Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Bekleyişler, Yollar ve Vasıtalar

Bekleyişler, Yollar ve Vasıtalar

Hayat; ömür boyu bekleyişler, bir anlamda ummalar, ümitlerle geçiyor.

Mevsimler, talihin duraklarını, rahmetli yağışları beklemek, hayal(et) karşılaşmalarının beklentisi neticesi.

Uyanışları, eşref saatleri; karşılıklı pazarlıklı dostluk(!) ve arkadaşlıkları. Çıkışları, dalışları, taze sıcak düşleri, kaçınılmaz sonları b(ekleme). Yeryüzünün göbeğinde, yine ve yeniden sevinçler ve elemle dip dibe el ele…

Üstelik isteklerimizi derhal gerçekleştirmek, hız kazanmak, hedeflerimize hemen ulaşmak derdindeyiz.

Sırasında otogarlarda, havalimanlarında, seyahat hazırlıkları sebebiyle beklemek gibisinden alelade işler dahi sıkıntılı olabiliyor.

Aslında sadece dünyevî araçlar değil; beklediğimiz Hızır (zaman, kişi, hadise, kader bağışı, hidayet, şanslı(!) hikâye) bir türlü gelmez yahut arzuladığımız anda tahakkuk etmez.

Neyi dilediğimizi, niçin durduğumuzu bilmediğimiz de çoktur, çünkü şartlar, sevilenler ve biz değişiriz.

Kimi keskin sıkı bağlantılar; yüksek beklentileri ve azaplı bekleyişleri doğurabiliyor, bir başka tahlilde.

Yollar acaba nereye çıkar nihai kertede. Cennet Cehennem bekleyişleri, öte dünya geçişleri vardır inancımızda. Şeytan ve nefis aracılığı, işbirliğinden, ters istikametten dolayı Cehennemde bekletiliriz icabında. Ancak bu ayrı, çileli bir fasıldır ne de olsa.

Esasen beklemediğimiz şeyler daha ziyadedir. Hayatımız bitiyor fakat Ölüm Meleğiyle buluşma zamanı -sanki yok gibi- genellikle ilerilere atılır, öyle düşünülür. Bir türlü sıraya hizaya(!) girmeyiz; toprağa sımsıkı basarız. Vakit geldiğinde de bazen acayip derecede şaşarız, ‘Biz nasıl ölürüz?’

Şule Gürbüz, güzel söylemiş:

Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline gelmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı’nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmez gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘Neyse rüyaymış,’ demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. (Şule Gürbüz, Coşkuyla Ölmek)

***

Bazı bekleyişler ve kavuşmalar, farklarıyla kendilerini hep hatırlatırlar.

Bilgelerin düşleri ve bekleyişleri apayrı. Hz. Şems gibi bir derya nasıl beklenirdi, nasıl bir süreç gerekirdi, ya da Hz. Mevlana.

Besbelli, beklemeler “Aşklı” olursa atmosfer değişiyor:

Unutmak mümkün müydü?

İleri gelen dervişleriyle birlikte onu ziyaret ediyordu...

Mevlânâ’nın saygı değer simasını görünce, üzüntüsü ziyadeleşti. Semavî bir sütten kana kana içtikleri, gönüllere sığamayan o nadide aşk ehli, yataklara serilmiş; bir türlü toparlanamıyordu.

“Allah yakın zamanda şifalar versin, hastalık ahrette derecenizin yükselmesine sebep olur. İnşallah yakın zamanda tam bir sıhhat elde edersiniz, Hazreti Mevlâna âlemlerin canıdır. O, sağlıklı olmaya lâyıktır” diyerek konuştu. İyi dilekte, niyazda bulundu. Kul çaresizdi. Duadan, teslîmiyetten başka elden ne gelirdi.

“Allah sizlere şifa versin” diye mukabele etmişti Muhterem Hasta:

“Âşık ile maşûk arasında çok ince zardan bir gömlek kaldı. Bunu da çıkarmalarını, nurun nura kavuşmasını istemez misin?”

Gün ışıklı bakışları, Hz. Konevî’yle bir lahza çakıştı. Bir sessizlik oldu. Sonra bir gazel duyuldu:

“Sen ne bilirsin ki, ben iç âlemde nasıl bir padişahla oturmaktayım. Sen, benim sararmış yüzüme bakma, benim demir gibi sağlam ayaklarım var.

Ben, yüzümü, beni yaratan ve bu dünyaya getiren o padişaha tamamıyla çevirmişim. Beni yarattığından ötürü, ona binlerce şükrüm var.”

Fazıl, Ulu Mevlana, içi nice cevherle, yüz binlerce gülüş gizli toprağın; sonbaharla, soğukla, karla kışla, nasıl zor imtihanlarda denendiğini susup sabretmesi karşılığında ilkbahar güzelliğinin lütfedildiğini hep anlatmış, dile getirmişti.

Sadreddin Konevî’nin karşısında şimdi eşsiz bir BAHAR, sombahar duruyordu. (Hüzeyme Yeşim Koçak, Nefha Şeyh Sadreddin Konevî Esintileri)

***

Bir diğer bekleyiş, sabır örneği.

Derinliklerde ne hazineler bulunur, ne hoştur, gayretle azimle inci toplayanlara, dalgıçlara…

Mutasavvıf şahsiyetlerden Mehmet Nusret Tura Efendinin, gemi kaptanı talebesi Sabri Bey’e tavsiyelerinden:

Denizde beş metre yüksekliğinde dalgalar var. Bu fazla dalgalı tecelli zamanlarında rahatsız oluyorsanız altı metre aşağıya inin orda dalgadan eser yoktur. Dalga büyüdükçe dibe doğru inmeye devam edin orada sessizlik var, âsudelik var. Huzur var. Biraz daha aşağıda fakiri göreceksiniz. Rabbimin hizmetindeyim. Arkadaş bekliyorum gelen yok.

İşte gönül âleminin içyüzü daraldı mı oraya gir. Onun bir adı da gönül Kâbe’sidir. Oraya giren emniyettedir. Orda harp, kavga da yoktur. (M. Nusret Tura, Mektuplar)

Yolculuklarda rehber, yön ve hareket önemlidir. Bekleyiş ile duruşlar, konaklamalar da:

… Tramvay da vapur gibidir, otomobil de, araba da, tayyare de ama kaplumbağa gibi yavaş gidiyormuş. Durmuyor ya, gerilemiyor ya. Kâh hızlı kâh yavaş gidiyormuş. Hakikat yolcusu olmuş ya, gidenlere ne mutlu. Vasıtadan inerek yolda kalanlara ne yazık. Kervan gözden gaip olduktan sonra başlarını taşlara vururlar fakat heyhat! (M. Nusret Tura, Mektuplar)

***

Beklemeyin, “kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikin”.

Tohumlar atmak, fidanlar dikmek. Güzellik didinmeleri. Sakinlikle, gönül rahatlığıyla güzel işlere devam etmek.

Kıyametin kopacağı bilinse dahi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi

Dil

02 Haziran 2025 Pazartesi 06:15