Bir Beyaz Selam: Kar Renkli Çocukluğum
“Arkadaşlarla en büyük ve en güzel ve en gerçek kardan adamı yapmaya çalışırdık. Neden ‘kardan çocuk’ değil de ‘kardan adam’ yapardık acaba? Belki de adam olmak istediğimiz içindi” Ahmet Sezgin
Şair-Yazar Ahmet Sezgin; “Kar Renkli Çocukluğum” isimli eseriyle, Türkiye Yazarlar Birliğince 2024 yılı hatıra türünde yılın yazarı ödülüne layık görüldü. 1966 senesinde Samsun- Terme’de doğan yazarın “Güllerimi Ver Anne(şiir), Aşk Medeniyetine Yolculuk (deneme), “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız (derleme), Kırk Yazardan Kırk Hikâye, Hüzün Yağmurları (şiir), “Gençler İçin Hikâye Antolojisi, Ayağa Kalk Sakarya(deneme) gibi eserleri bulunuyor.
“Ödüllü kitap” iki bölümden oluşuyor: Kar Renkli Çocukluğum( 1966-1977) ve Terme ve Ortaokul Yıllarım ( 1977-1980)
Değerli Yazarın, ortamın sıkıcı bunaltıcı havasından uzaklaştırıcı, ferahfeza esintilerle, şiirsellikle yüklü kitabını zevkle okudum.
Öncelikli olarak, kendiyle, dünyayla barışık, tabiata canlıya değer veren, belki benzer toplum fertlerini bazı yakınlarımızda da görebileceğimiz, ecdat güzelliklerini hatırlatan bir aileyle karşılaştım. Yurt dışına çalışmaya giden bir baba, fedakâr “gül yürekli bir anne”, pek çok imkândan mahrum yoksul bir köy…
Bir değer iletimi, sürekliliğin halen yer aldığı zamanlardan ses veriyor Kar Renkli Çocukluğum. Hem maziye, hem bir maneviyat âlemine kapı aralıyor; kararttığımız, eskittiğimiz ya da kıymetini bilmediğimiz zamanlardan pencereler açıyor.
Daha ileri bir yaşta olmama ve çocukluğumda elektrikli, sıcak, belki bir nebze konforlu denebilecek bir vasatta yaşamama rağmen; aramızda müşterek pek çok nokta yakaladım. Elbette, 70’li yıllarda bile elektriksiz bir köyde gaz lambasıyla yaşamak, nüfusa geç kaydedilmek, kuyudan çeşmeden su taşımak, doğal ihtiyaçlarını dışarda karşılamak, yoksulluktan doktora gidememek ve müessif kayıplara uğramak, gübreyle ahır temizliğiyle uğraşmak, hayvan haşatın kıraç tarlaların nazını çekmek, çok çalışmaya mecbur kalıp, muhtemelen emeğinin karşılığını almamak benzeri kırsal hayatın çeşitli zorluklarından uzaktık.
Ama “Komşu komşu hu!/ Oğlun geldi mi? / Geldi…”, “İğne battı / Canımı yaktı/ Tombul kuş/ Arabaya koş…” diye başlayan tekerlemeler; “Benim annem, güzel annem / Beni al kollarına,/ Kucağında okşa beni…”, “Bak Postacı Geliyor/ Selam veriyor” diyen okul şarkıları, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…’ diye hep birlikte gür sesle okuduğumuz Andımız”…
“Pazartesi ve Cuma günleri hep birlikte okuduğumuz ‘İstiklal Marşı’nın sesi”; “okumayı sökenlere kırmızı kurdele”; “ Dede Korkut, Nasreddin Hoca fıkraları, Ömer Seyfettin, Atatürk’ün çocukluğu; Zonguldak’ta (Tunçbilek’de H.Y.K.) kömürü bulan Uzun Mehmet’in hayatı; “Okulda en coşkulu kutlanan millî bayram, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ‘Bugün 23 Nisan. / Neşe doluyor insan’; “Kurtuluş Savaşı skeçleri ( Ben de harpte yararlılık gösteren bir çocuğa madalya takan bir öğretmen rolünü oynamıştım. H. Y. K.); Ramazan Kurban Bayramı sevinçleri, top sesleri, yumurtalı pide, kalkanları kıskandığımız sahur yemekleri; “evliya menkıbeleri”; defter kenarlarını süslemek; Amerikan süt tozu, “Yağ satarım, birdir bir, yakan top gibi oyunlar; “kuzinede pişen nefaset; adab-ı muaşerete riayet, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmamak, sakız çiğnememek gibi) dikkatler…
