Ayşe Aslı Duruk
Bir Zemin Bulmak
Alışıldık şekilde yalnızca yukarıya bakınca görünen gökyüzü, sağımda, solumda hatta ayaklarımın altında. Bu durum, havada olduğumu anlatıyor bana; bir zeminin üzerinde değil. Bir yere basmıyorum... Öyleyse uçuyor ya da havada süzülüyor olmalıyım. Gökyüzünün içinde. Alışılmadık şekilde.
Asağısı görünmüyor. Yönler de belirsiz gerçi, aşağısı tam olarak hangi taraftaydı? Tersim döndü... Hoş, bu benim çoğu zamanki halim. Bu kısım 'alışıldık şekilde'.
Bir de gökyüzü mavi olurdu, öyle değil mi? Oysa burada bir renk yok. Burayı tasvir ederken renklerden bahsedilemez. Daha çok, karanlık ve aydınlığın birbirleriyle olan oranlarına göre konuşulabilir ve parlak, loş ya da karanlık diye betimlenebilir buralar. Kah bir şimşek çakıyor ve göz alan bir aydınlığa, kah fotonun zerresinden nasiplenmemiş koyu ve yoğun bir karanlığa bulanıyor her yer. Belli olmuyor.
Fakat bir zemin arıyorum hep. Aslında... Buralar güzel, güzel olmasına. Mutluyum hatta. Oysa memnuniyet başka şey. Durumla barışık olmak gibi bir şey. Memnun değilim, buraya ait olmayan etten ve kemikten varlığım illa ki bir zeminin arayışındayken. Topraktan ya da sudan oluşmuş olan bir platform; üzerinde ya da içinde yaşayabileceğim bir kara ya da su parçası beni hoşnut ederdi. Öyle, bir mekan işte sadece. Alan. En azından yönleri tayin edebileceğim kadarıyla. Tersimin dönmeyeceği nispette.
Mutlu olmak ama memnun olmamak, gibi bir şeyden bahsettim bu arada. Biliyorum, anlamsız geldi size. Garibinize gitmiş olmalı bir hayli. Fakat inanın ki birbirinden başka şeylerdir bunlar. Mutluluk, daha çok ruh halini ve duyguları ilgilendiren bir şeyken; memnuniyet, kollarınızla sarıp sarmayalabileceğiniz kadar somutlaşmış, maddi ve bedensel duyulara hitap eden bir şey; bir kavgasızlık ve barışıklık halidir. Nitekim 'gökyüzü' olarak isimlendirdiğim o hava boşluğunda, ruhen açlığını ve eksikliğini hissettiğim birşey yokken, bedensel olarak hissettiğim o zeminsizlik hali ve getirdiği soyutluk hissi; boşluk, açlık ve yoksunluk gibi çağrışımları köpürtüyor gözlerimin yaşında. Mutlu ama hoşnutsuz oluştaki denge, hoşnutsuzluktan yana ağır basıp, bir zemin arayışına doğru itiyor beni; doğamı yaşamaya. Öyle ya, meskenim, etten ve kemikten yapılmış olan bir vücudun içiyken, o bedenin hasta ya da aç oluşu da ruhuma, kanıma, hislerime ve nihayetinde de o mutluluk hissine dokunuyor önünde sonunda. Memnuniyet, mutluluğu hizaya getiriyor; ona söz geçiriyor ve hiyerarşiyi hatırlatıyor. Birbirleriyle dirsek temasındaki anlamlara sahip olsalar da kim kimin kafasına ayağını basarak yükselmişse, söz sahibi de o oluyor. O yüzden bir zemin bulmalıyım. Havada süzülmek her ne kadar güzel olsa da, ayaklarımı basabileceğim bir zemin bulmalıyım.
Nerede olduğunu bilmediğim belirsiz bir mekana doğru attığım adımdaki cesaret-ürkeklik çelişkisi, tüm bu yönsüz ve puslu yazıyla bir anlam bulabilir belki.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.