Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Aşkın Devâmı ve Kemâli

Aşkın Devâmı ve Kemâli

Yine yazımıza, ‘Selam duâsı’yla başlayalım isteriz.

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Bugünkü yazımızda nasip olursa iki beyti ele alalım dileğindeyiz efendim. Başlayalım bakalım. Vira Bismillah.

“Aşka meyli ve tahammülü olmayan kimse kanatsız kuş gibi kalır. Eyvahlar olsun öylesine!” (31.Beyit)

Aşk, Hakk yolunda olanlar yâni sâlikler için mûcîzevî bir güçtür. Meselâ, uçak gibi bir taşıt aracını aşka benzetsek, oraya bineceklerin günümüzde en azından herhangi bir sağlık probleminin olmaması aynı zamanda cesur, metânetli, sabırlı ve tahammüllü olması gerekir. Bunlar olmazsa uçağa binme hâdisesi gerçekleşmez. Bu durumda, cesâretsiz kişi, kanatları yolunmuş tavuk gibi olur, uçamaz. O sebeple, gerçek âşığın her hâlu karda düşüneceği yegâne şey aşkının devâmı ve kemâlidir. Eğer âşık bu yüce ideale kendini adamaz ise, tıpkı kanatsız kuş gibi kalır. Mâşukuna yönelerek mânen yükselmeyen âşığın vay hâline!

Burada şu yorum da yapılabilir; ‘Mevlâna Hz. tek kanatlı bir kuş idi. Bütün kelâmî ve fıkhî bilgilerin hepsini ilmen biliyordu. Şemsi Tebrîzî geldi, O’na bir daha kanat taktı. Böylece onu mânevî âlemlere kanat açtırdı. Mesnevi mânevî şerhinde de şunlar kayıtlıdır;

‘Aşk insanı olgunlaştıran, ilâhî bir iksirdir. Aşkın gıdâsı ateştir. Onun için şâir (Yaman Dede) ‘Yanmaktır efendim biricik çâresi aşkın. Ağlatma da yak; hâli perişanıma bakma!’ der. Yanmayan pişmez. Pişmeyen lezzetli olmaz. Aşkın potasında varlığını eritemeyen arınamaz, şeffaf bir hâle gelip mânâ semâlarına kanat açamaz, kanatsız bir kuş gibi çırpınır durur da tecelliler ufkunda yol kat edemez.

Aşkın iksirinin yudumlamak gerek. Testisini Hakk’ın şarabı ile doldurmayan, bu şaraptan tatmayan aşk sarhoşu olamaz. Gaflet perdelerini yırtmayan, kendinden geçmeyen kendini bulamaz, özündeki özü göremez. Kendi özünü bulamayan, Rabb’ini bilemez. Rabb’ini bilemeyen, kayadan farksız bir katılık içerisinde, ebedî güzelliklerin idrakinden mahrum olarak, ot gibi mevsimlik nebat gibi geçer-gider. Böyleleri, yaratılma olayına damgasını vuran, mevcûdâtın her zerresine sinip hayat veren yüce aşk esprisini yakalayamazlar.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.60)

Diğer beyte geçtiğimizde;

“Önümde ve ardımda yârimin ışığı olmazsa, ben nasıl önüm ve ardım için aklı rehber tutabilirim?” (32. Beyit)

Sevgilimin nûru bana erişmezse, akla bir nefes dâhi yer olmaz. Şunu bilelim ki, samimi aşk sâdedir, gösterişsizdir, ona akıl ile erişilmez. Şu an bile hepimiz O’nun nûruyla, hidâyet buluyor, O’nun nûruyla aydınlanıyoruz. Aslında Allah Teâlâ’nın nûru bizi dünyâlık olsun veya olmasın her türlü endişelerden kurtarıyor. Ancak tabi ki, doğru yolda yürümek için akla ihtiyaç vardır. Aynı zamanda ayakların adım atabileceği yeri daha doğrusu insanın ayağını basacağı yeri görmesi gerekir. Bu da yalnızca sevgilinin nûru ile mümkündür. O nûr olmazsa ben nasıl arkama ve önüme adım atabilirim? Şunu bilelim ki, bu dünyâda mârifet nûrunu göremeyenler, öbür dünyâda cemâli göremeyeceklerdir. İmânın varsa aklın vardır.

Kâinatta önde-arkada, sağda-solda her ne varsa hepsi Cenâbı Hakk’ın nûru ile insanlara âşikar olmaktadır. Hakk’ın nûru olmazsa kimse göremez, yeter ki O; Kâdiri Mutlak Nûr pınarını hep akıtsın. Akıl da Rabbi Teâlâ’nın bir ikramıdır ama onun idrâkını çalıştıran aklın gözünü aydın eden ilâhî aşktır. Kâinattaki O Sonsuz aşk, varlık âlemine ışık olandır, insan O’nuın açtığı yolda Hakk’ın aşkı ve coşkusuyla koşar, ulaşmak istediği yerde yerini alır ve nihâyet oraya konumlanır.

O’nu bulmak isteyenler, arayanlardır. Arayanlar ise bulanlardır. İşte bu zincirlemede Cenâbı Hakk’ı arayanlar, O’nun kutsî huzûruna akılla değil ancak aşkla ulaşabilirler. Bu zincirlemenin dışında kalanlar, mâsivaya bel bağlamış, hakikat ilminden nasiplenememiş kimseler, mâlesef mânevî yollarda ilerleyemezler. Halbuki insanların dünyâda yaşarken karşılaştığı pek çok olayda, etrafından yardım almaksızın o hâdiseyi kolay atlatamayacağı çok bellidir. Bilhassa bâzı zor durumlarda… Her müşkül durumda kişi, Allâhû Teâlâ’nın inâyet ve yardımı olmadan zerre mesâfe kat edemez. Dolayısıyla, akıllı insan kendi âcizliğini bilip Cenâbı Hakk’ın sonsuz kudret ve hidâyetine tâbi olarak, ne isteği varsa her birini O Yüce ve Aziz olan Rabbi Teâlâ’dan istemelidir. Ancak her şeyden önce kişi Allâhu Teâlâ’ya karşı üzerine düşen yükümlülüklerini gösterir ve bu hususta gayretli ve azimli olursa kendi adına iyi bir adım atmış olur, vesselam

Bu günlükte bu kadar olsun kıymetli okurlar. Cumânız mübârek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi