Nurten Selma Çevikoğlu
Yem Olarak Kullanılan Kuyumcu
‘Selam duâsı’yla başlayalım efendim yine;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Hikâyemizde kuyumcu zehirli şerbeti içinde ölümcül hâle gelmişti. Bakalım bugünkü beyitlerde neler olacak?
“Kuyumcunun yüzü sararıp çirkinleşince, sevimsizleşince, câriyenin kalbi yavaş yavaş ondan soğudu.”
Kalıcı olmayan şeylerin bâkî olması elbette ki mümkün değildir. Kalıcı olmayanlar aslında insanların hayal âlemlerinde, zihin dünyâlarında oluşturdukları, erişilemez şeylerdir. Ancak gün gelip de hayaller gerçekleştiğinde, o vakit kişinin dünyâsı yıkılıverir, hayâtı alt-üst olur. Bunun neticesinde geriye acı, üzüntü, elem ve keder kalır. Fakat kişi eğer bir kâmili mürşide bağlıysa o zaman insan, yıkılan dünyâsını ümit ve umutla yeniden mâneviyatla tâmir eder, onarır. Yıkılan maddi şeyler mânâ ile dokunursa, eskisinden daha sağlam bir hâle gelir. İnsanın bu durumu insana hayat verir.
“Renk câzibesiyle (dış güzelliğin çekiciliğiyle) meydana gelen aşklar, sonunda utanç verici bir rezillikle son bulur.”
‘Renkten maksat esâsı ve bekâsı olmayan geçici olan şeylerdir. Kendisi geçici olan şeyin zorunlu olarak sevgisi de geçici olacaktır. Geçici olana sevdâlanan sonunda pişmanlık yaşar. Gönül hastalıklarına düşer. Kişilik binâsı harap olur. Fâni, geçici şeylere gösterilen sevgiyle, başlangıçta verilen sözlerin, edilen yeminlerin, çekilen zahmetlerin, hayal edilen mutlulukların yerlerine sonunda acı bir pişmanlık yüzünü gösterir. Arkasından yeis, keder, üzüntü akar gelir. Akıllı olan insan muhabbetini, sevgisini, aşkını ebedi ve ezeli olan Cenâbı Allâh’a bağlar. Hz. İbrâhim gibi ‘kaybolup gidenlerden, gidecek olanlardan, yıldız gibi, mehtap gibi, güneş gibi olsalar bile’ yüz çevirirler.’ (Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU, İst, 2007, s.82)
Demek ki aşk, renge ve kokuya bağlıysa yâni şekle ve fizike bağlıysa, o hakiki aşk değildir, hatta böylesi aşk kişiye utançtır. Aşk sevdiğini güzel görmektir. Sevgi, güzele duyulan histir. Aşkın bile âşık olduğu aşk vardır ki, o da ‘ilâhî aşktır.’ Aşk dâhi bir sevgidir. Neticede renk ile başlayan sevgiler, mahcubiyetle sonuçlanır.
“Keşke o kuyumcu da baştanbaşa kusurdan ibâret olsaydı da, bu kötü hükme mâruz kalmasaydı.”
Kuyumcuyu bu hallere düşüren onun güzelliğiydi. Keşke fiziği o kadar güzel olmasaydı, âlesinden-eşinden-işinden ayrılmaz, ölümcül hallere düşmezdi. Zehirli şerbeti içip perişan hallere düçâr olmazdı. Burada verilen mesaj şudur ki, basitçe fâni şeylerin peşinden gidenlerin, güzellik ve şöhretin kendi felâketlerine sebep olur.
“Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kan aktı, kendi yüzü canının düşmanı gibiydi.”
Kuyumcu güzelliği yüzünden düştüğü hallere yanmaya, ağlamaya başladı. Bilindiği üzere güzellik başa belâdır, insanların o kişiyi kıskanmasına, haset etmesine sebep olur. Dolasıyla güzel kişi, sâhip olduklarından ötürü birçok kötülüğe, haksızlıklara mâruz kalabilir. Hz. Yusuf (A.S) güzelliğinden dolayı onu kıskanan kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, sonrasında Züleyha yüzünden hapse kondu. Yine Peygamberimiz aleyhisselam üstün güzelliklerinden dolayı kaç defa canına kast edildi. Bu gibi sebeplerden ötürü, güzellikleri üzerinde bulunduranların çok temkinli hareket etmeleri gerekir.
“Tavus kuşunun (albenili) kanadı, düşmanı oldu. Nice şahları kendi şan ve şöhreti öldürdü.”
“Ben avcının derisini soyup almak için saf ve temiz kanını döktüğü ceylanım, diyordu.”
“Ben o sahra tilkisiyim ki, postum için beni tuzağa düşürüp başımı kestiler.”
“Ben o filim ki, dişimi almak için, fil avcısı beni yaraladı, kanımı döktü.”
Kuyumcu, kendi hâlini ölüsünden faydalanılan hayvanlara benzetiyor. Avcı derisini almak için ceylanı katleder. Ceylanın süslü cildi onun helak olmasına sebeptir. Diğer misallerde aynı minvaldedir. İnsanları şöhret sâhibi yapan, övünülen pek çok özelliği aslında kişinin aleyhine olan ve başına felâketler ve belâlar getiren meziyetlerdir. Kuyumcu buradaki serzenişiyle, câriyenin iyileşmesi için kendisinin padişah tarafından bir yem olarak kullanıldığını anlıyor. Neticede kendisini bu hayvanların durumuna benzetiyor.
“Beni benden değersiz bir şey için öldüren, benim kanımın uyumayacağını bilmez mi?”
Burada anlaşılacağı üzere kuyumcu mal ve serveti temsil ederken, benden değersiz denen şeyin câriye olduğu, onun da nefsi hevâ ve hevesi simgelediği açıktır. Beni öldüren benim intikamsız kalmayacağımı bilmiyor mu? Kendisine yapılanlardan dolayı kuyumcu; Etme bulma dünyâsında, kendine yapılanın aynılarına onlarında mâruz kalacağını beyan ediyor. Elbette, mazlumun ahı yerde kalmaz, hükmünün tecelli edeceğini söylüyor.
Efendim bugünlükte bu kadar olsun. Sizlere sağlık ve esenlik dolu bir Cumâ diliyoruz. Hayırla kalınız.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.