Misal Veriyorum
Bu yüksek hızlı trenler çok iyi oldu. Her ne kadar hızı düşük; fiyatı çok ve güzergahları yetersiz bulunsa da... Otobüsle yaklaşık 4 saat süren Ankara-Konya arası yolculuk, yaklaşık 2 saate düşmüş oldu en azından. Çok güzel. 'Çok güzel' bulmak için yeterli, ya da.
Ne zaman tren garına gelsem, ki sık sık yolculuk yaparım, bir kaç sene önce tren istasyonunda ne yazık ki cereyan etmiş olan o elim terör olayı aklıma gelir yalnız. Ürperirim.
Fakat şimdiye kadar ona benzer bir durumla şahsen karşılaşmadım. Hem ne der Stoacı felsefe: bir felaketin başınıza gelme ihtimali, korkuya kapılmanıza sebep olmasın. Belki o olasılık hiç bir zaman gerçekleşmeyecektir ve şimdiye kadar da kesinlikle gerçekleşmemiştir zaten. "Boş yere vehimlere kapılıp da anksiyete yaşamayın" diyor, yani.
Önümdeki koltuğun arkasına ve benim koltuğumun da tam önüne denk getirilmiş olan kısımda, benim kullanmam için yapılmış olan ve küçük bir masa görevi gören rafı indirip, çayımı koyuyorum oraya. Şekersiz çay ve kahve içenleri bir kez daha anlamayarak ve onlara şaşırarak, sıcak ve tatlı bir yudum alıyorum, yutkunurken karton bardağı o küçük masaya çoktan geri koymuş ve başımı cama doğru çevirmiş olacağımı bildiğim bir şekilde. Tarlanın tapanın yanından öyle son sürat geçip gitmek ne güzel. Ankara'ya yaklaşıyor ve ulaşıyor olmak... Tabi indiğim zaman, yukarıda bahsettiğim tarzda bir terör olayıyla karşılaşmamak kaydıyla.
*
Yol boyunca, 'misal aleminde uyuyan ihtimaller' tanımı aklıma geliyor büyük Mevlana'nın. Bunun üzerine düşüyor ve düşünüyorum. Misal alemi, ya da, masal alemi... Adına hangisini derseniz işte! İhtimaller diyarı, olasılıklar ülkesi. Ete kemiğe bürünüp de vücuda gelmemiş ve bilindik varlık alaninda arz-ı endam etmemiş olan, sayısı ve içeriği bizlerce belirsiz ve bilinmez olan nice ihtimal. Sahi, arka bahçemde neyin nüvesine gebe olan tohumlar, bir parça toprak ve bir yudum su bekliyorlardı şimdi?
Mucizeler, felaketler ve ikisinin arasındaki aslan payları... Hoş, oradaki bir tohumla karşılaşmışlığım da var daha yeni; geçen günlerde. Ondan bahsedeyim...
Toprağa bir düşüverse, hani bir parça hava ve bir yudumcuk da su bulsa hemen yeşerecek gibi duran, dahası, "hadi elimden tut ve beni varlık sahasına çıkart" der gibi bir hali olan bir tohumdu bu. Misal ve masal olmaktan yorulmuş, sıkılmış ve bir an önce vücut bulmaya hevesli, sabırsız bir tohumdu. Fakat sabırsızlık, genelde yaramaz... Tecrübeyle sabit! Misal alemini çok defa görmüşlüğü ve gözlemlemişliği olan bir tanığımdır. Yine de "acaba mı ki?" diyor ve bir şans veriyorsunuz tohumlara çoğu zaman gerçi. Ah içimdeki bu tohum sevgisi! Şans vermek ise gerekli koşulları oluşturmaktansa, aradan çekilmeyi gerektirir ve fakat. Öyle de yaptım. Aradan çekildim.
Kendini gerçekleştirecek mi, yoksa, kendini imha mı edecekti o masal? Ya da, tohum? Bunun cevabını çok kısa sürede alırsınız.
Aldım da. Deneyimler haklı çıktı yine, tohum kendi kendini yok edince. Olasılık, olanaksızlığa; ihtimal, imkansızlığa dönüştü, yani.
Konuştu çünkü tohum. Dile geldi. Buz gibi, uzak ve sevimsiz lisanını kullandı. Eğer tutup ve tutunup çatlasaydı, nüvesinde neler vardı bilmem. Bilemedim de hiç. Belki de başka bir bahçeye pek yarışacak olan bu tohum, benim arka bahçemde yaşamadı da, yaşayamazdı da.
Fakat... Misal aleminin yüzü bana dönük olan tarafında kim bilir ne zamandır uyuyor olan bir ihtimal, sonunda uyanıp ait olduğu yerin burası olmadığını anlamış ve anlatmış oldu. Anlamış oldum. Tohum, belki başka bir bahçede yeşerecekti ve benim bahçem de belki başka bir tohumu bekliyordu.
Sonra boş karton bardağı katlayıp küçülterek, küçük çöp kutusunun içine attım. Az sonra vardığım tren garında da bir terör olayı gerçekleşmedi. Tıpkı o tohum gibi, ölüm uykusuna yatmış olan bir ihtimal olarak kalmaya devam etti, kendi aleminde.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.