Nurten Selma Çevikoğlu
Mümin Münâfık Farkı
Yazımıza yine ‘selam duâsı’yla başlamak isteriz.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Efendim kaldığımız beyitlerden başlayalım;
“Müminle münâfık bir oyun başındadırlar, ama ‘Merv’ şehriyle ‘Rey’ şehrinin ahâlisi kadar birbirlerinden uzaktırlar.’
Mümin ile münafık dîni hususlarda her ikisi de Cenâbı Hakk’ın emirlerini şeklen yerine getirirler. Namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekat verirler, Hacca giderler. Ancak müminler her yaptıklarını mümkün mertebe Hak rızâsı için yaparken münâfıklar ise yalnızca kendi nefsi emel ve arzuları adına icraatlar yaparlar. ‘Merv’ şehri İran’ın doğusunda, ‘Rey’ şehri ise İran’ın batısındadır yâni iki şehir birbirinin tam aksi isitikâmettedir. İşte bu sebeple yapılan işlerin ihlâsı arasında tıpkı birbirinin tam zıddı olan şehirlerarası kadar fark vardır. Yine bu misal ayni topraktan beslenen kamışlardan birinin içi şeker ile dolu iken diğerinin boş olması örneği ile pekiştirilebilir. Mümin ve münâfıkta her ikisi de, Hak kapısında durdukları halde birisi dünya ve âhretten nasiplenirken diğeri hüsrâna ve azâba uğrar.
“Müminle münâfığın her biri kendi tarafına gider. Her biri kendi isminin gerektirdiği yere gider.”
Bir üst beyitte bahsedildiği üzere, ihlasla sırf Rabb’in rızâsı için iş yapanların âkıbeti mükâfaat olurken, kendi hevâ ve heveslerine göre yalan-yanlış iş yapanların âkıbetleri ise zillet ve alçaklıktır. Cenâbı Hakk, şerefli Kitâbında: “Biz ona eğri ve doğru yolu göstermedik mi?” (Beled, 11) buyurarak; insanlar için ‘doğru yolu=sirâtı müstâm’i ve eğri yolu bildirmiştir artık herkes dilediğini seçmekte hürdür. Tıpkı bu husus, Hz. Musâ (A.S)’ın sopasında tecelli eden Hak ile sahtekar sihirbazların yalandan yaptıkları eğrilikler gibidir. Dolayısıyla: “Hak gelince bâtıl yok olup gitti.”(İsra, 81) âyeti ile bâtıllar, çirkinlikler, sahtekarlıklar ortadan kaybolmaya mahkumdurlar. Müminle münâfık câmide namaz safındayken, ikisi aynı safta namaz kılarlar, ancak ikisinin namazı bir olmaz. Birisi yalnızca Allah Teâlâ rızâsı için o ibâdeti edâ ederken, münâfık halkın nazarını ve onların kendini beğenmesini hedefler yâni o da namaz kılmıştır ama yaptığı boşa çıkar. Namaz bitince herkes ayrılır, her biri kendi yoluna gider. Birisi Hak yola gider değeri ise şer yola. Nihâyetinde her şey kendi mecrâsı içinde akmaktadır.
“Mümine, ‘Mümin’ diye seslenince, canı hoş ve memnun olur. ‘Münâfık’ denince, o öfkelenir.”
Müminler, mümin kelimesinin mânâsındaki mükâfaatı bilir aynı zamanda münâfıktaki nifâkı, zilleti ve alçaklığı da bilir. O sebeple mümin, mümindeki saadete sevinir. Münâfık ise o kelimenin çirkin mânâsını, sahtekarlığı temsil ettiğini bilir ve kendisinin öyle anılmasını istemez ve bundan nefret eder ama ne yazık ki, bu acı gerçeği kabul etmek durumundadır.
“Mümin adının güzel olması zâtından, imandan ve hareketlerinin güzelliğindendir. Münâfığın çirkin, hoşlanılmaz olması âfet getirici olan hareketlerinin kötülüğündendir.”
‘Mümin zâtından sevilir, münâfığa âfetinden buğzedilir. Bu iki isim iki ayna gibi fiillerin gerçeğini yansıtır. Mümin kelimesinin sesinde bile bir mutluluk hissedilir. Bir de müminin davranışlarında imânın izleri görününce, büsbütün saadet ve neşe kaynağı olur. Ama münâfık öfke ve kin çağrıştırır.’ (Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU, İst, 2007, s.107) Mümin olmak özellik ve güzelliklerinden dolayı insana huzur verir. Fakat münâfık olmak, nefsânî ve şeytânî özellikleri bulunmasında dolayı insana nifak saçar ve ona buğzedilir.
“Mümin kelimesinin terkibi ‘mim’, ‘vav’, ‘mim’, ‘nun’ harflerinin kendilerinde yücelik ve şeref yoktur. Bu dört harf de diğer harfler gibidir. Mümin kelimesi Allah Teâlâ’nın emrine inanıp itaat eden kişiyi târif etmektedir. Başkaca amaç ve anlamı yoktur.”
Hakikaten Mevlânâ Hz. bu beyitte ‘mümin’ kelimesinin içindeki harflerde herhangi bir şeref olmadığını, burada asıl ifâde edilen içi dolan bir mânânın olması gerektiğine dikkat çeker. Meselâ; Âdil mânâsının tam tersi davranışta olanlar bulunduğu gibi ‘Halim’ mânâsının zıddı çok kızgın ve öfkeliler bulunabiliyor. Bu sebeple müminler, mümin târifinin içini dolduracak vakar ve şerefte olmaları kendilerine yakışandır, diye anlamlandırabiliriz bu beyti.
“Ona münâfık diye seslenildiğinde, bu aşağılık sıfat, onu akrep gibi sokar.”
‘Kelimeler kap gibidir. İçerisinde taşıdığı şeylerle değerli veya değersiz diye nitelenirler. Helva kabı, sirke kabı, bal kabı, yal kabı gibi. Kelimeler bunun farkında olmasa bile ruhlar bunların taşıdığı özel durumdan etkilenir. Çünkü kelimeler, içerisindeki mânâyı rûha taşır. O taşınan şey, mümin gibi bir güzellikse rûha inşirah verir.
Münâfık gibi cehennemden koparılmış bir kelime ise rûhu akrep gibi sokar, ateş gibi yakar. Özellikle bir mümine, münâfık denildiğinde, o kelimenin bütün çirkinliği arı-duru inanmış gönlü yaralar, dilhûn eder. Mümini bir kenara bırakalım, meselâ birine ‘hırsız’ dediğinizde feveran eder. Kötü anlam yüklü kelimeler yüklendikleri kötülükleri ruhlara taşır ve rahatsızlık verir.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.193)
Kıymetli okurlar bugünlük de bu kadar olsun. Hoşça kalın. Cumânız mubârek olsun.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.