Hüzeyme Yeşim Koçak
Tehlikeli Alakalar
Algı operasyonları, ölçüsüzlük, yaşadığımız zemini delen yerinden oynatan şerli depremler, çalkantılar, sürekli sapan yozlaştırılan değer(lendirme)ler.
Cambazlık, hokkabazlık, kuklacılık, gözbağcılık, başka adlar konsa dahi günün mesleği.
Bir tarafta âli hedefler uğruna can verenler; diğer tarafta etrafa gösterecek sağlam yüz bulamayan yüzsüzler, kullanışlı elemanlar âletler veya bazı kuyrukların sevdalısı peşindeki atletler(!)…
Zalimle mazlumun yer değiştirmesi, başa çıkılmayan gaddarın habisin kahramanlaştırılması, er geç yanında saf tutma.
Sanata edebiyata küresel kültüre, sempatik(!) zalimler yerleştiren, makul gösteren cümleler, emperyalistlere selam çakan gerçekleri ters yüz eden görsel yazılar değiniler beğeniler…
Mesela boykot ürünlerinin çoğu raflarda, yüksek katlardan gelen millî giydirimler(!) bindirimler; popüler mafya dizilerine bile, ne hikmetse hangi ihtiyaçtan sevimli Yahudi tacir yerleştirmeleri.
Elbette ırkçı değiliz ama savaş olanca hızıyla sürer, şehitlerin sayısı mütemadiyen artarken, bunlar incitici oluyor, manidar geliyor; çünkü bu tür eklentili hareketlerin, maksatlı gidişlerin hiç arkası kesilmiyor.
İlk defa 2003’de yayınlanmış, Amerika’ya yerleşmiş bir yazarın çoksatar kitabından:
Oğlunu politik görüşleriyle aydınlatan baba, misal şunları söylerdi:
“Bu dünyada gerçek erkeklerin sayısı yalnızca üç, Emir,” derdi. Parmaklarıyla sayardı: atak, kurtarıcı Amerika, Britanya ve İsrail. ‘Gerisi’ -elini şöyle bir sallayıp püff bir ses çıkartırdı- ‘onlar dedikoducu kocakarılardan farksız.”
Babaya göre “İsrail, aklı fikri petrolün kaymağını yemekte olduğu için kendisiyle ilgilenmeye vakit bulamayan Arapların ortasında bir “gerçek erkekler” adasıydı. Alaycı, abartılı bir Arap aksanıyla, ‘İsrail şunu yaptı, İsrail bunu yaptı,’ diye sızlanırdı. ‘Öyleyse bir şeyler yapın kardeşim! Harekete geçin. Madem Arap’sınız, o halde Filistinlilere yardım edin!’
Bunlar satırlarda kalan, kurgu kişiler diyebiliriz; fakat şimdi de kurulmuş şahıslar, hükümetler eliyle, bozulmuş küflenmiş sadırların akılların baskısıyla katliamcı yönetimlerin yanında, uydurma mazeretler çeşitli gerekçelerle yer alanlar, saf tutanlar yok mu?
Mezalimi hoş karşılayan, bilmezden gelen nice kişi dünya deviyle(!), bir bakıma “canavarca muameleleri” metotları, gizli aşikâr harpleri “uluslararası ilişkiler, genel durum” gibi sebeplerle; âdeta hayvani hırsları, iblisleri yüceltenleri sıkça görmüyor muyuz?
Onlar; erkek, kahraman, mazur hatta hep dokunulmaz mağdur; etraflarında âdeta bir kutsallık halesi bulunuyor. Hâlâ Nazileri konuşuyoruz mesela, iyi de kanla yıkanan bugünlere bir türlü gelemedik.
Anne Frank, Filistinli, Doğu Türkistanlı olsaydı, kaç hatıra defteri yazılırdı acaba.
Acı gerçeğin bir yanı, yani Araplar ile bizlerin elîm hataları (onları ister istemez eylemsizliğimiz ve zafiyetlerimizle büyütsek de); İsrail, ABD, İngiltere, Çin gibi haksızlık insanlık dışı muamele yapan haydut devletleri mazur göstermeye aklamaya yeter mi?
Bizim kendi özel sorumluluğumuz bulunuyor; fert olarak da millet olarak da; örgütlü hesaplı kötülükle mücadele etmek durumundayız. Doğulu, dindaş vs. başka milletlerin cürümleri, hataları bizi bağlamaz.
Erkek İsrail’in ve arkasındakilerin şu zamanda neler yaptıklarını, nelere mâl olduklarını görüyoruz.
Oysa modern dünyada tepki olarak, yalnızca halk arasında bazı kitlesel gösteriler, devlet nazarında da kınamalar, geleceğe aslında vakit geçirmeye meseleyi infiali soğutmaya yönelik geçersiz sözler işitiyoruz. Ağlamak yetmiyor.
Göz göre göre açlıktan ölenlerin sayısı artıyor, neticede âdeta seyrediliyor. Başka coğrafyalardaki mesela Doğu Türkistan’daki mezalimi soykırımı hiç konuşmuyoruz bile.
Ticaretler, alışverişler katliam devam ediyor, nutuklar gibi.
“Yürüyüşler çoğalmış, gemiler kalkmış; filanca aktris sanatçı şöyle karşılık vermiş, filanca lider meydan okumuş, lanetlemiş, feşmekanca devlet ileri bir tarihi vererek Filistin’i tanıma yönünde olumlu görüş bildirmiş… Kâfidir tamam, daha ne olsun.
Charles Dickens bir romanında, “Boş Lâf Bürosundan” bahsediyordu. Pandora’nın Kutusunu; günahlarımız ve boş lâkırdı, lâf ü güzafımızla dolduruyoruz herhâlde.
Bir samimiyet, halis niyet testinden geçsek sanırım ekserimiz sınıfta kalırız.
Bilmem ki ne demeli. Devlet ve birey olarak ağırlığımız, şahsiyetimiz üzerinde düşünmeli miyiz?





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.