Yılanlar ve Asalar
Bazen kitaplara tekrar göz attığınızda yeni akraba fikirler, hikâyeler ya da açılımlar yakalayabilirsiniz. Bu yazının bir kısmı da böyle okumalardan sonra ortaya çıktı.
***
“Yılanın başı, çıbanın başıydı.
Yılanın kuyruk acısı vardı, kökü Cennet’e dayanıyordu. Boyuysa çağlara uzanıyordu.
Sürüngenlik, temel insanlık meselesiydi. Her defasında karşısına başka kılıkta, boyda çıkan, o hilekâr, sapkın cüceyle, şahsı da az uğraşmamıştı.
Boynunda yılandan bir gerdanlık olduğuna inandı. Aslında az solucan da ayıklamamıştı. Buzdolabının kapağına obur, tüketici bir yılan oturmuştu.
Televizyon, sihirli nağmelerle yılan gibi oynardı. Alfabelerde “S” saklıydı. İsli atmosferden baş aşağı, kirli sürüngenler sarkar, tıslardı. Ki yediden yetmişe beşere musallattı.
Kafalarda -soğuk, ürkütücü, kıvır kıvır, kaygan bir şeyden- menhus sargılar, sarıklar göze çarpardı. “Ziyanlarda” yuvalanmıştı.
Bir ıslık çalardı, “Yılan toplayıcıları” hayvanları her yere, her yöne salardı. Ağılı, çıngıraklı fikirler kum gibi kaynardı.
AVM’lerde indirimli, sere serpe satılırdı. Üç beş tane alana bedavası da vardı.
Yılankavî hareketler pek makbuldü; ileri demokrasilerde gömlek değiştirmemek de zaten züldü.”
…
Yaş ilerlerken, yolculuklar devam eder; sürekli aynı hataları tekrarlayamaz. Teyakkuz gerektir.
“Sıklıkla bir öte âlem temasını duyuyor. Hadiseler pasif ve basit değil. Uçları, hareketleri, aşamaları var. Sabaha karşı bir rüya görüyor.
Mekân, halen yaşadığı yer değil. Ev ıssız, karanlık, belki gece… Yatak odasının duvarında kıvranan, ufak bir yılan. Gölge halinde. Gün ışığına çıkmamış, belki sanal; ama yürek bulandırıcı.
Küçük ya da büyük günah; kurtçuktan ejderhaya, yılanın gölgesinden bir türlü kurtulamadı. Satranç’da (Ariflerin Satrancı), dama da yine İLAN çıktı.
Bir ısırırsa, yılanın kuyruğuna değil, maazallah “yılanlı kuyuya” düşer çarpılırdı. Hür kuşların kanat çırpıp, engin maviliklerde uçurmasına, bülbüllerle öpüşmesine ise herhalde vakit vardı.
Istırapla, medet umarak bağırıyor. Sanki küçük bir kızdır, can havliyle babasını çağırıyor: “Baba! Babaaa!”
Fakat mazidekinin aksine, baba derhal yetişip gelmiyor. (Hüzeyme Yeşim Koçak, Hicaz Yaprakları, Akçağ Yayınları, 2014, s. 46-47)
…
Fakat bu dünyada şükürler olsun Mevlanâlar Şems’ler de vardı.
“Mevlâna Celalettin Rumi, Allah’ın lütfu ile her şeye boğaz ihsan edildiğini söyler. Toprağın boğazı var ki göklerden gelen suyu içsin ve beslensin, karşılık olarak da bitki versin. Hayvanların boğazı var ki bu bitkileri yiyebilsin ve onlardan beslensin. İnsanların boğazı varır ki hayvanları yesin. .(….)
Hayvan insana gıda olduktan sonra insan da toprağa karışır ve döngü devam eder. Allah’ın bize bahşettiği iman insanın beyhudeliklerini ve isteklerini yutan boğazdır. Hz. Musa’nın firavunun yılanını yiyen asası gibidir. İçimizde Musa’nın asası vardır. İçimizdeki firavunun yılanını yutabilecek imanımız var.
Bir gün tarladayken Musa (a.s’)ya, Allah “O elindeki nedir?” diye sorar.
“Asa”
“Sen bu asayla ne yaparsın?”(…)
“Ona yaslanırım. Bazen de onu koyunlarımı hizaya getirmek için kullanırım. Ağaçlardan onunla yaprakları düşürürüm ki koyunlarım yesin.”
Allah, “Asanı yere at” dedi.
Musa O’nu dediğini yaptı ve asa yılan oldu.
Allah, “Yılanı eline al” dedi.
Hikâye burda bitebilirdi ve çıkaracağımız ders Allah’a teslimiyet olurdu. Yılan, onu öldürebileceği halde Musa’nın Allah’a teslimiyeti ölüm korkusundan büyüktü.
Yılanı yere atması söylendi ve Musa öyle yaptığında yılan bir daha asa oldu. Bu kıssadan alacağımız gerçek hisse, Allah hariç neye dayanırsak o şeyin yılana dönüşebileceğidir.
Sonra da Allah Hz. Musa’ya “Elini kalbinin üzerine koy” dedi ve o da öyle yaptı. Elini çektiğinde avucunda ilahi nur ile Allah isminin yazılmış olduğunu gördü. Bu da kalbinde O’nun isminin yazılı olduğuna işaretti. Birinin kalbi temizlendiğinde Allah ismi bütün varlığına yazılır.( Shems Friedlander, Toynak Sesini Duyunca Zebra Gelsin Aklına, tercüme: Ömer Çolakoğlu, Sufi Kitab, 2013, s. 137-138)
***
“Uyanıyor. Yılan hikâyesi başka bir veçhe alıyor. Şimdi tehlikenin bilincinde.
Gölge yılanı, kendi hâsılası gücüyle, yardımsız def edemeyecek; kuyruğundan tutup, başını ezemeyecek mi?
Fakat muhtemelen bu düşünce de benliğin bir oyunudur, acilen yardım istenmelidir. Yola savruk değil, herhalde kavruk “himmetle”, aşkla gidilir.” (Hüzeyme Yeşim Koçak, Hicaz Yaprakları)
…
SELÇUKYA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ
Selçukya Kültür Sanat Derneği’nin davetlisi olarak bugün 19. 30’da Selçukya Kültür Evi’nde (Rampalı Çarşı, kat 3) olacağım. Edebiyat, kitaplar, hayat üzerine söyleşeceğiz. Vakti müsait olanları beklerim.
Bu vesileyle, imza günümde de beraber olduğumuz, bize o sıcak mekânı açan Sevgili Başkanımız Fatma Şeref Polat hanımefendiye, Gönül Gözü Derneği Genel Başkanı ve Selçukya Kültür Sanat Genel Koordinatörü Sayın Devriş Ahmet Şahin’e, Değerli Şairimiz Hasan Ukdem’e, dernek yönetim kurulu ile tüm dostlara selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.