tarafından değil, ÇKP’nin kendisi tarafından yürütülmektedir (S. 57)
“…Urumçi’de yoldan geçenler biri Kazak diğeri Uygur olan iki kız öğrencinin, katilin öylece ortaklıkta bıraktığı kesilmiş bedenlerini bulmuşlardı. ÇKP için biz kimdik? Bu, kimsenin sesli sormaya cesaret edemediği soruydu, çünkü kimse gelecek cevaba katlanamazdı” (S. 146)
Uygurlar, yönetimin aralıksız uyguladığı sertlik ve haksızlığa karşı bir miting tertipler. Aralarına Uygur kıyafeti giymiş Çinli askerler de karışır ve meydanı karıştırırlar, neticede “büyük bir temizlik operasyonuna girişilir.” Uygurların cesetleri ailelerine hiçbir zaman gösterilmez, yetkililer konuşmaz.
Bu kanlı olaylardan sonra, Çinlilerin çalışmak istemediği bir krematoryumda işe giren Dungan Çinlisi bir kız, gözyaşlarıyla daha sonraki gelişmeleri anlatır:
“Ayaklanma olduğu gece askerler askeri kamyonlarla hadsiz hesapsız insan parçalarını krematoryuma getirmişler ve çöp yığını gibi yere atmışlardı. ‘Ölülerin arasında hâlâ yaşayanlar, ‘Yardım!’ diye inleyenler vardı”. “Yaşayan insanlar fırına atılmıştı.” (S. 119)
Sayragul’ün eline tutuşturulan talimatlar; devletin üç adımdan oluşan kanlı ve şeytanî planını, “planlanmış bir katliamı” içeriyordu(s. 226)
“İlk adım, 2024’ten 2025’e kadar: Sincan’da buna hazır olanların asimilasyonunu, hazır olmayanların yok edilmesinin icra edilmesi.
İkinci adım: 2025’ten 2035’e kadar: Çin’deki asimilasyon tamamlandıktan sonra, bunu komşu ülkelerin işgali takip edecek.( ‘Yeni İpek Yolu’) ve cömert kredilerin verilmesi gibi yollarla Kırgızistan, Kazakistan veya Özbekistan'ın yavaşça ele geçirilmesi. Ekonomik olarak silkelenen ülkelerin Pekin’e karşı yüksek meblağda borçlanması gerekiyordu. Çin ’in bu ülkeler üzerindeki politikasına yol açmak için, giderek daha faza Çinli oraya yerleşecek ve vatandaşlık alacaktı, fabrikalar kuracak ama aynı zamanda medya kurumları, yayınevleri, televizyon kanallarına da yatırım yapacaktı. Pekin devlet sırlarını toplamak işçin muhbirlerini ve casuslarını yabancı ülkelere yollamaya devam edecekti.
Üçüncü Adım: 2035’ten 2055’e kadar: Çin rüyasını gerçekleştirdikten sonra, bunu Avrupa’nın ele geçirilmesi takip edecekti (s. 227)
***
Cansu Nar, “Kayıp bir nesil; Doğu Türkistan Çocuklarından” söz ediyor. (Halis Özdemir, Doğu Türkistan’ın Duyulmayan feryadı, SOYKIRIMIN TANIKLARI, Komünist Çin’in Bilinmeyen Yüzü, Aktaş Yayıncılık,2022)
“…2020 yılının sonun kadar Doğu Türkistan’daki tüm çocukların toplanılması kararı alındı ve ivedilikle yetimhanelere yerleştirildiler. 2020’nin sonunda Müslüman Uygur çocuklarının hepsi toplanmış olacak. Çocukların hepsi kayıp(…) Organ ticareti ve çocuk pornografisinde ana hedef olarak çocuklar var. Araştırmalara göre pornografilerde bulunan çocukların büyük bir kısmı çekik gözlü Asyalı çocuklar. Ve Asya kıtası çocuk istismarı, istismar görüntülerinin dünyaya pazarlanması konusunda merkez konumda. Çocuklar buralarda kullanılıyor olabilir. Çin helal sertifikalı organ pazarı sunuyor dünyaya ve her yıl çok sayıda organ nakli ameliyatı yapılıyor. Kozmetik sektörü için en kaliteli ve etkili ürün, insanlardan elde edilmiş hücreler!.. Çin, dünya pazarında her sektörde ilk üç sırada yer alıyor. Bunu nasıl yapabiliyor, nereden geliyor hammadde kaynağı? Müslüman Uygur, Kırgız, Kazak kadınlarının zorla kürtajla yaptırılarak doğmamış bebekleri alınıyor.” ( Soykırımın Tanıkları, S.147)
