1901'de Bursa'dan Konya'ya Seyahat (9)
Yayınlanma:
Bursa’dan Konya’ya yaptığı seyahatten önce Konya’da coğrafya muallimi olarak görev yapan ve sık sık anma toplantıları düzenlediği için “İhtifalci” lakabıyla tanınan Mehmed Ziya Efendi, 1892’de İstanbul’a dönerken bir gece kaldığı Ilgın’ın geçmişteki durumu hakkında da bilgi veriyor. O tarihte kasaba olan ve kârgir, muntazam bir hükümet konağının inşa edildiğini, bu defa gelişinde konağın tamamlanıp, kendi ifadesi ile kasabanın en şerefli binalarından birisi olduğunu belirten Ziya Efendi, şunları yazıyor:
“Kasaba, istasyona bir şose ile bağlı. Çiğil ve Derbent civarından, Deşdiğin ormanlarından çıkarak kuzeye doğru akan ve bir ufak ayakla büyüklük kazanan Ilgın Çayı, kasabanın kenarından geçerek Çavuşçu Gölü’ne karışıyor. Bundan başka bu göle Doğanhisar nahiyesinden gelerek Argıthanı’dan geçen diğer bir ufak çay ve yine ılıca suları ile civar tepelerden kaynaklanan ufak tefek sular da karışır. Çavuşçu Gölü kasabanın kuzeybatısında ve üç kilometre mesafede, elips şeklinde ve çevresi otuz kilometredir. Suyu tatlı olan gölde İlkbaharda avlanan Turna Balığı varsa da sayısı pek azdır. Bu gölün hemen hemen sekizde biri sazlıktır. Suların güneyden kuzeye doğru akması ve kuzeyinin biraz alçak olması, durgun sular ve bataklıklar meydana getirmiştir.
Gölün civarında bulunan bazı köylerin ve hatta kasabanın havası, bu gölün rutubetinden etkilenir; ayrıca Eldaş ve civarından gelen diğer bir suyun Sungurbey, Rüşdiye ve Pulasan köyleri civarında akışının yavaşlaması sebebiyle sazlık oluştuğundan buraların havası bozuktur. Ilgın’ın gelişimine bir dereceye kadar engel teşkil eden durgun suların kurutulması amacıyla Seydişehir’den birçok fındık fidanı getirilerek buralara dikilip, havanın bu şekilde temizlenmesine muvaffak olunmuştur. Biri kasabanın 2 kilometre batısında, diğeri Çavuşçu Gölü’nün kuzeybatısında olmak üzere iki adet maden suyu mevcuttur; ikisinin karışımının da çelik, kükürt ve bir miktar sodadan ibaret olduğu ve sıcaklıklarının 42 dereceye ulaştığı inceleme sonucunda anlaşılmıştır. Bunlardan, kasabanın iki kilometre batısındaki kaplıca mamur olup, Maarif adına idare edilmekte ve senelik sekiz on bin kuruş kadar gelir getirmektedir”
109 yıl önce gerçekleştirdiği bu seyahatinden 9 yıl önce şehrimizde öğretmenlik yapan Ziya Efendi’nin hatıralarından Ilgın kaplıcalarının şifa dağıttığını öğreniyoruz. Yüzyıllar öncesine uzanan geçmişe sahip olduğu anlaşılan kaplıca ile ilgili bilgiler veren yazar, Akşehir’e giden şosenin solundaki tepenin eteğinde inşa edilen kaplıcanın içinde büyük bir havuz bulunduğunu, suyunun bazı cilt hastalıkları için faydalı olduğunu ve suyunun bazı seneler iki üç ay akmadığını kaydederek, şöyle devam ediyor:
“Tarihi araştırmalardan anlaşıldığı üzere, Ilgın kasabası eski Tyriceum beldesinin bulunduğu yeri işgâl etmektedir. Konya salnamesinde, Ilgın kasabasının eski adı ‘Philomelium’ olarak gösteriliyorsa da bu isim Akşehir’in eski adıdır; Ilgın’ın eski ismi ise ‘Tyriceum’ dur. Ilgın’dan Akşehir’e gelirken kasabanın dışında, şose üzerinde olan kaplıcanın içini gezemedim, fakat dış yüzünden inceledim. Burası Selçuklular zamanında tamir edildiği gibi, birkaç sene önce de asıl kaplıca binasından ayrı olarak birçok odayı içeren bir daire inşa edilmişti. Kâtip Çelebi, Cihânnümâ’sında asıl kaplıcanın üstündeki kubbenin Alâaddin Keykubat tarafından inşa ettirildiğini yazıyor. Ilgın’da kaldığım sırada kasabanın bazı mahallelerini dolaşırken indiğimiz hanın civarında eski bir hamam gördüm. İhtimâl ki II. Gıyaseddin Keyküsrev’in yaptırdığı rivayet edilen Çifte Hamam budur”
Ilgın’da gördüğü İstanbul Camileri tarzında Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından 1576-1584 yılları arasında inşa ettirilen tek minareli, kubbeli bir camiden bahseden Mehmed Ziya Efendi, camiyi kasabanın övünç kaynağı bir dinî eser olarak kaydedip, caminin etrafında ‘Bezzazistan’ (Bez, dokuma, kumaş satılan yer) adlı bir de imaretin bulunduğunu, cami ve imaretin Osmanlıların övünülecek eserleri olduğunu notları arasında yer veriyor. Ilgın’dan sonra gelen tren istasyonunun büyükçe bir köy görünümündeki Kadınhanı olduğunu işaret eden Ziya Efendi, güneydoğudaki dağların yarım daire çizerek Sille dağlarıyla birlişmek üzere uzadığını ekleyerek, seyahat notlarını şöyle sürdürüyor:
“Kadınhanı girişinde yazılı ve işlemeli eski taşlarla yapılmış olan büyükçe bir bir bina göze çarpar. Taşların üzerinde Yunanca kitabeler vardır. Kapısının üstündeki zamanla silinmiş kitabede yalnız tarih okunur durumdadır. Miladî 1223’te Alâaddin Keykubad zamanında inşa edilmiş ve kapısının üstünde ‘es-sultâniye’ ibaresi yazılıdır. Kadınhanı’dan çıkan bir yolcu Lâdik’e (Laodiccea combusta) varır. Arap coğrafyacıları buraya ‘Elâdikiyyeel-Mahrûse’ adını vermiştir. Etrafı dağlarla çevrili olan Lâdik, eskiden Frigya’nın en doğusunda bir yerleşim merkezi olup, gayet mamur imiş. Eski şehrin harabeleri arasında miladî 1824’te bir su kemeri mevcut bulunuyordu. Adım başı rastlanan sütun başlıkları, dik kaideler ve mermer ayaklar burasının geçmişte ne derece mamur bir yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Akropol denilen iç kale köyün tepesindedir. Lâdik kasabası halı dokumacılığı meşhur idi. Burada dokunan gayet zarifseccadeler, halılar, kilimler, iki gözlü heybeler Konya halı sergisinde rağbet ve takdir kazanmıştı”
(Devam edecek)
“Kasaba, istasyona bir şose ile bağlı. Çiğil ve Derbent civarından, Deşdiğin ormanlarından çıkarak kuzeye doğru akan ve bir ufak ayakla büyüklük kazanan Ilgın Çayı, kasabanın kenarından geçerek Çavuşçu Gölü’ne karışıyor. Bundan başka bu göle Doğanhisar nahiyesinden gelerek Argıthanı’dan geçen diğer bir ufak çay ve yine ılıca suları ile civar tepelerden kaynaklanan ufak tefek sular da karışır. Çavuşçu Gölü kasabanın kuzeybatısında ve üç kilometre mesafede, elips şeklinde ve çevresi otuz kilometredir. Suyu tatlı olan gölde İlkbaharda avlanan Turna Balığı varsa da sayısı pek azdır. Bu gölün hemen hemen sekizde biri sazlıktır. Suların güneyden kuzeye doğru akması ve kuzeyinin biraz alçak olması, durgun sular ve bataklıklar meydana getirmiştir.
