Ayşe Aslı Duruk
Ani Tepkiler
Bir anlık göz kararması sonucunda hiç düşünmeden tüm gemileri ve dahi limanları yakan, öyle eyvallahsız, fevri ve hatır bilmez oluşlar ve bunları böyle yapmakla övünüp bu kıvancı adeta kutsayışlar, fazlasıyla parlatılıp köpürtüldü... Ama belinde silah taşıyan ve racon kesen karakterlerle bezenmiş olan yerli dizilerin, ama başka sosyolojik unsurların bünyeye yaptığı etkinin sebebiyle... Ya da, hakiki müsebbibi parmakla gösteremeyeceğimiz kadar girift ve çetrefilli gerekçeler ve sonradan icat edilmiş olan gereksinimler mevcuttur belki de, o kadarını bilemeyeceğim. Fakat bu nevi vefasızlıklar, sabırsızlıklar ve belki tahammülsüzlükler 'erdem' 'yiğitlik' ve 'delikanlılık' gibi kavramlarla ve motivasyonlarla aynı potada eritildi. Zoka, hali hazırdaki nefs ve ego terbiyesinin kenarından bile geçmemiş olan hatrı sayılır çoğunluk tarafından da bir güzel yutuldu!
Bir kahvenin kırk yıllık hatırları, kadirşinaslıklar falan... Hepsi nostaljik ve boynu bükük birer romatizmden ibaret kaldı. Zira böylesi çok daha evla, nefis ve hoş şimdi: anlık bir tepkime sonucu patlayan laboratuvarların önünde muzaffer(!) bir edayla izleyicileri selamlayıp onlardan alkış ve övgü toplamak.
Arka plana da şöyle mafyatik esintiler taşıyan ve kabadayılık olgusunu kaşıyan tınılarla bezenmiş olan bir şarkıyı da eklerseniz hele! Tadından yeme... Hakkın ve hukukun esas korunması icap eden yerde ve zamanda adeta koyun sürülerine dönenler, iş, kişisel sulara geldiğinde ve ucuz hesaplara dayandığında, gözü dönmüş ve kanlı ağızlarıyla intikam yeminleri içen aslanlara dönüşüveriyorlar bir anda adeta.
Ahh, azizim, ah! İşin, zıddıyla kaim olan diğer tarafını; madalyonun ters yüzünü yazacak değilim şimdi: o toplumsal davaları ve bahsi geçen koyunluk meselelerini falan. Anladın sen onu. Hakkında asla kalem oynatmak istemediğim, geniş ve karanlık bir arena orası çünkü. Daha ziyade, sosyolojik bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. Fakat orada da, memnuniyetsiz, eleştirel, sıkıcı ve amiyane tabirle 'kafa açan' birisi; 'dırdırcı bir teyze' durumuna düşme riski var. Ne yapsam o halde?
Fakat azizim... Beni az çok tanıdıysan, şimdi ne yapacağımı da biliyorsundur gerçi. Hadi gel de biraz 'kafa açalım'! Varsın bizi beğenmesinler. Burun kıvırsınlar. 'Kral çıplak' demenin dürüstlüğünü ve cesaretini yeğleyelim yine de.
Hayır ama... Haksız mıyım sanki? Ortak, kitlesel, karanlık ve kötücül bir bilinç ve ruh hali, tüm zihinlerin ve ruhların içine sızmış gibi. Zehirli bir gaz misali. Hemen hemen hiç kimsede hoş görü ve 'kredi' kalmamış; sabır bankaları iflas etmiş gibi. Nedir bu saldırganlık, diye sormaya bile fırsat bulamadan kırk yıllık dostlukların kırkının okunduğu, ağlaşmalı meclislerde buluyorum kendimi. İki lafın arası, dost kazığı, nankörlükler ve hayal kırıklıkları.
Konu, dolu bir bardağa damlayan o son damlanın sebep olduğu taşkın mıdır, bilemeyiz gerçi. Nitekim yaşanan her hikaye, kendine hastır. Söz konusu edilen görünür taşkınlığın öncesinde, dışarıdan görünmeyen ve bilinmeyen nice damla; susulmuş, sabredilmiş hatta boyun eğilmiş vakitler de mevcut olabilir. Bilemeyiz. Hüküm vermeden, kalemi kırmadan önce, hakkaniyetle yaklaşmak lazım evvela. Bu, bambaşka bir yazının konusu olabilecek kadar özge bir durumdur ve dikkatinizi çekmek istediğim şey değildir şimdi bu yazıda.
Tersine, o son damlayı 'son' olma sıfatından çıkartıp, onu ilk ve son; yani böylece 'tek' damla yapacak kadar hacimsiz ve minyatür bardakların varlığından ve alkışlanmalarından söz ettim ben, azizim.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.