Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ile ilgili birkaç not
Yayınlanma:
Her alanda ilim, elbette herkese nasip olmayan bir özelliktir ve Allah vergisidir. Ancak gerek söz, gerek yazıyla bu bilgilerden başkalarının istifade etmesine vesile olabilmek de büyük önem taşır. Ülkemizin dört bir yanında, hatta Avrupa ve İslâm ülkelerinde tanınıp, saygı duyulan Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi, bu özelliği şahsında toplamış olan müstesna kişilerden birisidir. Çeşitli kaynaklar, Hz. Mevlânâ’nın cenaze törenine katılan Konya halkının o zamana kadar görülmemiş çoğunlukta olduğunu kaydeder. 1960 Şubat ayında dünyasını değiştiren Hacıveyis zâde Mustafa Kurucu Hocaefendi’nin cenazesinin de çok kalabalık bir cemaat tarafından Dârıbekâ’ya uğurlandığına şâhit olmuştuk. Vefatı ile arkasında çok büyük bir boşluk bırakan Büyükkörükçü Hocaefendi’nin na’şı da yüzbinlerin elleri üzerinde ilâhî huzura taşındı. Bunun için Konya’nın mânevî mimarı 3 din âliminin muhteşem cenaze törenlerinin gelecek nesillere kadar uzun yıllar konuşulmaya devam edeceği muhakkak.
Hatırladığım son âlimlerden Kapu Camii’nde fasılasız 55 yıl imamlık yapan Hacı Haydar Efendi, Akşehirli Ahmet Efendi, Topal Hoca namıyla maruf Ahmet Efendi (Bülbül Hoca), Tahir Hocaefendi’nin hocası İsa Efendi, Fahri Kulu Efendi, Hacıveyis zâde Mustafa Efendi, Kapu Camii imamları Cemil Efendi ile Zühtü Efendiler, Bozkırlı Mustafa (Parlaktürk) Efendi ve Sultan Selim Camii’nde va’zeden Abdurrahman Öksüz Hocaefendi gibi birçok değerli ilim adamı yıllarca kürsülerde halkımızı irşad etti. Fakat, hitabet yönünden dinleyenleri Tahir Büyükkörükçü kadar etkiledikleri söylenemez. Tahir Hoca’nın sözlerinin can kulağıyla dinleyenlerin zihnine adeta nakşolduğu bir gerçekti. Bu bakımdan hakkını teslim etmek gerekir. Size bu konu ile ilgili örnek vermek istiyorum: Bozkırlı Mustafa Efendi de bir ara Kapu Camii’nde ikindi namazı sonrası vaaz verir, ancak yüksek ilim sahibi bu hocaefendi hitabet yönünden yeterli olmadığı için dinleyen az olurdu. Halbuki, Tahir Efendi’nin müftü olarak görev yaptığı sırada fetva talep edenlere cevap verirken, “Konuda bir de Bozkırlı Mustafa Efendi’ye danışın” diyerek, Mustafa Parlaktürk’ün ilmine büyük önem verdiği ifade edilirdi.
Askerden dönünce kısa süre mahallemiz Topraklık’ta Koyunoğlu Müzesi karşısındaki Hacı Hasan Büyük Camii’de imamlık yapan Tahir Hocaefendi’nin ortaokulda zeki bir talebe olduğunu söyleyen Ticaret Odası ve Ticaret Borsası yönetim kurullarının eski başkanlarından merhum Kâzım Kahvecioğlu, bir gün “Tahir Efendi sıra arkadaşımdı. Hocası Hacı İsa Efendi, okul ile din öğreniminin birlikte yürümesinin mümkün olamayacağını, birisini tercih etmesi gerektiğini bildirince 3. sınıfta tahsili bırakıp, din ilmine devam etti” demişti. CHP genel başkanı İsmet İnönü’nün, 60’lı yıllarda “Adalet Partisi, 3 ayağa dayanıyor. Bunlardan birisi Konya’da Tahir Hoca’dır” dediğini, sevilip sayıldığı için Konya’dan uzaklaştırmak amacıyla İzmir’e vaiz olarak tayin edildiğini bilmeyen yoktur. 1971’de dayımın oğlu Hasan Tek Er’in çocuklarının sünnet düğünü için İzmir’e gitmiştik. Hasan ağabey, Tahir Hoc a’nın vaazlarını çok sayıda cemaatin dinlediğini, bu sâyede birçok kişinin namaza başladığını, Burdur’a tayini çıkınca veda ederken camaatin “Hocam, bize doğru yolu sen gösterdin. Ne olur bırakma bizi” diye göz yaşları döktüğünü anlatarak, vaazlarını aldığı teyp bantlarını göstermişti.
