Pamuk Nine ve Tonton Dede
O pamuk nineler ve o tonton dedeler... Yaşanan her bir yılın, kendilerini daha da ballandırıp tatlandırdığı, olgun, bilge ve hoşgörülü ihtiyarlar... Hepsi sadece birer masal kahramanı ve fantazi ürünü müydü?
Oysa ne çok beklemiştim onları! Ne çok... Çocukken, bir gün onlarla bir arada olacağımı, başımı onların şevkatli göğsüne yaslayacağımı ve saçlarımın okşanacağını hayal etmiştim, taraflarınca. Öyle ya, kadın desen bir 'pamuk nine' adam desen bir 'tonton dede' olmuş olacaktı çünkü. Onlar birer çınarsa, beni hem güneş ışığının yakıcılığından, hem kışın soğuğundan, hem de uykusuzluktan, huzursuzluktan ve hastalıktan koruyacaklardı. Eh, bir nevi kahramanlardı ya zaten! Gerçekten diyorum, çocukluğumda hep onlarla kavuşacağım günü hayal eder ve o günü iple çekerdim.
Nasılsa kadın, zamanla bir pamuk nineye; adam da tonton bir dedeye dönüşecekti. Bunun için gerekli olan tek unsur, zamandı. Tek şart, biraz daha zamanın geçmesiydi. Biraz daha...
Diye diye, yıllarca avuttum kendimi. İlla geleceklerdi zaten. Gelirlerdi. O güne kadar ölmez de sağ kalırsak...
Ve ölmeyip, sağ kaldık. O günler geldi, çattı. Dönüşüm zamanıydı. Kadının pamuklaşmasının, adamın da tontonlaşmasının vaktiydi. Fakat...
Fakat! O da neydi? Kadının her bir saç teli, beyaz ve paslı birer dikene dönüştü. Ne pamuğu... Adam ise gaddar, zorba ve merhametsiz birisi oldu. Ne tontonu...
O güne değin, senelerce kurduğum hayallerin, şiddetli bir şekilde kırılması kısımlarını falan geçiyorum şimdi. Anlatamam çünkü "Derin acılar dilsizdir" demiş ya Seneca hani. Ondan. Fakat, duruma objektif ve nesnel bir şekilde bakmaya çalışıp -bu her ne kadar mümkünse artık- görünenleri o şekilde anlatmaya çalışayım en azından.
"Yıllar bizi yordu" dediler. Bu yorgunluk, onların ya kalbini kararttı ya da derinlerinde var olan gerçekliklerini, bunu artık saklama gereğini duyurmadan ayan kıldı. Bilmiyorum tam olarak ne oldu. Fakat ortada, onca yıldır kurban hayatları yaşadığını düşünüp, bunun intikamını mutlaka almak isteyen, gözleri dönmüş ve kararmış ihtiyarlar türedi.
Kafalarında bir savaş senaryosu kurgulamışlardı. Kanlı ağızlarıyla, o savaşı kazanmaya ant içtiler. Tabi herkes de birer düşman ve rakipti bu senaryoda. Düşmanların en azılısı ve rakiplerin en büyüğü ise onca yıldır yanlarında; en yakınlarında olanıydı. İşin can alıcı noktası, buydu. Sahi, yaşlılığın getirdiği kötücül bir ölüm psikolojisi, kan grubuna ve göz rengine varıncaya kadar, kimliklerini bu kadar mı değiştirirdi zamanın dostlarının, candaşlarının ve yoldaşlarının? Zaman, onları birer pamuk nineye ya da tonton dedeye dönüştüreceği halde, neden şimdi bu kadar nefret, düşmanlık ve intikam yeminleriyle dolu birer zorbaya çevirmişti?
Yalnızca onlar mı öyleydi yoksa genelde böyle mi oluyordu? Sordum, soruşturdum. Pamuk ninelerin ve tonton dedelerin varlıkları gerçek miydi?
Hep aynı cevabı almak, onların yokluklarını acıyla tecrübe etmek konusunda beni yalnız kılmıyordu, evet ama buna sevinmedim. Bunun yerine, o kahramanların sadece birer masal kahramanı ve fantazi ürünü olduğunu anlamama üzüldüm. Yoklardı... Yoklardı işte! Çocukken meğer hep kandırılmıştık...
Pamuk nine, tonton dede... Nur yüzlü bilge ve müşfik ihtiyarlar... Yok azizim, yok! Yaşlılığın psikolojisi nasıl bir şeyse artık! Gaddarlık, dikenler, kurban psikolojisinin bilediği keskin intikam kılıçları, hınç alma yeminleri. Gerçi kimseyi de kınamamak lazım. Umulur ki bizler de öyle olmayız. O değil de, çocukken masallarla iyi avutmuşlar bizi yalnız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.