Gölün civarında bulunan bazı köylerin ve hatta kasabanın havası, bu gölün rutubetinden etkilenir; ayrıca Eldaş ve civarından gelen diğer bir suyun Sungurbey, Rüşdiye ve Pulasan köyleri civarında akışının yavaşlaması sebebiyle sazlık oluştuğundan buraların havası bozuktur. Ilgın’ın gelişimine bir dereceye kadar engel teşkil eden durgun suların kurutulması amacıyla Seydişehir’den birçok fındık fidanı getirilerek buralara dikilip, havanın bu şekilde temizlenmesine muvaffak olunmuştur. Biri kasabanın 2 kilometre batısında, diğeri Çavuşçu Gölü’nün kuzeybatısında olmak üzere iki adet maden suyu mevcuttur; ikisinin karışımının da çelik, kükürt ve bir miktar sodadan ibaret olduğu ve sıcaklıklarının 42 dereceye ulaştığı inceleme sonucunda anlaşılmıştır. Bunlardan, kasabanın iki kilometre batısındaki kaplıca mamur olup, Maarif adına idare edilmekte ve senelik sekiz on bin kuruş kadar gelir getirmektedir”
109 yıl önce gerçekleştirdiği bu seyahatinden 9 yıl önce şehrimizde öğretmenlik yapan Ziya Efendi’nin hatıralarından Ilgın kaplıcalarının şifa dağıttığını öğreniyoruz. Yüzyıllar öncesine uzanan geçmişe sahip olduğu anlaşılan kaplıca ile ilgili bilgiler veren yazar, Akşehir’e giden şosenin solundaki tepenin eteğinde inşa edilen kaplıcanın içinde büyük bir havuz bulunduğunu, suyunun bazı cilt hastalıkları için faydalı olduğunu ve suyunun bazı seneler iki üç ay akmadığını kaydederek, şöyle devam ediyor:
“Tarihi araştırmalardan anlaşıldığı üzere, Ilgın kasabası eski Tyriceum beldesinin bulunduğu yeri işgâl etmektedir. Konya salnamesinde, Ilgın kasabasının eski adı ‘Philomelium’ olarak gösteriliyorsa da bu isim Akşehir’in eski adıdır; Ilgın’ın eski ismi ise ‘Tyriceum’ dur. Ilgın’dan Akşehir’e gelirken kasabanın dışında, şose üzerinde olan kaplıcanın içini gezemedim, fakat dış yüzünden inceledim. Burası Selçuklular zamanında tamir edildiği gibi, birkaç sene önce de asıl kaplıca binasından ayrı olarak birçok odayı içeren bir daire inşa edilmişti. Kâtip Çelebi, Cihânnümâ’sında asıl kaplıcanın üstündeki kubbenin Alâaddin Keykubat tarafından inşa ettirildiğini yazıyor. Ilgın’da kaldığım sırada kasabanın bazı mahallelerini dolaşırken indiğimiz hanın civarında eski bir hamam gördüm. İhtimâl ki II. Gıyaseddin Keyküsrev’in yaptırdığı rivayet edilen Çifte Hamam budur”
Ilgın’da gördüğü İstanbul Camileri tarzında Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından 1576-1584 yılları arasında inşa ettirilen tek minareli, kubbeli bir camiden bahseden Mehmed Ziya Efendi, camiyi kasabanın övünç kaynağı bir dinî eser olarak kaydedip, caminin etrafında ‘Bezzazistan’ (Bez, dokuma, kumaş satılan yer) adlı bir de imaretin bulunduğunu, cami ve imaretin Osmanlıların övünülecek eserleri olduğunu notları arasında yer veriyor. Ilgın’dan sonra gelen tren istasyonunun büyükçe bir köy görünümündeki Kadınhanı olduğunu işaret eden Ziya Efendi, güneydoğudaki dağların yarım daire çizerek Sille dağlarıyla birlişmek üzere uzadığını ekleyerek, seyahat notlarını şöyle sürdürüyor:
“Kadınhanı girişinde yazılı ve işlemeli eski taşlarla yapılmış olan büyükçe bir bir bina göze çarpar. Taşların üzerinde Yunanca kitabeler vardır. Kapısının üstündeki zamanla silinmiş kitabede yalnız tarih okunur durumdadır. Miladî 1223’te Alâaddin Keykubad zamanında inşa edilmiş ve kapısının üstünde ‘es-sultâniye’ ibaresi yazılıdır. Kadınhanı’dan çıkan bir yolcu Lâdik’e (Laodiccea combusta) varır. Arap coğrafyacıları buraya ‘Elâdikiyyeel-Mahrûse’ adını vermiştir. Etrafı dağlarla çevrili olan Lâdik, eskiden Frigya’nın en doğusunda bir yerleşim merkezi olup, gayet mamur imiş. Eski şehrin harabeleri arasında miladî 1824’te bir su kemeri mevcut bulunuyordu. Adım başı rastlanan sütun başlıkları, dik kaideler ve mermer ayaklar burasının geçmişte ne derece mamur bir yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Akropol denilen iç kale köyün tepesindedir. Lâdik kasabası halı dokumacılığı meşhur idi. Burada dokunan gayet zarifseccadeler, halılar, kilimler, iki gözlü heybeler Konya halı sergisinde rağbet ve takdir kazanmıştı”
(Devam edecek)





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.