İshak Şener

İshak Şener

Kök Sende Diye Dal da Senin mi?

Kök Sende Diye Dal da Senin mi?

Ormanın tam ortasında heybetli bir ağaç yükseliyordu. Eskiden dikilmiş, yıllar içinde köklerini toprağın en derinlerine salmış, dallarını göğe doğru uzatmıştı. Nice fırtınaya gövdesini siper etmiş, kurak yıllarda bile dirayetini kaybetmemişti. Üzerinde kuşlar yuva kurmuş, gölgesi altında nice canlı soluklanmıştı. Zamanında ormanın gözbebeğiydi bu ağaç. Ancak yıllar geçtikçe değişti. Artık ne çiçek açıyor ne de meyve veriyordu. Ne bir filiz ne de bir umut yeşeriyordu gövdesinde. Sadece gölge yapıyordu. Öyle bir gölge ki, çevresindeki hiçbir yeni fidan güneşe ulaşamıyor, yeterince ışık alamıyor, boy veremiyordu.

Bu ağacın etrafında zamanla tuhaf bir topluluk oluştu. Kurumuş sarmaşıklar, çürümüş kütükler, yosun bağlamış taşlar… Hepsi bu ağacın etrafında kümelendi. Birbirlerine sıkıca tutunmuş, eski gücün hatırasından besleniyorlardı. Tek yaptıkları şey, o geniş gölgeyi korumaktı. Ne zaman bir genç fidan boy vermeye kalksa, hemen bastırıyorlardı. “Dur bakalım!” diyorlardı. “Sen daha çok küçüksün. Bu toprakları biz yeşerttik, bu ormanı biz inşa ettik. Kökler bizdeyse, yön de bizdedir.”

Ama fidanlar da boşuna beklemiyordu. Güneşi görmeseler bile, köklerini derinleştiriyor, sabırla büyümenin yolunu arıyorlardı. Sessizdiler ama umutluydular. Biliyorlardı ki bu toprak sadece geçmişin değil, geleceğin de hakkıydı. Ve bir orman sadece gövdesiyle değil, taze filizleriyle canlı kalırdı. Ne var ki yaşlı gölge kolay kolay çekilmeye niyetli değildi. Toprağa adeta kene gibi yapışmış, gitmemekte direniyordu. Her gün aynı sözler tekrarlanıyordu: “Bu orman bizimle kuruldu, bizsiz olmaz.” Ama artık bu sözler, ormanın değil, sadece o yaşlı gövdenin çıkarını koruyordu.

Genç fidanlara sürekli sabır telkin ediliyordu. “Sırası gelecek,” deniyordu. Ama o sıra hiçbir zaman gelmiyordu. Çünkü sıranın gelmesi için, yer açılması gerekiyordu. Oysa o gölge, yeri paylaşmak istemiyordu. Ne zaman yeni bir sürgün belirse, hemen üstüne gölge düşüyor, ışığı kesiliyor, toprağı kuruyor, filiz soluyordu. “Ağaç olmak için önce gölgemizi kabul etmelisin,” diyorlardı. Ama bu artık bir gölgeden öteye geçmişti; bu düpedüz bir baskıydı.

Oysa ormanın kendi dili vardı. Ve o dilde şöyle diyordu:

“Bir ağaç sadece gölge yapıyorsa, artık büyümeye değil, engellemeye başlamıştır.”

Ve hiçbir orman, sonsuza kadar gölgede büyüyemezdi.

Şimdi ormanda bir kıpırdanma var. Rüzgâr yön değiştirmeye başladı. Toprak derinden titriyor. Yeni sürgünler sabırla toprağı delmeye çalışıyor. Gölgenin karanlığına karşı güneşi isteyen bir hareketlenme var. Her yeni tomurcuk, eski gövdenin dengesini bozuyor. Çürümüş sarmaşıklar, yosun tutmuş taşlar, yerinden oynamaya başladı bile. Çünkü onlar da biliyor: Güneş geri dönerse, gölge hükmünü kaybeder.

Ve ormanın kadim kanunu açık:

Her gölge, sonunda kendi karanlığında yok olur.

Ve güneşi hak edenler, bir gün mutlaka toprağı yırtıp yüzeye çıkar.

Çünkü bazen bir ormanın yeniden canlanması için, en yaşlı gövdenin sessizce çekilmesi gerekir.

Ve bazen gerçekten büyümenin ilk şartı, o gölgenin altından çıkıp, “Artık yeter,” diyebilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İshak Şener Arşivi