Yol Hali
Alıp başını, şöyle bir çekip gidivermeyi özlemişizdir bazen... Meçhule yürümek, sevdiğimiz her mekânda tereddütsüz, kesintisiz gezintiler yapmak ya da dur duraksız koşmak; gerisin geriye de dönebilmek; bazen de tam tersi dönüşsüz yollara çıkmak...
Sahiplenilmemeyi, sevdiklerimizin, bağımlılıklarımızın baskısını hissetmemeyi; her yere, her şeye sinmeyi; sonra üzerinde kavak yelleri esen yollara gömülmeyi, içimizden ömrümüzden geçen yolları ve onla özdeşleşmeyi... Bir çeşit özgürlük sanrısıyla, yola düşmeyi...
Yol üzerine biraz düşünelim.
Yola çıkışlarda, bazen tabiata ve tabiatına yabancılaşmış, iletişim yolları kilitlenmiş, mevcut tıkanmaları -seyahatle- aşmak ya da hafifletmek isteyen insanın duyguları ön plâna gelmektedir. Uğurlayanı da yoktur, karşılayanı ve yoldaşı da...
Yaşamayı bir ceza, eza ve topyekûn bir nizâ olarak algılayanlar; çözüm olarak, kendini yollara atabilir mi? Her durakta, menzilde, eninde sonunda karşılaştığı “yalnız kendi” mi?
Sık mekân değiştirme; yerinden yurdundan hoşnutsuzluğu, bir yürek zorlayışıyla “sığamama” durumunu ve bir “köksüzlüğü” de imler mi; yoksa “çağdaş bir kaçış” şeklinde mi nitelenmelidir.
Kendi olumsuz şartlarını değiştirme gücünden, ruhsal bir enerjiden mahrum olmaktan kaynaklanan veya sağlam bir ideale bağlanarak, ufkunu genişletemeyip, esasen körlenmekten ileri gelen seçişler, gezişler de vardır şüphesiz. Bu durumda dışın şartlarını habire değiştirerek, kendini gezdirme kolaylığı, “görsele” bağlı bir yenilenme hatıra gelmektedir.
Dünyadayken, kendini “evinde” hissetmeyen, aslî bir vatanı, ezeldeki bir yurdu özlemesine rağmen; hayatını bir “hakikatin” peşinde bir yol ve yolcu şuuruyla, “teçhizatlı” geçirenler olduğu kadar; ne ötede ne beride yurdu yuvası olmayan, bir “eksiklik” duygusuyla oradan oraya koşturan, evsiz inançsız adamlar da vardır.
Unuttuklarının, kaybının, “insanî izlerinin”, “varlığının” farkında olmadan, huzursuz, dönenip duran.. Bütün yolculuğu; -gezdiği şehirler, uğrak yerleri ne olursa olsun-; sonunda fasit bir daireye dönüşen, ne kadar mekân değiştirse de yer(ini) bulamayan...
Yola çıkmak, bir “arayışın” habercisi kimi zaman. Belki “kendimizi bulduğumuz” yerleri daha çok severiz. Fakat yolculuklarda kendimizi bulur muyuz her zaman?
Ya neyi aradığımızı, beklediğimizi; niçin yürüdüğümüzü, koştuğumuzu, yaşadığımızı bilmeyecek kadar “kayıpsak”?
Biteviye oradan oraya savrulmalar, beyhude gidip gelmeler; dolayısıyla nafile beklentiler, özlemler ve boş heveslerle dağa taşa ya da kentlerin cangılına kendimizi vurmak ille de gerekli midir?
“İstikamet”, “arayışlarımızın mahiyeti”, seyahatlerin yaşamımızı değerli kılmadaki “katkısı” önemlidir. “Yer değiştirmek” kadar; “doğru yerde olmak” mühimdir.
O halde, bütün yolculuklar yerinde bir faaliyet değildir. Her halükârda senin “yerin” neresidir?
***
Günümüzde genellikle, “dünya yolcusunun” kaderi de kaçınılmaz bir biçimde ortaklaşmış, yolcu sıradanlaşıp, kimliksizleşip, yığınlardan biri hâline gelmiştir.
Demek ki, güzergâhı iyi tayin etmek, bir pasaporta, “kimlik belgesine”, en önemlisi bir “rehbere” sahip olmak gerekmektedir. Doğru yönde olabilmek için, merkezimizin, çıkışımızın da yanlış olmaması, sepetimizin dağarcığımızın neyle dolu olduğuna bakmamız, seyahatten verim alabilecek, bir “bakış açısıyla” donanmamız lâzım gelmektedir.
Başka deyişle, yolculuktan hasıla toplayabilmek, neticeye varabilmek; neyi hedefleyip öncelediğimize, nelerden etkilendiğimize, “yabancılık mesafemize”, “muhabbet katsayımıza”, “insanî dilimizin seçkinliğine”, kısaca “yolcu(luk) şuuruna bağlıdır.
Görmeye, anlamaya, tanımaya, “doğru okumalara” hazır ve elverişli vaziyette bulunmamıza; “Hakikatle” ilişkilerimize... Pencerelerinize, kapılarınıza, “yüreğinizin bayıldıklarına”...