“Terörist ”diye tutuklanan, Kamp Mağduru Gulbahar Jalilova dehşet günlerinin şahitlerindendi:
“…Kampa attılar kampta on dört yaşından seksen yaşına kadınlarla kaldım: Kampta genç kızların başlarına siyah bir şey geçirip götürüyorlardı. Götürdükleri kızlardan geri getirmedikleri oluyordu. Biz onları nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Kızların çoğu döndüklerinde akıllarını yitirmiş oluyordu(…) Hamile olanların çocukları doğunca çocuğu alıyorlardı nereye götürüyorlardı; bilmiyoruz. Doğum yapan kadınların sütleri dışarıya akıyordu, çoğu deliriyorlardı. Kızlara, kadınlara tecavüz gündelik işlerdendi.” (Soykırımın Tanıkları, S. 21)
***
Türkiye’ye göç edebildikten sonra; 1997’de vatanını, akrabalarını ziyaret için Doğu Türkistan’a giden Elanur Türkoğlu anlatıyor. Teyzesinin kızı doktor olmuştur, onu görmek için hastaneye gider. Görevliler onu hastane yakınından uzaklaştırmak isterler. Gizlice kuzeninin çıkışını bekler. Gördüğü manzaraysa akla sığmaz, korkunçtur:
“Bir saat içerisinde neredeyse 9-10 genç kadının karınlarını tutup renkleri sapsarı kesilmiş halde ve bacaklarından sızan kana aldırış etmeden hastaneden çıktığına şahit oldum.” Hastane dışında bekleyen yakınları, kadınları at ve eşek arabasına koyup götürmüştü. “Bazıları kendi başlarına evlerinin yolunu tutarken pijamalarının paçasından kanlar akıyordu”(…) Aklıma gelen şeyin gerçek olmasından korkuyordum. Onu, iki bileğinden sıkı sıkı kavrayıp tuttum; ne doktoru olduğunu ve o hastanede ne iş yaptığını sordum. O, bir süre bana yaşlı gözlerle boş boş baktıktan sonra boynuma sarıldı. Sesini kontrol etmeye çalışarak ağlıyordu: ‘Abla ben kasaplık yapıyorum! Kasaplık… Anlıyor musun, ben insan kasabıyım! Ben, o gördüğün gencecik annelerin karınlarını kesip bebeklerini alıyorum. Onlarca bebeğin katiliyim ben! Bunu yapmaya mecburum. Kendim için, ailem için, herkes ve her şey için ben bunları yapmaya mecburum. Benim içimde bulunduğum durumu sen bilemezsin, anlayamazsın abla. Ben ruhsuz, vicdansız, merhametsiz bir Müslümanım. Siz iyi ki gitmişsiniz buralardan. Ah! İmkânım olsa bir saniye bile durmam.” (Nurala Göktürk, TANRI DAĞLARINDAN ERCİYES’İN ETEKLERİNE Göç Hikâyeleri, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 2023, S. 321-322)
***
Yorumu size bırakıyorum. Bu alıntı da Murat Yılmaz’ın “DOĞU TÜRKİSTAN’DA TOPLAMA KAMPLARI Adım Adım Soykırım” Kitabından:
“ Bir kuşak Bir Yol Projesi İslâm dünyasının sessizliğinin önemli sebeblerinden biridir. Toprakları, limanları, rafine ve fabrikaları adım adım Çin’e satılan ve bu şekilde ipotek altına alınan İslâm dünyası, bugün meseleye iktisadi fayda çerçevesinden baksa da yakın zamanda daha da belirginleşecek Çin işgalini gözden kaçırmaktadır.
Türkiye de bu konuda tehdit altında olan ülkelerden biridir. 2018 yılı Haziran ayı itibarıyla 1.000’den fazla Çin şirketinin kurulduğu belirtilen Türkiye’ de, Çinliler diğer yabancılar gibi 250.000 dolarlık konut alımları karşılığında vatandaşlık alabilmekte hatta bazı iddialarda belirtildiği üzere, daha az bedelle alınan evler vatandaşlık için gerekli olan miktara çekilerek yolsuzluk yapılmaktadır. Çin’in ayrıca yerli firmalar üzerinden alımlar yaptığı da bilinmektedir.” (Doğu Türkistan’da Toplama Kampları, Hafıza Merkezi Yayınları, 2024, S. 187)





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.