Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

ÇALKALAN DUR

ÇALKALAN DUR

Öte taraftan:

A belirliyor: “Çizgiler eğrilebilirdi. Tel Yol niye “Devrim, Din” ya da ezilmiş bir başka yol, dayatma olsundu ki… Seçilmiş yollardan yürümeye mecbur muyduk ya da yaşamdan ille de bir anlam çıkarmaya?”

D biliyor: “Dünya cehennemlerle doluydu. Ötekiler de benzer şikâyetleri fazlaca işitmediği halde (ötekiler kimin umurunda); kendine mahsus cehennemlere düşüp duruyordu. Dünya onları habire imal ediyordu.

“Sen mi yaman, ben mi?” diye gazapla kükredi.

Yakacaktı. Sadece Roma değil, dünyayı ateşlere salacaktı.

İçi yanıyor, görünmez bir duman yükseliyordu, kavruluyordu.

Yol açılıyordu. “Ateş, seni çağırıyordu”. Başka çare yoktu. İtfaiyeci, ateşe benzin dökecekti.

Ateş, ateşi sökerdi. Ateşin ziyası, ancak karanlıklara iyi gelirdi. Küller keyifli, danseder giderdi.

Üzerinde hiç korku, tazyik hissetmez, küçülüverir, sağa sola karışırdı.

O bir yakmalıktı(krematoryumdu); ölüydü aynı zamanda. Ateşle canlanacaktı.”

Akran L: “En küçük bir seste bile âdeta irili ufaklı bir facianın habercisi gibi tetikte duruyor. İşittiği, gördüğü kendi mahiyetini kaybedip, bir musibetin davulcusuna, tellalına dönüşüyor.

Komşunun telefonu, küçük bir bağrışma, elektrik süpürgesinin dev sesi, kahkahalar inkılap ediyor.

Mesele; çevrenin, bağlantıların, eş dostun, çoluk çocuğun beklendiği gibi olmaması değil aile, kalabalıklar içinde de asosyal, anlaşılamamış hissediyor. Belki kendisi, belki yaşananlar hep bir engeli, mâniayı ortaya getiriyor.

Zaten otomatiğe bağlanmış bunalımda. Zevkler tükendi. İlk tanışma, tatma anlarından sonra pörsüyor. Sıkılıveriyor sıvışıyor hemen.

Hızla ortam, renk, nitelik değiştirmeli.

Uzak yakın kötülükler, kıskacına alırdı bazen ve bunların sayısı çoğalırdı. N’etmeli?

Kaptan kaba girmeli. İnsanları, tabiatı, eşyayı silkelemeli.”

Akîl N: “Her şey kuruyor, dağılıyor, çürüyor. Işık örtülüyor, sevgi kararıyor, erdem berhava oluyordu. Her yer soğuk ve ıssızdı. Yalnızlığını alçak, şefkatle kuşatacak bir Kişi bile yoktu. Bazen öyle geliyordu ki, Dünyaya yabancıydı, tabiata, iki ayaklılara. Derhal sınırlar, dikenli çitler çiziveriyordu.

Özene bezene arayıp bulduğu şey: Bulamaç’tı. Yegâne çare, retti. Ayrıca inkâr, kârdı bazen. Toplumsal kabuldü. En azından malûm çevrelerce, itibarınız artardı. Etiketlere, kalıplara, köşe(gen)lere sığınıp da ne yapacaktınız?”

Arkadaş Oo: Reiki, üçüncü gözler, ruhsal keşifler, dağ ve hava yolculukları, şakralar, taklalar, akışlar, sırlı mesajlar, Tibet mabet. Aman bana takdisle bir enerji lütfet.

Ancak kadar çok yerden enerji alıyordu ki körkütük rüm kalıyordu. (Ossunnn, ne ziyanı var)

Modern, şık, Avrupa onaylı, kimi Batı dünyasını da arkasına almış görüşler, fikirler. Çevresiyle uğraştırmaz, şimşekleri çekmez zararsız.

Kararsız, çok kararsız… İçi kay(n)ıyordu. Ommm!”

Rüzgârgülü P: “Yunus’un sözleri şöyle değişiyordu:

Taştın yine deli Benlik!

“Sular gibi çağlar mısın?”

“Allahü Ekber! Allahü Ekber!

Duyamıyorum. Ses yok. Parazit! ParazİİT!

Işıklar kapalı kalsın! Kapalı kalsın!”

Dünya vatandaşı R: “Dünya berbat, sakat. Biliyorum, kötü şeyler olacak. Yarınlarımıza kıyılacak. O zaman çekiver kuyruğunu, bu âlem bitsin. Gerilim üretirsin, depresyonlarda titrersin. Her geçen pis bir günde tezlerini doğrular, desteklersin ve işin en hoşu(!) sen bu yoldan gitmeyi, dehşetle, köpek gibi seversin. Bağlı olduğun hayatın tellerini tek tek, ya da topluca kopartırsın.