Seyahatte pusula, rehber iyi seçilmelidir... “Kösteksiz, sivri akıl”, iyi bir kılavuz değildir.
Bazen kar yolları keser. Çığ düşer. Yolumuzda heyelan olur. Eşkıya hazırdır. Tamirat yapılır... Hoş sürprizler de vardır. Gözcüler/ sözcüler ortaya çıkar; güzelliğe çağırır, “ulaşım” sağlanır.
Yer değişikliği, mekân değişikliği; görgüyü, gözgüyü(aynayı) elzem kıldığı gibi; “amaçsızlık” da bir “döngüyü” beraberinde getirmektedir.
Yolculuğun bir başka türlüsü ise; düşüncenin coğrafyasına, kelimelerin dünyasına, hayalin ülkesine varıp gelmek, konaklamaktır.
“Düşsel geziler”de rahatlatmaktadır. Ki bazı rüyalar içimizi açar. Çünkü ruh, umduğunu bulmuştur, mutludur, rüya da muştuludur.
***
“Kaçmak” hepimizin kapıldığı/katıldığı bir histir... Sadece yolculukla değil, başka yollar araçlarla da hayattan, ölümden ve kendimizden kaçabiliriz.
Tebdil i mekânda ferahlık vardır. Ancak önemli olan; istediğinde değiştirebileceğiniz, her dem kaçıp, nefeslenip yenilebileceğiniz sabit bir mekâna sahip bulunmanız, içinizde taşıdığınız bir mekânı elde tutmanızdır.
İstediğiniz zaman, pisliğinizi dökerek “öleceğiniz” ve her ân yepyeni doğuşlarla tertemiz ortaya çıkabileceğiniz, size özel bir mekâna... Ki “ölmeden evvel ölmek de” bir yoldur.
Yollara çıkabilirsiniz ama hep aynı yere çakılı kalırsınız; “yeriniz” esasen hiç değişmez, aynı kısı(t)lı adam olarak yaşarsınız.
Değerleriniz, dünya görüşünüz, ölçüleriniz sizin de “sınırlarınızı”, “insanî kalitenizi” belirler ve yolculuklarınızdan gerekli beslenmeyi, bereketlenmeyi, feyzi almanızı etkiler.
Yoldan yola, halden hale geçer anlamazsınız... Yolunuzu kaybetmişsinizdir veya önünüz görünmezleşmiştir. Ne geldiğiniz yol bellidir, ne gideceğiniz. Bütün adresler yitmiştir. Bilmezsiniz.
“Dış yolculuklardan” ziyade, belki “iç yolculuklar” hayatî bir mana yüklenir. Değişik yollara kaçılsa da, gidip de dönülmeyen yerlerin hasreti bizi sarsa da.. nereye gidersek gidelim, benliğimizin kirli mekânına geri döneriz. Asıl bu mekânı değiştirip, düzenleyerek yolculuklara çıkmak icap etmektedir.
Yolculuğu bir “olgunlaşma” süreci olarak ele alırsak; “ruhsal görgüyü” arttırmak gaye edinilmelidir. Aksi takdirde yalnızca beden gezdirilmiş olur. Oysa huzursuzluğu yaşayan “ruhumuzdur”.
Mekân, “insanla” şereflenir. Kendi içsel mekânımız da, dıştaki de.. Yolculuğun da bu bapta, çıplak bir seyirden öteye gitmemesi; varılacak yerlerin “gönül gezgini ve zenginleriyle” anlamlandırılması beklenmelidir.
Neticede yolculuğun da bir “dili” vardır. En önemlisi, iç yolculuklarla beslenmiş bir “üst dil” kurmadır. Aksi takdirde kaçış imkânsızdır. Bütün yollar kapalıdır.
Mekân sizi anlamlı kılan ve sizin kendini tanı(mla)manızda, bilincinizde yer tutmuş bulunan, iç cevherinizi fark ettiğiniz şeyle kıymetlenir. Yani “kendini bilmekle”.
Yolculuğun künhüne varmak; fikir aramak, hadiselerdeki eşyadaki mânayı yakalamak; belki “kendi ruhunu” kovalamak.
Rasgele, sıradanlığa yenik yolculuklarda; sahte, arızî bir rahatlama, genişlik sağlanabilir; iç yolculuklarda ise derinlerde sıkışıp kalma görülebilir. Herhalde ikisinin de “açık” olması beklenmelidir. Psikolojinizin okumalara, genişliğe meydan verecek sağlıkta ve gönül yükünüzün “Güzel” le dolu olması. Yolunuzun açıklığı...
Yoksa sırf körlüğünü, sağırlığını, “engellerini”; acılarını yani “taşınmazlarını (ağırlığını)” oradan oraya taşıyanın, yol(culuk)dan fazla bir kazancı ve nasibi yoktur. Bütün mekânlar, yollar sınırlıdır, hududu vardır.
Sadece “Mutlak Hakikat” merkezli yolcu; gitgide genişleyen mekânlara, açılan yollara aşkın yolculuklar yapabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.