Câriyeyi Muayene Başladı
Bugün de yazımıza, ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Epey zamandır ara verdiğimiz câriye hikâyesine artık dönüyoruz. Pîri hekîm câriyenin derdini anlamak ve de çözmek için padişahtan onunla yalnız kalmasını ister. Bu hususla ilgili beyitler şöyle;
“Tabîbi ilâhî dedi ki, Pâdişâh’ım; akrâbâyı da, yabancıyı da uzaklaştırmak sûretiyle sarayı tahliye ettir.”
Burada hekîmi ilâhî aslında mürşidi kâmildir. Evi boşalt derken, kalbini boşalt demek istiyor. Kalp doluyken, nefis terbiye edilmez. Kibir, gurur, hased gibi önceden biriken menfiliklerden kalbin temizlenmesi gerekir. Kalp evi, her türlü mâsivâdan boşaltılmazsa, Hakk’ın teşrif etmesi gereken yürek, heva ve hevesin hücumuna uğrar, kirlenir, parlaklığı kalmaz, dolayısıyla gönül aynası berrakça görünmez, bulanık gösterir. Bu şekilde gönül içindekini tam olarak yansıtmayınca içindeki hastalık da anlaşılamaz. Gönül saflığının muhafazası ehemmiyetlidir.
“Kimse koridorlarda bulunup dinlemesin ki, bu câriyeden bâzı şeyler soracağım.”
Hekîmî ilâhî şunu demek istiyor; Ben işe önce görünür maddi şeylerden kalbi boşaltmakla başladım yâni evvelâ câriyenin bulunduğu sarayı boşalttım ki, ona bâzı sorular soracağım. Ona soracağım sorulara, işimden anlamayanların karışmasını istemem. Zira yanlış yorum yapabilirler. İşime karışılırsa, o vakit tedâviden istenilen cevâbı alamayız. Eğer bir işe güvenip birini görevlendirdiyseniz, onun yaptıklarına itimat ediniz ve işi ona bırakınız ki böylece iyi bir sonuç çıksın.
“Ev boşaldı, içeride hekim ve hastadan başka kimse kalmadı.”
Herkes hekîmi ilâhînin tedâvisini düzgün yapabilmesi için onun dediğine teslim oldu. Pîri ilâhî, câriyenin bir gönül hastalığına tutulmuş olduğunu anladı. Ama onun kim olduğunu anlaması adına sorular sorması için yalnız olmaları gerekiyordu.
“Tabîbi ilâhî câriyeye yumuşaklıkla ve nezâketle; ‘Nerelisin?’ diye sordu. Her şehrin ilacı başka ve biri birinden uzaktır, dedi.”
Burada bahsedildiği gibi insanlara yumuşaklıkla, nazikçe davranmak güzel bir davranıştır. Geçmişte Musa peygamber kardeşi Hârun ile berâber Fravunu Hakk’a dâvet için gittiklerinde Rabb’leri onlara dedi ki: “(Gidin) ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki, nasihat dinler, yâhud (Allah’tan) korkar.” (Tahâ, 44) emrini vermişti.
Ayni bu hâdiseye benzer bir vaka da, Hicretin 3. yılında Uhud harbinde gerçekleşti. Hz. Hamza, Hz. Mus’ab gibi tam 69 değerli sahabenin şehid olmasına sebep olan savaşta Müslümanlar mağlûbiyete uğradılar. Ancak Peygamber aleyhisselâm ve berâberindekiler dönüşte hiç kimseye kötü bir muamelede bulunmamışlardı. Bilakis, savaşa katılanların hal ve ahvalleri sorularak, yumuşaklıkla onlar teselli edilmiş, nezâketle davranılmıştı. “O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrâfından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allâh'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âli İmran, 159) Dolayısıyla yumuşak muamele kalplerin birleşmesine, hiddet ve şiddet ise nefrete vesile olur.
Şimdi bu beyitte de gönlü yaralı bir hasta var ebette ona yumuşaklıkla, nâzikçe hitap ederek ne sorulacaksa sorulmalı. Acı çeken câriye, hekimin güzel muamelesiyle karşılaşınca, ona sevgi ve muhabbet duyar ve arada bir dostluk oluşur. Kendisine verilecek nasihatları yürekten kabul eder. Bütün bunlara rağmen pek tabidir ki, her şehrin havası, suyu, iklimi farklıdır. Yine her bölgenin insanları hastalandığında kullanılan ilaçlar, derman ve şifâları değişiktir, birbirine benzemez. Hatta her yörenin karakter ve mizaçları da farklıdır. Yine her kişinin tedâvi usulleri de, kendine hastır. Kime ne kullanacağı, hekimin maharetiyle kendini gösterir. O yüzden hekim hastasına sorular sorması, ona uygulayacağı tedâviye karar vermesi açısından gereklidir.
“Tabîbî ilâhî câriyeye; ‘Senin şehrinde akrâbandan kim var? Yakınlığın ve bağlılığın neyedir?’ diye sorar.”
Doğup büyüdüğün şehrinde yakınların kimler? Neyle ilgilenirsin? Sevdiklerin kimler? Gibi sorularla, Hekimi ilâhî, câriyenin ilgili olduğu şeyleri öğrenmek ister. Amacı, herhangi bir gizli sırrı olup olmadığını anlamaktır. Böylece, câriyenin mâzisini, sevdiği şeyleri, nefret ettiklerini öğrenmek üzere sorular sorarken, o sırada onun gizlediği şeylerin olup-olmadığına dâir, ısrarla sorulan sorulara cevap verirken ki tavrı, onun hastalığı ile ilgili açıklama getirebilir.
“Tabibi ilâhî câriyenin nabzı üzerine elini koydu, feleğin cevrü cefâsından birer birer sual etti.”
Bilindiği gibi nabız, her şeyi açığa çıkarır. Hekim elini câriyenin nabzı üzerine koyarak sorularını sorarken, onun nabız atışlarından hastalığının sebebine dâir ipuçları çıkarabilecekti. Câriyenin başından geçen olaylara âit sorulan sorulara verdiği cevaplarda, kalp ritimleri nerede hızlandıysa, hastalığın kaynağı ortaya çıkacaktı. İnsanları üzen hâdiseler, onun hayâtını acı olarak etkileyen şeyler mutluluktan daha çoktur. Mutluluklar çabuk geçer hemen unutulur ama üzüntü ve sıkıntılar kişileri etkiler belki de unutulmaz izler bırakır. Ve kişi kendini ve derdini dinleyecek birini bulduğunda anlatır, anlatırken de onun hâline yönelik işâretlerden onun durumu anlaşılabilir. Aynı zamanda bu uygulama, bir tür psikolojik rahatlamadır. Bugün de böylesi psikolojik uygulamalar yapılıyor. Her ne kadar hekîmî ilâhî, câriyenin hastalığını gördüğünde anlamasına rağmen o yine de, herhangi bir şüpheye mahal verme olmasın diye atması gereken tıbbi adımları tek tek ihmal etmeden atmıştır.
Efendim şimdilik burada sonlandıralım, haftaya devam edelim inşallah. Cumânız mübârek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.