Burdur’da görev yaptığı sırada vaazlarının merkezi sistemle 20 camide binlerce kişi tarafından dinlendiği biliniyordu. Yeni İstanbul gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek’in, Burdur’da karşılaştığı Tahir Hocaefendi ile ilgili 2 gün devam eden yazısını okuyup, kesip saklamıştım. Kafasında bambaşka bir insan tipi olduğu, kolay kolay insan beğenmediği tanıyanlar tarafından ileri sürülen Necip Fazıl, saatler süren sohbetlerinden sitayişle bahsederek, yazısını özetle şöyle noktalıyordu: “Cenabı Allah, insanları yeniden yaratması icap etseydi, şüphesiz Tahir Hoca’nın kalıbını çıkarır, aynı kalıpta yaratırdı”
Vaazlarında Hz. Mevlânâ, Muhammed İkbal, M. Akif Ersoy ve Hacıveyis zâde Mustafa Efendi’den sıkça söz eder, Hz. Pîr’den “Aşk eri Mevlânâ”, M. Akif ve Necip Fazıl’dan “Koca şair”, Hacıveyis zâde’den “Üstadım” diye bahsederek, O’nun “Rabbim Allah’ım, Mabudu zişanım” cümlesini çokca tekrar ederdi. “Sanma ki uysal koyunum, kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum”, “Embiya yurdu bu toprak, evliya yurdu bu yer/Bir yıkık türbesinin üzerine Mevlâ titrer”, “Hakk’a dayan, sâye sarıl, hikmete ram ol/ Varsa bilmiyorum başka çıkar bir yol”, “Kim bu vatanın uğruna olmaz ki feda/Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” mısralarını içi kabararak seslendirir, kürsüde âdeta kükrer, başka bir ruha bürünürdü. Fasih bir Farsça ile Mesnevi’den bölümler aktarır, sevgili Peygamberimize olan sınırsız aşkını her fırsatta dile getirerek, Medine’de sabah namazının 2. rek’atında secdede ruhunu teslim etmeyi ister, Cennet’ül Bâki’ye defnedilmeyi arzulardı. Müftülüğü sırasında bir İngiliz vatandaşı İslâmiyeti kabul ederken, İngilizce talim ettirdiğine şahit olmuştum.
Geride Abdurrahman Büyükkörükçü gibi hayırlı bir evlât bıraktı. Allah, herkese böyle evlâtlar nasip etsin. Kürsüyü dolduran alimlerin son halkasıydı. Bilmem ki yeri dolar mı? Çünkü, gidenlerin yeri pek kolay dolmuyor. Mevlâ’nın rahmeti üzerine, mekânı Cennet olsun. Amin.
Hatırladığım son âlimlerden Kapu Camii’nde fasılasız 55 yıl imamlık yapan Hacı Haydar Efendi, Akşehirli Ahmet Efendi, Topal Hoca namıyla maruf Ahmet Efendi (Bülbül Hoca), Tahir Hocaefendi’nin hocası İsa Efendi, Fahri Kulu Efendi, Hacıveyis zâde Mustafa Efendi, Kapu Camii imamları Cemil Efendi ile Zühtü Efendiler, Bozkırlı Mustafa (Parlaktürk) Efendi ve Sultan Selim Camii’nde va’zeden Abdurrahman Öksüz Hocaefendi gibi birçok değerli ilim adamı yıllarca kürsülerde halkımızı irşad etti. Fakat, hitabet yönünden dinleyenleri Tahir Büyükkörükçü kadar etkiledikleri söylenemez. Tahir Hoca’nın sözlerinin can kulağıyla dinleyenlerin zihnine adeta nakşolduğu bir gerçekti. Bu bakımdan hakkını teslim etmek gerekir. Size bu konu ile ilgili örnek vermek istiyorum: Bozkırlı Mustafa Efendi de bir ara Kapu Camii’nde ikindi namazı sonrası vaaz verir, ancak yüksek ilim sahibi bu hocaefendi hitabet yönünden yeterli olmadığı için dinleyen az olurdu. Halbuki, Tahir Efendi’nin müftü olarak görev yaptığı sırada fetva talep edenlere cevap verirken, “Konuda bir de Bozkırlı Mustafa Efendi’ye danışın” diyerek, Mustafa Parlaktürk’ün ilmine büyük önem verdiği ifade edilirdi.