“Küçülmek, alçalmak” denilen şey aslında güzeldir, hem neye göre konuşuyoruz? İnsan aslında gizli bir zevk duyar. Seni/ Beni özgür kılar. Ruhun bir yerlerden onay bekler ve alır. Sonra bu şeytani iğvayı(!) ayvayı mütemadiyen talep eder ve özgürlük çıtasını habire yükseltir, gururlanırsın. Dipsiz hürriyetinde bir yüceliş, irtifa imkânı… Ne yani seçme hakkımız yok mu? Zorunlu muyuz sizin ortaçağ felsefenize ram olmaya dersin.

Pislik yapışkandır ama heyecandır, keşfedilmemiştir. Bir sınırı yıktıkça, hududu aştıkça, sanal alkış sesleri çoğalır.

Bir noktadan sonra toplumla müşterek noktalar silinir, kısır bir döngüye girilir. İçinizdeki sesler, şahsiyetler çoğalır, tereddütler, inkıtalar, vesvese denilenler. Esasen bir noktadan sonra ilkler gibi seslerin de önemi kalmaz.

Teslim olursunuz.”

Bayan Y: Bütün tutunduğum dallar çürük, her yer örümcek evi. Görünüşe bakılırsa ben de bir örümceğim ve başka nerede yaşayabilirim???

Kaya, endişeliydi. “Ben’inden hoşnut değildi. Zaman zaman çeşitli kılıklara bürünüyordu. Aynada gördüğüyse, aynı alelâde, sıradan adamdı. Makyaj çare değildi.

Ben’den sıkılıyordu; yumuşak ya da sert bir meyveymiş gibi sıkılıyordu. Posa halinde bir kenara atılıyordu.

Sonra. Aradığın Benliği bulabilmen için hangi kapılardan geçecektin. Dar Kapı, Duvardaki Kapı, Popüler Kapı, Arka Bahçenin kapısı…

Kapıyı açtın ve düştün, çamura bulandın, uçuruma yuvarlandın. Han(g)i Rehber?

Elbette bir rehberler korosu vardı. Çocukluktan getirdikleri, mizacı, ilişkileri, kendi özeli bir tarafa; teknolojik araçlardan, medyadan sırıtıp kırıtanlar, ağlayanlar, kör ruhlara sızanlar. Ortalık kılavuz kaynıyordu, gerçekleri arada kaynıyordu.

Hangi birine kulak vereceğini şaşırdığın fısıltılar, gürültüler. Türlü tesirler, büyü patlaması, sanatlı albeniler, menfi cazibeler…

Ara(ştır)dığı bu evrende değildi.

Neredeydi? Kayıptı, Gaipti, Garipti.”

Adı da, kendi gibi Aydın’dı. Bembeyaz bir sayfaya içini döktü:

“Bir hayalim vardı. Onu kuşatacak bir kimse bulamıyorum. Ya dar geliyor, ya bol, ya da dökülüyor. Yine istikbale, yine geleceğe kalıyor. Yardım gelmiyor.

Masaya oturup, ruhsal krizimi yönetemiyorum.

“Kahraman Ben’im. Neden başkalarına “Kurtarıcı, Kâmil, Kılavuz” gibi paye vereyim, arşa çıkarayım”

Hüküm, teklif, karar, yön gösterme, tavsiye başkasından geldiğinde; azalıyordu. Neticede hükümdar kendisiydi. Darlık, genişlik, açılım da buyruklarına tabiiydi.

Egosunun tasarımları hoştu. Ressam, Boyacı, Avukat, Yazar, Hâkim, çizdiği bir Bilge, Kahraman.

Sorular, sorular.. Hiç biri cevaplanmamış sualler. Evler..evler.. Kapkara bir ‘iç evin’ baskıladığı, dünya evini yaktığı bir mahal. Ben’in Evi.

Bir isyan duygusu daima uyarıyor. En güzel şeyler, hatıralar, aşk renkleri hemen soluyor; bir öfke, küçümseme, hafifletme hissiyle değer, anlam kaybediyor.

Geride devasa boşluklar oluşuyor ve mükerreren bir öfke ayazı, isyan doluyor.

Bayan Zzzz: “Geçmişimiz çöplüktür. Evliliklerin tarihi, devletlerin tarihi çöplüktür. Her şey yaşanır, biter, atılır. Bugün de, nerden bakarsan bak, çöplüğe kalır.”

O Kafa her yönden boy veriyordu. Baş(lık) önemliydi ve yola girmiyordu. Benlik savaşları bütün hızıyla sürüyordu.

Varlık sarhoşluğu başkaydı: “İçmişim başım dönüyor, dönüyor / Dünya durmadan dönüyor dönüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR