Bereket: Emeğin Sessiz Şehzadesi
Hayat, çoğu zaman hızla akan bir nehir gibi; uğultulu, bulanık ve telaşlı. İnsan, bu nehrin ortasında bir sal gibi savrulurken kazandığını biriktirme, büyütme, çoğaltma peşine düşüyor. Kimi zaman bu hırsla ne yöne gittiğini bile fark etmiyor. Kazanç hırsı, bir su gibi akıp giderken insanı da beraberinde sürüklüyor. Lakin unuttuğu bir şey var: Kazanç, her zaman sayıların işi değildir. Asıl kazanç, görünmeyen sırların içindedir. Ve o sırların en büyüğü, en gizlisi “bereket”tir.
Bereket, sadece çokluk değil; anlamın çoğalmasıdır. On dirhemin yüz dirheme galip geldiği hikâyede gizlidir bereket. Aynı sofraya oturan iki aileden birinin huzurla doyması, diğerinin doyamayışı… Aynı kazancı elde eden iki esnaftan birinin geceleri rahat uyuması, diğerinin uykusunda terlemesi… İşte bu fark, paranın değil, mananın hesabına yazılır. Çünkü bereket, miktarda değil, mahiyettedir. Varlığın içindeki huzur, azın içindeki doyumdur.
İnsan, sabahın seherinde dükkânını “Bismillah”la açmadıkça, alın terine dua katmadıkça, pazarlığını helalle mühürlemedikçe zengin olsa ne yazar? Zira bereket, parayla değil; niyetle gelir. Bereket, ticaretin değil; adaletin, kanaatin ve şükrün yanına kurar otağını. Kalbinin yönü doğru değilse kazancının yönü de şaşar.
Kimi zaman bir dilim ekmekle bir ömür doyar insan; kimi zaman sofralar taşar da göz doymak bilmez. Çünkü insanın gözü, midesinden daha açtır. O yüzden, rızkı değil; rızanın sırrını aramak gerekir. Çünkü hayat, sadece kazanmakla değil; neyi neye feda ettiğinle, ne uğruna vazgeçtiğinle ölçülür.
Bereket, görünmeyen ama hissedilen bir misafir gibidir. Kapıyı tövbe ile açar, sadaka ile içeri girer, şükürle yerleşir. Gösterişin gürültüsünden hoşlanmaz; sessizliğin, tevazunun ve samimiyetin kucağında yeşerir. Bereketin olduğu yerde eşyanın tadı, zamanın kıymeti, insanın huzuru artar. Bereket yoksa, bolluk bile boğar. Zaman akar ama yetmez, kazanırsın ama yetiremezsin, yersin ama doyamazsın.
Bir işin başı besmele, ortası doğruluk, sonu tevekkül olmadıkça, ne kadar kazanırsan kazan, bir yerlerden eksilirsin. Ve bil ki, bazı eksiklikler cüzdanda değil, vicdandadır. Kimi zaman huzur, bir maaşın içinde değil, bir duanın içinde saklıdır.
Bazen bir zanaatkârın küçük tezgâhında, bazen bir çiftçinin nasırlı elinde saklanır bereket. Ne diplomanın cilasında, ne ofislerin yüksek tavanlarında bulunur. Çünkü bereket, göğe yakın ellerin duasıyla iner; yere yakın gönüllerin sabrıyla kalır. Şehirler yükselir, binalar büyür ama bazen küçücük bir köy evinde daha büyük bir bereket yaşanır.
Modern dünyanın gözleriyle bakıldığında, bereket “hesaplanamayan” bir fazlalıktır. Ama hakikatin penceresinden bakıldığında, bereket Allah’ın kuluna lütfettiği görünmez bir örtüdür. O örtü varsa, az çok olur; yoksa çok, hiç hükmündedir. Lüksün içinde yoksunluk, kalabalığın içinde yalnızlık yaşanır.
Ve şunu da unutmamak gerek: Bereket, sadece parada, kazançta aranmaz. Zamanın bereketi vardır mesela; bir gün, bir ömre bedel olur bazen. Muhabbetin bereketi vardır; bir dost, yüz tanıdığa bedel olur. İmanın bereketi vardır; bir secde, bin günahı siler. Öyleyse insan, sadece işine değil; diline, kalbine, vaktine de bereket düşürmelidir.
Netice mi? Kazancını ölçerken cebine değil, yüreğine bak. Zira bereket, görünmeyen ama hissedilen, sayılamayan ama yaşanandır. Ve unutma: Bereket, Rabbinden gelen bir sırdır; ona layık olanlara misafir olur. Kim onu gönlünde taşırsa, dünya ona dar gelmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.