Askerden dönünce kısa süre mahallemiz Topraklık’ta Koyunoğlu Müzesi karşısındaki Hacı Hasan Büyük Camii’de imamlık yapan Tahir Hocaefendi’nin ortaokulda zeki bir talebe olduğunu söyleyen Ticaret Odası ve Ticaret Borsası yönetim kurullarının eski başkanlarından merhum Kâzım Kahvecioğlu, bir gün “Tahir Efendi sıra arkadaşımdı. Hocası Hacı İsa Efendi, okul ile din öğreniminin birlikte yürümesinin mümkün olamayacağını, birisini tercih etmesi gerektiğini bildirince 3. sınıfta tahsili bırakıp, din ilmine devam etti” demişti. CHP genel başkanı İsmet İnönü’nün, 60’lı yıllarda “Adalet Partisi, 3 ayağa dayanıyor. Bunlardan birisi Konya’da Tahir Hoca’dır” dediğini, sevilip sayıldığı için Konya’dan uzaklaştırmak amacıyla İzmir’e vaiz olarak tayin edildiğini bilmeyen yoktur. 1971’de dayımın oğlu Hasan Tek Er’in çocuklarının sünnet düğünü için İzmir’e gitmiştik. Hasan ağabey, Tahir Hoc a’nın vaazlarını çok sayıda cemaatin dinlediğini, bu sâyede birçok kişinin namaza başladığını, Burdur’a tayini çıkınca veda ederken camaatin “Hocam, bize doğru yolu sen gösterdin. Ne olur bırakma bizi” diye göz yaşları döktüğünü anlatarak, vaazlarını aldığı teyp bantlarını göstermişti.
Burdur’da görev yaptığı sırada vaazlarının merkezi sistemle 20 camide binlerce kişi tarafından dinlendiği biliniyordu. Yeni İstanbul gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek’in, Burdur’da karşılaştığı Tahir Hocaefendi ile ilgili 2 gün devam eden yazısını okuyup, kesip saklamıştım. Kafasında bambaşka bir insan tipi olduğu, kolay kolay insan beğenmediği tanıyanlar tarafından ileri sürülen Necip Fazıl, saatler süren sohbetlerinden sitayişle bahsederek, yazısını özetle şöyle noktalıyordu: “Cenabı Allah, insanları yeniden yaratması icap etseydi, şüphesiz Tahir Hoca’nın kalıbını çıkarır, aynı kalıpta yaratırdı”
Vaazlarında Hz. Mevlânâ, Muhammed İkbal, M. Akif Ersoy ve Hacıveyis zâde Mustafa Efendi’den sıkça söz eder, Hz. Pîr’den “Aşk eri Mevlânâ”, M. Akif ve Necip Fazıl’dan “Koca şair”, Hacıveyis zâde’den “Üstadım” diye bahsederek, O’nun “Rabbim Allah’ım, Mabudu zişanım” cümlesini çokca tekrar ederdi. “Sanma ki uysal koyunum, kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum”, “Embiya yurdu bu toprak, evliya yurdu bu yer/Bir yıkık türbesinin üzerine Mevlâ titrer”, “Hakk’a dayan, sâye sarıl, hikmete ram ol/ Varsa bilmiyorum başka çıkar bir yol”, “Kim bu vatanın uğruna olmaz ki feda/Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” mısralarını içi kabararak seslendirir, kürsüde âdeta kükrer, başka bir ruha bürünürdü. Fasih bir Farsça ile Mesnevi’den bölümler aktarır, sevgili Peygamberimize olan sınırsız aşkını her fırsatta dile getirerek, Medine’de sabah namazının 2. rek’atında secdede ruhunu teslim etmeyi ister, Cennet’ül Bâki’ye defnedilmeyi arzulardı. Müftülüğü sırasında bir İngiliz vatandaşı İslâmiyeti kabul ederken, İngilizce talim ettirdiğine şahit olmuştum.
Geride Abdurrahman Büyükkörükçü gibi hayırlı bir evlât bıraktı. Allah, herkese böyle evlâtlar nasip etsin. Kürsüyü dolduran alimlerin son halkasıydı. Bilmem ki yeri dolar mı? Çünkü, gidenlerin yeri pek kolay dolmuyor. Mevlâ’nın rahmeti üzerine, mekânı Cennet olsun. Amin.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.