Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Dil ve Lisan

Kulaklara, dillere, seslere ve lisanlara hiç ihtiyaç duymadan, sabahtan akşama kadar sohbet ettik onunla. Farklı lisanların dille değil ama gönül teliyle tınlayan seslerini duyabilip, sözlerini söyleyebilmek için kelimelere ihtiyaç yoktu ki! Bunları duymak için kulaklara ihtiyaç yoktu. Ses etmeye lüzum yoktu. Gönül telinin bir tınısı, zaten vardı. Dili bağlayınca, çok daha dürüst ve gerçek olan ortak bir lisan öğrenilebiliyordu. Vücut dili yeterince konuşkan; gözlerin kalplere açılan kapısı da yeterince açık ve davetkardı, bunun için. Kalbe davet eden birer kapıydı, her iki göz. Bunu ikimiz de öğrenip o suskun ve ortak lisanı söktüğümüzde, sabahtan akşama kadar sohbet ettik. Aynı dili konuşamamanın tam içinde, çok şey anlattık birbirimize. Dedim ya, vücut dili vardı bir kere. Gözler, mimikler ve yüzün her bir noktasına gizlenen kelimeler vardı. Okunabilirdi. O dil, bir kez söküldüğünde, gerisi çorap söküğü gibi geliyordu. Sabahtan akşama kadar sohbet edilebiliyordu. Anlatılabiliyordu. Anlaşılabiliyordu. Dil denen organa ne gerek vardı? Dil zaten, her yöne dönebilen bir organdı. Dönekti. Bu yüzden, güvenilmezdi.

 

Yok…

Dilin ucuna kadar gelip orada düğümlenen binlerce kelime varken, nasıl anlaşılabilirdi ki? Nasıl anlatıp, nasıl anlayabilecektik, bu sıkışıklığın içinde? Dildeki düğümlerin sebep olduğu sıkışıklığın içinde? Öyle ya, düğümler, sıkıştırıyordu. Anlatamamak, boğuyordu. Susmayı öğrendik biz de. Kalplerimizi daha fazla sıkıştırmayıp, onları özgür bırakmak için, susmalıydık. Susmak, özgürlüğümüzdü. Konuşamamak ve anlatamamak konusunu kabullenişimiz, bu konuda pes etme hakkımızı kullanıp beyaz bayrağımızı göndere çekmemiz, ikimizi de, birbirinden uzak ama kendi içinde özgür kişiler yapacaktı. Aksi yöne kürek çekmek, sadece kalplerimizi sıkıştıracak ve dillerimizdeki düğümleri çoğaltacaktı. Boğulacaktık. Havanda su dövmeye çalışmanın bir anlamı yoktu. Anlaşamazdık. Birbirimizin lisanını bilmemek, birbirimizin dilini hiçbir zaman çözemeyecek oluşumuz anlamına geliyordu. Lisan, dil demekti hem. Vücudun ve gözlerin dili, mimiklerin iç dünyayı ele verişi falan… Hepsi, birer safsata ve gereksiz birer romantiklikti. Pratik hayatın soğuk gerçekliği, tüm bu romantizmi dondurup buzdolabı rafına kaldırırdı. Kaldırıyordu. Konuşamamak; ortak bir lisandan yoksunluk, dili ve kalbi aynı anda düğümleyip bağlıyordu. Anlaşamazdık. Bunu kabullenip özgürleştik. Birbirimizden uzağa ve gökyüzüne doğru, özgür birer balon gibi uçup savrulduk.

Hangi düşünce doğru? Tabii ki, ilki. Fakat en az bir o kadar da, ikincisi... İlkini yaşıyorum, gerçi. Bir yandan da, bulunduğum yer, tam olarak ikincisinin içi. Dil, önemli... Hangi dil mi? Bilmem ki! Ben diyeyim ağız içindeki organın; siz deyin vücudun dili… Yalnız şu da var ki, sabahtan akşama kadar sohbet ettik onunla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi

Okumak

28 Kasım 2025 Cuma 15:48

Sen Hep Giderdin Zaten

21 Kasım 2025 Cuma 15:24

Gizli Saldırılar

14 Kasım 2025 Cuma 14:03

Odadaydım

07 Kasım 2025 Cuma 14:34

Bu Göl

31 Ekim 2025 Cuma 15:07

Kış Geliyor

24 Ekim 2025 Cuma 14:16

Ani Tepkiler

17 Ekim 2025 Cuma 14:19

Sen Kendin Ettin

10 Ekim 2025 Cuma 14:14

Çelişki

03 Ekim 2025 Cuma 14:00

Savaşım ve Ordu

26 Eylül 2025 Cuma 15:25