Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Dil

Dil

“Eşyanın iki yüzü vardır. Birinci yüzü Cenâb-ı Hakk’ın Esmâsına bakar, ona âyinedarlık eder. Bu yüz hadsizdir. İkinci yüzü gaflet perdesi olan, yok olmaya mahkûm yüzdür. Fânî ve zâildir.” (İmam Gazâli)

“Derûni bir yaşayış ve ibadet eşliğinde bütün eşya, mevcudat içine bir aşk ateşi düşürüp tutuşturuyor; onlardan sızan bir ruh, iştirake, tekliğe, aslî düzene davet ediyordu.

Emekli İngilizce öğretmeni; mutfağındaki iki çiçeği, şefkatle, ihtimamla suladı. İlk umre ziyaretinden getirmişti. Birinin adı Hasan, diğerinin ki Hüseyin’di.

“Hz. Fatıma’nın Sandığından”, gül suyu şişesini aldı, biraz üstüne serpip kokladı.

Masanın üstündeki, kavuk şeklindeki lamba, sanki yücelerden, gönlü kırık âşıklardan, zirveyi zorlayan yiğitlerden akseden ışıkla, semavî bir haberin muştucusu olarak, kalpleri yıkıyordu.

Yatak odasından sonra geçtiği salonun başköşesindeki kitaplık; “Şah-ı Nakşibendi’n dolabıydı” mesela.

Dolap da bu söze ve değerlendirmeye itiraz etmiyor, özellikle Ayşen namaza durduğunda, hafif bir sesle inlemeye başlıyordu. Belki üzerinde, Yunus’un dönme dolabından da eser vardı.

Bahçeye inip, ağaçlarıyla anaç, müşfikâne konuştu. Sanki karşısında gönül çelen, tatlı afacanlar vardı. Tembel elmaya azıcık sitem etti, domatesleri taltif.

“Aynı performansı, gelecek senede göstermenizi bekliyoruz Sayın Vişne”

Hepsinin ismi vardı. Bunlar eş dost, akrabanın adlarını taşıdıkları gibi; nuranî Hak yolcularının, kutsal kişilerin de isimleriyle dikilen, neşvünema bulan canlılardı.

Eşya ile barışıktı. Eşya, tanıklık ettiği, ilk anda göze çarpan, basit şeyler değildi. Bu anlamda, nesneleri sanki görmüyor, onlardan gelen maverâ sesini işitiyordu. Esasen tümü İlâhi Kaynağı gösteriyordu, onun eseriydi; Sevgili’nin Sevgilisi veya aşk hülasasına dâirdi. Arkası vardı.

Nesne bahaneydi diğer taraftan. Kutlu isimleri andıkça yükselen bir enerjiyle, kalpte bir s(v)aha açılıyor, bir hareket, güzellik, bereket teşekkül ediyor; bu perde yırtılması, varlığa çaldığı aşk boyası ve seyir “talebeye” aşkın bir lezzet veriyordu.

Şehirler, ilçeler, beldeler oranın yüceleri bilgeleriyle ayrı, özge bir anlam kazanır; o yerden alınıp getirilenler, basit sade bir ikram bile kıymetlenir; hiç içinden çıkılmak istenmeyen bir manevî havanın vasıtaları, zevk ve ilerleme araçları haline dönüştürülürdü.

Sık sık gün bir büyüğün cazibesine kapılırdı. Mesela değişik bir hararet ve tutkuyla Hz. Fatıma’dan, Hz. Meryem’den, Bilâl-i Habeşî’den (R.A.) söz etmeye başlardı.

Sair zamanda farklı erenler lisanındaydı. Yerel büyükler de, ilgi alanındaydı.

Sadece evine her gelene değil, gittiği yerlerdeki insanlara da hiç birini atlamadan, sayıyı hep tutturarak- sabunundan kaşığına, çiçeğinden, içinde mübarek sözler, esma yazılı kâğıtların bulunduğu bardaklara, söz gelişi 100 adet Yasin kitabına, paraya kadar nice hediyeler dökerdi.

Genelde tek bir hediyeyle yetinmezdi. Zemzem niyetiyle pet şişede su dağıtıyorsa yanına, hurmayı da eklerdi.