“Akasya ağaçlarının beyaz çiçeklerini koklayıp sonra da yemek”; çilekeş “tutumlu, kanaatkâr, cömert ve misafirperver Anadolu kadınları”; “radyo günleri”; “Amerikalı boksör Muhammed Ali’nin geç vakitlerde yayınlanan şampiyonluk maçları”; “yerli malı haftaları”; “Aşık Veysel, Yıldıray Çınar, Yıldız Ayhan, Necla Erol, Neredesin Sen, Uzun İnce Bir Yoldayım, Nem Kaldı”, Denizli’nin Horozları, Altın Hızma, Dağlar dağlar, Gençliğe Veda,…”; yıldızlı sinemalar ( Ortaokul yıllarında çok sevgili Fahri arkadaşım ile Cüneyt Arkın’ın tarihî filmlerindeki kahramanlarla öyle bir bütünleşmişiz ki yulaf tarlasında taklalar atarak savaş oyunu oynarken tarladaki yulafların çoğunu farkına varmadan perişan etmiştik. S. 138) ; Pollyanna, pehlivan tefrikaları; takım tutma önce “Fenerbahçe tutkusu” bir ara üç büyüklerin saltanatına son verdiği için(H.Y. K.) “Trabzonspor” merakı; “Jülide Gülizar, Mesut Mertcan, Ülkü Giray… Arı Maya, Heidi, Komiser Colombo, Uzay Yolu, Kung Fu, Kaynanalar, Küçük Ev; cambaz motosikletçiler; yağ kuyrukları…”
Sadece yeryüzüne değil, semaya da bakış: “Elektriğin olmadığı küçük mahallede ayla birlikte yıldızların aydınlattığı geceleri çok severdik. Gökyüzünün yıldızlarını sayardık, her birimizin yıldızları olurdu. (S. 17)
Yazar; ele aldığı konulara uygun, seçkin şairlerimizin eserlerinin yer aldığı bölümlerle hoş açılımlar yakalamış. Mesela Ziya Osman Saba’dan “Ah bütün sevdiklerim, bütün kaybettiklerim! / Neyi arayım, yerde kurt, göklerde yıldız mı? / Babam, annem, evimiz, bahçem, çitlenbiklerim, / Sizler rüya mıydınız, sizler yaşamadınız mı?” (S. 18)
Hoş, safiyane bir çocukluk: “Azıcık kar yağmaya başladığı an içimiz kıpır kıpır eder, karın çok yağması için Allah’a dua ederdik. Pencerenin puslu ve buzlu camlarından dışarıyı seyrederdik. Geç saatlere kadar öylece kaldığımızı gören annem, bir an evvel uyumamız için: ‘Çocuklar, siz böyle karın yağmasını seyrederseniz, o da utanır yağmaz. Siz şimdi uyuyun. Sabah olunca göreceksiniz ki, her taraf bembeyaz karla kaplı olacak. Annemizin böyle söylemesini, karın yağması için büyük bir müjde kabul ederdik. Hayallerimizle hazırlanırdık tabiattaki büyük düğün’e.” (S. 98)
Kitapta ilginç bilgiler mevcut. Çerkez Pastasını eminim ki duyanlarınız azdır:
“Mutfağımızın penceresinden uzun bir iple bağladığımı halburla (Büyük delikli elekle) sığırcık ve karatavuk yakalardık kardeşlerimle. Ara sıra da mahallemizdeki Ahmet Ağabeylerle ava giden Ferhat Ağabeyimin vurduğu ördek ve çulluk gibi kuşların etleriyle karıştırılan mısır unundan annemin yaptığı Çerkez pastasını yemeye doyamazdık.” (S. 100)
Zarif eleştiriler yapıyor Yazarımız, toplumsal zafiyetlerimizi tenkit ediyor: “Dünyada tarım bakımından kendi kendine yeten ülkesi olmakla övünürdük o zaman” (S. 48)
“Gül yetiştirirdi annem bahçemizde/ Kırmızı renkli, Muhammed kokulu güller. / Gülü her koklayışımızda/ Salavât getirirdik gül Peygamber’e / Güller, mazot kokmadan önce; … Ferhat ile dağı deler, Şirin ile yanardık!/ Gül desenli yastıklarda uyurduk / Rüyalarımızı çalan televizyon olmadan önce” … Gül kokulu, gül yüzlü, gül insanlar vardı / Yaban gülleri, ayrık otları / Gönül bahçemizi sarmadan önce.” (S. 39-41)
“Selamünaleyküm, Allah” diyerek, dindar gözükerek, üç beş kuruşluk menfaat için yapılan sahtekârlıklar satışlar, “ Bir Sene Ütü Garantili Kumaş” (S. 93- 95)
***
Mânâlı bir geçmiş… Kaybedilenlere bir ağıt, şikâyetname, kuru bir nostalji unsuru gibi değil.
Ahmet Sezgin Bey’in ferdî olarak bu değerleri yaşatmaya çalışması, iyi niyeti ve samimiyetinden olsa gerek bir kötümserlik, yeis hissetmiyorsunuz. Aksine kitap bir aydınlık bırakıyor kalbinizde. Ziyâlı izler…
Eseri okuduğunuzda bu izlenimi ediniyorsunuz, bir bakıma benzerlerinden ayrılıyor.
Kudsî değerleri özümseme, ihlas, herhalde insanı çağdaş darbelere karşı daha mukavim, sabırlı ve yılmaz yapıyor. Azimle beraber bir tevekkül, maneviyat direnci fark ediliyor. Şahsî çaba, içtenlik insana teselli ile enerji veriyor. Vazifemiz de bu olsa gerek.
Sanırım bu karbeyaz çocukluktan, hayat dolu bir başka dünya yeşeriyor.
Tebrik eder, arı duru başarılar dilerim.
Ahmet Sezgin, Kar Renkli Çocukluğum, Ateş Yayınları, 2024
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.