1901'de Bursa'dan Konya'ya Seyahat (8)

Mehmed Ziya Efendi, Akşehir’le ilgili intibalarını yazmaya devamla “Pek çok faziletli insana, olgunluk kaynağı olan müesseselerden Taş Medrese, Arap mimari tarzında yapılan diğer binalar gibi gayet güzel ve kapısının üzerindeki nakış ve süslemeler gerçekten göz alıcı imiş. Medresenin avlusundaki kalın somaki sütunların kaideleri, eski binalardan kalma sütun başlıkları imiş Bugün harap bir hâldeki türbenin kubbesinin iç tarafında, gayet güzel bir kûfî hattı ile yazılmış Kur’an süreleri okunuyor. Bu medresenin kapısının üzerindeki kitabede, bu irfan müessesesinin İzzeddin Keykavus bin Keyhüsrev zamanında hicrî 613 yılı Muharrem ayında yapıldığı yazılıdır. Medresenin yanında duvara dayalı yazılı bir taş dikkatimi çekti; okumadan geçmedim. Sözkonusu taşın Keyhüsrev’in oğlu II. İzzeddin Keykavus tarafından hicretin 659’uncu yılında inşa ettirilen bir dergâhın kapısı üzerine konulmuş bir kitabe olduğunu anladım” diyerek, atalarımızın Akşehir’de de birçok medrese ve kütüphane inşa ettiklerini gördüğünü, bunlardan Dede Paşa’nın kurduğu Harputî Ömer Efendi Medresesi ile Seyyid Harun Velî’nin Ulu Camideki medresesi, Müftü Mes’ud, Recep ve Süleymaniye Serkayyumu Süleyman Efendilerin medreselerinin pekçok talebeye feyiz vermekte olduğunu, bunlardan başka 100 seneyi aşkın bir zaman önce otuz iki medrese daha bulunduğunu ve bunların tamamının halktan gayretli kimseler tarafından kurulduğunu kaydediyor.
İlim müesseselerini ziyaretten sonra yukarı mahalleleri dolaştığını bildiren Mehmet Ziya Efendi, dağdan inen suların pek temiz olan sokakların ortasından akıp gittiğini kaydederek, Seyyid Mahmud Hayranî’nin türbesinin dikkatini çektiğini işaretle, şöyle devam ediyor:
“Türbenin sekiz köşeli piramit şeklinde yapılmış künbedine, burada ilk defa rastlıyorum. Bu şekil ve görüntüdeki künbedler Konya ve yöresinde pek çoktur. Avlu kapısından içeriye girilince küçük bir mescid görülür. Burasının birkaç defa tamir edildiği görünümünden anlaşılıyor. Mescidin dıştaki duvarı üzerinde bulunan kitabeyi okudum. Alâeddin Keykubad bin Keyhüsrev zamanında, Ferruh bin Kalıtbay Konevî’nin yardım ve gayretiyle nicretin 621. yılı Rebiulevvel’inin birinde inşa edildiği yazılıdır. (Miladî 24 Mart 1224)
İkinci kapıdan geçilince asıl türbeye varılır. Kapının üzerindeki kitabeyi çok zorlukla okudum. Seyyid Mahmud Hayranî’nin olduğu bildirilen bu mezarın, torunu Seyyid Muhyiddin’in mezarı olduğu anlaşıldı. Bu mezar hicrî 812 (miladî 1409-1410) yılında tamir edilmiş ve kitabe de o vakit konulmuştur. Vaktiyle bu kubbenin tamamen çini ile kaplanmış iken zamanla pek çoğu düşmüştür. Türbenin içinde siyah Abanoz ağacından, üzeri Arap tarzında süslenmiş Farsça ibarelerle bezenmiş dört sanduka görülür.  Türbeyi de ziyaret ettikten ve çarşıdan bazı şeyler aldıktan sonra kaldığımız hana geldik. Akşehir’in genel nüfusu 27 bin 50 kişiden ibaret olup, bunun 23.318’i İslâm, 2070’i Ermeni, 1662’si Rum’dur. 1971 hane olan Akşehir’in nüfusu ise 8245’tir”
Sultan Dağı’ndan inen 2 çay 70 kilometrekare genişliğindeki Akşehir Gölüne döküldüğü gibi, Karahisar Sancağı’ndanki Eber Gölü’nün ayağının da İshaklı Çayı ile birleşerek, kuzeyden gelip bu göle karıştığını ifade eden Mehmed Ziya Efendi, Akşehir Gölü’nde avlanan Sazan balıklarının da Konya ve civardaki yerlere götürülerek satıldığını ekliyor. Akşehir’e 3 kilometre uzaklaktaki Bermende köyü’nde 490 hane ve 2450 nüfus olduğunu belirten yazar, burada dokunan halı ve seccadelerin Konya’da sergilendiğini, civar köylerde yaşayan aşiretler ve kürtlerin de gayet güzel nakışlı kilimler dokuduklarını, bunlardan bazılarının çadırda yaşadıkları hâlde kilimlerin göz alıcı olduğunu dile getirerek, şöyle diyor:
“Akşehir’in kuzeydoğusunda yer alan 18.440 nüfuslu Cihanbeyli kasabasındaki aşiretlerin fertleri ve Kürt kızları o kadar hoş kilimler dokurlar ki göçebe oldukları göz önüne alınırsa maharetlerine hayran olmamak elden gelmiz. Bu yüzden Cihanbeyli’de dokunan kilimler Konya’da açılan sergide şerefli bir mevki kazanmıştır. Akşehir hakkındaki açıklamalara burada nokta koyup, yolumuza devam edelim: Katar beş on yolcuyu indirerek yavaş yavaş yoluna devam etti. Hac ibadetini yerine getirip, övünç ve şükürle mutlu bir şekilde bizimle beraber Akşehir’e kavuşan hacılar vagonlardan çıkarken, karşılamaya gelen belde âlimlerinin ve eşrafın göğe doğru yükselen tekbir ve tehlil sesleri arasında kucaklaşmaları görülmeye değerdi”
Akşehir istasyonundan ayrılarak Karahisar’dan beri takip ettikleri ovanın tekrar tekdüze bir hâl aldığını, ağaçlar ve bitkilerin seyreldiğine yer veren Mehmed Ziya Efendi, Konya’nın doğal durumunun tıpkı bir tabak şeklinde, Karahisar ile Konya arasındaki geniş bölgenin de aynı görünümde olduğunu işaretle, bu bölümü “Bakışlarımız, güneyde tepeleri karlı, kuzeyde ise çıplak ve engebeli dağ ve tepelere rastlar. Ovanın çoğu ekili olmamakla birlikte çayırlıktır” cümleleriyle bitiriyor. (Devam edecek) 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi

Eski Ramazanlar

01 Ağustos 2012 Çarşamba 17:55

Konyasporun dünü bugünü!

17 Haziran 2011 Cuma 18:25

Konya Mûsikî Derneği'nin Konseri

10 Ocak 2011 Pazartesi 17:45

Genç Gazetecilere Rehber

19 Eylül 2010 Pazar 16:31

Eskiden Nerede Ne Vardı? -15-

02 Eylül 2010 Perşembe 18:16

Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü

29 Ağustos 2010 Pazar 16:00

Sahip Ata Caddesi'nin Hâli!

29 Temmuz 2010 Perşembe 18:32

1901'de Bursa'dan Konya'ya Seyahat (9)

25 Temmuz 2010 Pazar 18:39