Nurten Selma Çevikoğlu
Sırrın İçinde Kalsın
Yine; ‘Selam duâsı’yla başlayalım yazımıza efendim;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Geçen haftaki yazımızda, Tabîbî ilâhî, hasta câriyenin sırrını çözdü, aşk acısının ayrılığından dolayı hastalandığını, ona kendi ağzından itiraf ettirdi. Artık bundan sonra onun iyileşme sürecinde, hekimin onun için yapacakları konuşulacaktır. Başlayalım bakalım bu haftaki beyitlerimize;
“Ben senin gam ve kederini çekerim. Sen gam çekme, kederlenme, ben sana yüz babadan daha şefkatli ve merhametliyim.”
Kur’ân-ı Azûmüşşan’da: “Hiç şüphesiz Sen yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4) Buyurularak Peygamber aleyhisselâm’ın en güzel ahlâka sâhip olduğu vurgulanır. Mürşidler, kâmil insanlar, Hak dostları evliyâlar, dünyâda peygamberlerin vârisleridir. Onlar aynen peygamber ahlâkıyla ahlaklanma gayreti içinde olurlar. Yine Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselam için, şerefli Kur’an’da: “Ey insanlar, and olsun ki, içinizden sizin sıkıntıya uğramanız ağır gelen, size düşkün, insanlara şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128) buyurulmuştur. Bu âyeti kerimede peygamber aleyhisselâm’ın şefkati ve merhâmeti yâni O’nun ‘Rauf’ ve ‘Rahim’ sıfatıyla ümmetini sarıp sarmaladığını anlıyoruz. Hikâyedeki mânâ hekimi de, hastasını aynı baba şefkat ve merhametiyle acısını dindirmeye gayret ediyor. Zira ilâhi hekim, câriyenin gönül hastalığını görüyor, biliyor, derdine çâre bulacağına dâir onu rahatlatıyor ve moral veriyor. Bugün de ruhsal yönden sıkıntısı olan insanların problemlerini gidermede sık kullanılan bu, ‘insanı rahatlatma metodu’ o zamanlar da mürşidi kâmiller tarafından şifa amaçlı kullanıyorlardı. Burada da hekîmî ilâhî câriyeye müşfik bir yaklaşımla, merhamet ve muhabbetle tıpkı bir baba gibi yaklaşıyor.
“Pâdişah sana çok araştırıp sorsa bile, sakın ey kızım! Bu sırrı kimseye söyleme.”
Hekîmî ilâhînin câriyeye bu sırrı pâdişâha söylememesini ısrarla tembih etmesinde pek tabi bâzı amaçlar vardır. Câriyenin ve hekimin bu sırrı padişaha söylemesi hâlinde, câriyenin hâli nice olur? Endişesi içini kaplar. Öte yandan, pâdişah câriyenin kuyumcuya olan aşkını öğrendiğinde, içini kıskançlık ateşi yakacak ve aşırı üzülecektir. Bâzı üzüntü ve sıkıntılar kişilere direkt söylendiğinde aksi tesir yapabilir, ama aynı acı alıştıra alıştıra söylenirse acının etkisi hafifler. Karşısındakinin de öfkesini dindirir.
“Sırrın, gönlünde gömülü kaldıkça mûrâdın (dileğin) tez husûle gelir.”
Şu iyi bilinsin ki, bir işin muvaffakiyetini istersen, işini gizli tut ki, o sır insanların elinde oyuncak olmasın. Bilhassa düşmanlar senin ne yapacağını bilmesinler yoksa sana zorluk çıkarıp yapmak istediğine engel olurlar. Tıpkı bu, toprağın altında gizlenen tohumlar, saklandıklarından yeşerirler, misâline benzer. İşte insan gönlü de, sırların saklandığı bir kasa gibidir. Kasa, ehli olmayana açıp gösterilmez. Sırrını söylemek insanı rahatlatır ama sır, herkese söylenmez ancak dostlarla sır paylaşılır. Hak dostları, mânâ üstadları her ne kadar gönül gizemlerine vâkıf olsalar dâhi, sırrı bizzat sâhibine söyletirler, böylece sır sâhibinin de gönlü rahatlar.
Sır zâten gizlenmesi gereken şeydir. Sırrın her ne sebeple olursa olsun ifşa edilmesi sırrın sâhibine zarar verir, o kişiyle araları açılır. Dolayısıyla kendisine sır söylenen o sırrı hiçbir yerde açıklamaması lâzımdır. Herkese sır açılmaz, sır açılacak dostu seçmek ve bilmek gerekir.
“Tohum, toprak içinde gizlenir de, Onun sırrı (gizlenmesi) bostanın yeşermesi olur.”
Toprağa atılan tohum, onun içinde gizlenir. Sırrını içinde saklar, sabreder, meşekkatlere katlanır ama sonunda yeşerir, fidana dönüşür, çiçek açar, meyve verir. Ancak sırrını ifşa etse yâni buradaki misalden gidersek, tohum olgunlaşmadan önce çıkarsa, çürür ve bir işe yaramaz. Vakitsiz yapılan hamleler emeklerin zâyi olmasına sebep olur.
“Altın ile gümüş (toprağın içinde) gizli kalmasaydı, mâdenin içinde nasıl terbiye bulurlar, altın ile gümüş hâline gelirlerdi.”
Güvenmediğin bir kimseye sırrını açıkladığında, ileride senin aleyhine kullanabilecek birine sırrını anlatma. Sır tutmak zordur ama sırrını saklarsan sonradan olabilecek tehlikelerden emin olursun.
Allah yolunda mesâfe kat etmiş Hak dostları olan velî kullar, zaman içinde bâzı kemal mertebelere eriştikçe ilâhî sırlara da erişirler. İşte böylesi kalp sırlarına vâkıf olmayan, bu işten anlamayanlara mânâ sırlarından bahsetmemek uygundur. Zirâ, onlar pek çok fitne ve fesâda sebebiyet verirler. Hak dostları, kalbî inkişaf yolunda mesâfe kat ederken, kendi iç dünyâlarında inzvâya çekilirler, Hakk’la halvet olurlar ama insanların gözünden saklanırlar, gizlenirler. İşte bu gizlenmeler, içerisinde pek çok sırlar, hikmetler barındırır, bunlar elbette herkese açılmaz. Bu durum aynı asrısaadette Rasûllullah aleyhisselâm, önce ‘Hıra’ sonra da ‘Sevr’ mağaralarında yaşadığı halvetler neticesinde nûru, cihana yayıldı. Tıpkı bu güneşin terbiyesiyle renk almış altın ve gümüş aslında topraktan ibârettir. O aslı toprak olan altını kıymetli kılan içinde barındırdığı gizlediği elementlerdir. Demek ki, sır olarak söylenmemesi gereken sözün kıymeti, onun gizemli kalmasıdır.
Efendim bir yazımızın sonuna daha geldik. Hayırlı Cumâlar dilerim.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.