Nurten Selma Çevikoğlu
Semerkant’tan Kuyumcu Getirtiliyor
Bugünkü yazımıza da; ‘Selam duâsı’yla başlayalım;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Efendim kaldığımız beyitten devam edelim. Bugünkü beyitlerimiz şöyle;
“Hekîmî ilâhînin vaatleri ve lütufları o hastayı korkudan emin kıldı.”
Mânevi tabibin güven verici sözleri câriyeyi rahatlattı, moralini yükseltti. Hekimin vaatlerinden birisi, câriyenin hastalığının geçeceğine olan inancı, diğeri de, câriyenin kuyumcuya olan aşkının pâdişâha söylenmeyeceği konusu idi. Bu şekilde sözlerine itimat edilen hekim, câriyenin kalbini ümit ve huzurla doldurdu. Mânâ hekimi karşısındakine boş hayaller değil, gerçekleşebilecek vaatlerde bulunmuştu.
“Gerçek vaatleri gönül kabul eder. Vaatler vardır ki, gerçek olmadıklarından keder vericidir, insanı tasaya düşürür.”
Eğer vatlar güven verici, dürüst birinden geliyorsa ki, gönül bunu hisseder, bu vaatler yürek ferahlatıcı, gönül rahatlatıcı olur. Ama yalancı ve sahte vaatler insanı hayal kırıklığına uğratır ve o insandan da soğutur.
“Cömertlerin vaadi, akıp duran bir hazinedir. Vaat etmeye ehil olmayanların vaadi ise devam eden bir eziyet ve hastalıktır.”
Kerem sâhibi insanlar sözlerinde vefa gösterirler, şu bilinsin ki; vefa etmeyen cefa çeker. Güzel vasıflı, cömert, asil kişiler âdeta ayaklı bir hazine gibidirler. Onların yüreğinden senin gönlüne iyilik ve güzellikler, umut ve ümit, feyiz ve bereket her vakit akar durur. Ancak sırf vaat etmiş olmak adına boş konuşanların vaatleri, insana eziyet ve cefa verir. İnsan yapamayacağı şeyleri söz vermemelidir. Peygamber aleyhissalâtu vesselam’dan gelen bir hadisi şerifte buyurulduğu üzere; ‘Münâfığın alâmeti üçtür: Söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine emânet edilen şeye hiyânet eder, konuşunca yalan söyler.’ (Buhârî, İman 24) Demek ki, bunları yapanlar münâfık tabiatlı kişilerdir. Kur’ân-ı Kerim’de bu kişiler için: “Münâfıklar, kesin olarak cehennemin en alt tabakasındadırlar.” (Nisa, 145) Buyurulur. Neticede boş vaatlerde bulunmamalı, kişi söz verdiğinde de onu yapmalıdır zira söz insanın özü, âdeta kimliğidir.
“Hekim, bundan sonra pâdişâhın huzuruna çıktı. Câriyenin durumunu pâdişâha bir parça anlattı.”
Mânâ hekîmi câriyenin durumunu pâdişâhın huzuruna çıkıp anlatılabilecek olanlarını anlattı, onu bilgilendirdi ama hepsini bildirmedi yalnızca onun bilmesi kadarını söyledi ki, birlikte çâre bulsunlar. Ancak bâzen de öyle durumlar olur ki, söylenmesi gerekenlerin hepsi de söylenebilir. Yâni bu gibi durumlarda hassas olunmalı, tecrübeli davranmalıdır.
“Hekîm dedi ki; alınacak tedbir (yapılacak şey) şudur: Bu hastalığın iyileşmesi için o adamı memleketinden alıp buraya getirmek icap eder.”
“Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, davet et; altın ve elbiseler vererek onu gururlandır, ikna et.”
Hikâyede mürşidi kâmili temsil eden hekimi ilâhi, aynı mürşidlerin müritlerinin kötü alışkanlıklarını tespit edip onlardan saliklerini uzaklaştırmak için çeşitli temrinler yaparsa tıpkı burada da, mânâ hekîmi câriyenin âşık olduğu kuyumcunun para, servet, hırsı temsil ettiğini ve bunlardan onu nefret ettirmek, onu hayal âleminden çıkartıp gerçeklerin aslî yüzünü göstermek istediği için kuyumcuyu oraya çağırtır. Ta ki, mal ve servetin ne kadar itibarsız olduğunu nefis anlasın. Kuyumcuya da aldandıklarının onun sâhip olduklarını çabucak terk ettiğini, para-pul peşinden gitmenin insanın nasıl aldanabileceğini gösteriyor.
“Pâdişah o tarafa ehliyetli (Semerkand’a), yeterli, yerli yerince hareket eden iki elçi gönderdi.”
Bir yere elçi olarak gönderilecek kişilerin son derece akıllı, bilgili, târihsel birikimi olan ve aynı zamanda gittikleri yerin dilini bilen ehil kişiler olması gerekir. Asrısaadette Peygamber aleyhissalâtu vesselam bilhassa hicretin 6.yılında başka devletleri İslâm’a dâvet etmek üzere mektuplar yazarak, mektupların gönderileceği yerin lisanını bilen kişileri elçi olarak seçerdi. Yanı sıra Hudeybiye anlaşmasının yapılması esnâsında, Mekke’ye elçi gönderecekken, Hz. Ömer (r.a)’ı tercih etmişti ancak Hz. Ömer efendimiz (r.a) Mekke müşriklerinin kendisinin düşmanları olduğunu fakat Hz. Osman (r.a)’ın Mekke’de akrabaları olması hasebiyle onun gitmesinin daha uygun olacağını belirtmesi üzerine, elçi olarak Hz. Osman gitmiştir. Yâni doğru zamanda doğru kişinin gitmesi önemlidir.
Bu tür ehemmiyetli işler ile görevlendirilmiş kişilerin, o işte ehil, becerikli, akıllı aynı zamanda o işi ifâ edebilecek yeterlilikte olması hedeflenir. Aksi takdirde istenilen netice tersine dönebilir hatta devletlerarası husumet dâhi çıkabilir. Devam edersek;
“O iki elçi, Semerkand’a, pâdişâhın müjdecisi olarak kuyumcunun yanına geldiler.”
“Dediler ki; Ey son derece hünerli zârif usta! Hünerin, nâmın şehirlere yayılmış.”
“İşte bak, filan pâdişah seni kuyumcu başılığa seçti, sen ulu bir üstatsın.”
“İşte hil’at, altın ve gümüş. Şimdilik bunları al; (Pâdişâhın huzuruna) gelince de onun has adamı ve nedîmî olursun.”
Kıymetli okurlar, hikâyemizde burada kalalım, haftaya devam ederiz. Şimdilik sizleri Cenâbı Hakk’a emânet ediyoruz. Hayırlı Cumâlar.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.