Teşekkür istemezdi, armağanlar hiçbir zaman kendisine ait değildi, emanetti. Daima, bir Hak nazlısının, insanlık âbidesinin ismiyle takdim edilirdi.

Kutlu tohumların atıldığı arındırıcı sohbetlerden birinde, kendisine Hadim’de hediye edilen ekmekleri, “Benim değil, size Hadimî Hazretlerinin cemilesiymiş.” diyerek yakınlarına vermişti.

Komşusu Neşe Hanım, bir edeb birikiminin heyecanıyla, hediye kanalıyla yansıyan kaçık, aşkın bir sevgiyi selamladı. Anılan, hatırlatılan ulu kişiler âdeta tecessüm ediyor, mânâlar somutlaşıp, içinde yankılanıyordu.

Mesela Hacer’in özel bir duygu kesafetiyle parmağında taşıdığı yüzük, Hz. Ayşe’nin yadigârıydı.

Üzerlerindeki bir giysi ya da aksesuarı; bazı çağrışımlar, canlanan bilgiler, sıra dışı bir bağ yüzünden beğeniyle, daha ziyade gönle yakıştırdıkları bir duyguyla gezdiriyorlardı.

Armağan verdiği insanlar, kimi işaret ettiyse sanki sahiden “O” bağışlamış gibi garip bir sevincin eşliğinde; yüreklerine bir sıcaklık yayıldığını görüyor, mukaddes bir elin gölgesiyle, hoş bir ürperişle tatlı hülyalarla aşka dalıyordu.

Peygamberler, sahabeler, ziyalılar hepsi; Ayşen’in kurduğu dünyaya oturmuş, feyiz saçıyordu.

Ve bütün yeryüzü bu sahipleniş, hisselendiriş ve payelenmeden pay çıkarıyor; zenginlikleriyle sermest, boyunlarını, avuçlaşmış varlıklarını tevekkülle göğe doğru dikiyordu.

İşin garibi Ayşen, o kadar can-ı gönülden, inanarak söylüyor, en basit nesneleri bile yepyeni bir ruh vererek, öyle takdim ediyordu ki; bazıları gülseler de çevresindeki pek çok kişiyi samimiyetiyle, yaşantısındaki görüş bütünlüğü ve nasiplisine s(açılan) aşkla etkilemişti.

Değişmez, kutsal bir bilginin talepkârıydı. Mânâyla iletişimini her vesileyle, her fırsatta sürdürecekti.

Uğurlama, karşılama işlerinde öncülüğü kimseye bırakmazdı.

Yeter ki gelenler, hep oradan bahsetsinler. Yemesin içmesin giymesin, Kâbe’de dolansınlar; Hicaz’la kuşansın, sarıp sarmalansın sevdalansınlar.

Eli kolu daima doluydu. Sema’ya, hacca giderken, Medine’den elbise alması için para vermiş; sırt çantasından, Hak övgüsüyle bahtiyar, taçlı şehirlerde serilip kalmış “güngörmüş seccadelere” kadar, yolcunun yanında götüreceklerini düşünmüştü.

Yemek davetlerini hiç ihmal etmez; kutsal topraklara muhabbetini, hürmetini her fırsatta gösterirdi. Sadakati, vefası, aşk kalitesi şeksiz şüphesiz, delilliydi.

Sema’ya göre, herhalde dünyaları karıştırıyor yahut aslîsinin içinden pek az çıkıyordu.

“Yol üstünde Mekke havası soludum.” diyerek içeri girmişti. Kâbe’nin Dili, mekân ve zamanı eritip bitiriyordu.

Sema, konuğunu muhabbetle süzdü. Ayşen’in lisanı; başka misafirlerden ayrılarak, yüreğini alevlendiriyor, sağaltıyordu.

Ayşen’e elindeki hediye poşetini uzattı: “Sana Resûl’ün selâmı var.”

(Hüzeyme Yeşim Koçak, Hicaz Yaprakları, Akçağ Yayınları, 2014)

***

Not: Yaklaşan Kurban Bayramınızı tebrik eder; hayırlara vesile olmasını, gerçek bayram tatlarına ulaşmanızı temenni ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi