Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Onlar da Bizimdi

Onlar da Bizimdi

Bizim belki bir an bile görmeye, işitmeye, okumaya, dokunmaya mecalimizin olmadığı “katı gerçekle”, onlar hayatlarının sadece bir parçası değil, belki tamamına tesir edecek kaçı(nı)lmaz bir hakikat olarak iç içe, yüz yüzeler…
Mânilerin arttığı bir yarış. Engelli bir çocuğa sahip olmak… Hayallerinize “Dur” demek ve hep bir cenderenin yahut bir kıskacın içinde bulunduğunuzu hissetmek; bunun sertliği, tazyiki altında hayatınızı sürdürmeye kendinizi ikna ve mecbur etmek.
Derin bir mesuliyet duygusuyla, baskılı yaşantınıza yön vermek. Ama gene de yüklü bir sabır ve sevgiyi, iliklerinde duymak; farklı bir “kahramanlığı” yaşamak.
Örnek bir anne, herhalde duygularını ve yaşadığı zorlukları en iyi dile getirebilir, şuurla başkalarına da hizmet verebilirdi. Hicran Yağcı hanımefendi, 2009 Nisan ayında kurulan “Konya Otistik Çocuklar ve Aileleri Yardımlaşma Derneği’nin” kurucusu ve genel sekreteri. Dernek, kuruluşundan bu yana bir dizi güzel faaliyete imza atmış.
En son düzenlediği “Anneler Günü” programıyla; iki yıldır kanser hastalığı ile savaşan ve geçtiğimiz günlerde evi yanan otizmli çocuk sahibi Nilüfer Taşcı'yı verdiği mücadeleden dolayı “Yılın Annesi” olarak seçerek, plaket verdi.
Kolayca okuyacağınız, bir çırpıda akıp giden satırlar; Hicran Hanım’ın meşakkatli, fakat büyük bir olgunluğu da içselleştirdiği hayatından küçük bir kesit:
“(…)zaman hızla akıp geçiyor; bense bitip tükenmek bilmeyen ağlamaların ve uyku problemlerinle baş etmeye çalışıyordum. Bütün ihtiyaçlarını gideriyor olmama rağmen uyumuyor, susmuyor, sabahlara kadar feryat figan ağlıyordun. Bir saatlik uyku için seni kâh dizlerimde sallıyor, kâh bebek arabasında aşağı yukarı gezdirerek uyutmaya çalışıyordum. Olmadı kanepeye oturup dizlerimin üzerine yatırıp, dizlerimi titreştirerek sallıyordum. Kakanı yaparken de çok zorlanıyordun üstelik. Odanın bir köşesinde içi sıcak su dolu bir leğen, bebek arabası, diğer köşesinde bitkisel ilaçlar vesaire. Yaklaşık dört-beş sene sırtıma bir yorgan örtüp, bir saat deliksiz uyku uyuduğumu hatırlamıyorum. Ablan ve ağabeyin de huzursuz birer bebeklik dönemi geçirmişlerdi, fakat sen başkaydın. Altı aylıkken biberon kullanmaya başladım. İkinci bir biberon emziği kullanmaya başlayınca biberon kullanmayı reddettin; kaşıkla süt vermeye başladım. Bir gecede üç defa süt içmek için uyanıyordun, her defasında yetmişbeş kaşık süt içiyordun. Ne bir eksik, ne bir fazla. 75X 3. Ne kadar kuralcı bir çocuk olacağın o zamandan belliydi.
 “Büyümeye başladıkça problemlerin de artmaya başladı. İstediğin olmadığı zaman bağırıp çağırıyor, her gün halının aynı yerinde sallanıyor, kapı kollarıyla dakikalarca oynuyor, başparmağını sert zeminlere vurarak ses çıkartıyordun. Reklamlara özel bir ilgin vardı. Müzik kanalını seyretmekten çok hoşlanıyor, oyuncaklarla normal çocuklar gibi oynamıyordun. Konuşman da gecikmişti üstelik. Kızdığın zaman başını ‘küt’ diye duvarlara vuruyordun”.
“(…)Otistik olduğun kesinleşti. Ankara Üniversitesindeki psikolog doktor bazı özel eğitim merkezlerinin isimlerini verdi. Bir kaç tanesini gezdikten sonra kendimizce en iyi olanında karar kıldık. Aylık periyotlarla Ankara'ya gidip eğitim almaya başladık. Orada verilen eğitim sayesinde, Allahın da izni ile çok güzel değişiklikler oldu sen de. Her gün aynı saatte olmasına dikkat ederek seninle masa başında çalışıyor, senin çabuk öğrendiğini görünce daha fazla azimle sarılıyordum çalışmalara. Çünkü Doktor: "Otizmin çaresi yok, tek çözüm eğitim" demişti. Sendeki olumlu gelişmeler babanı da beni de öyle mutlu ediyordu ki anlatamam. Senin sayende küçücük şeylerle sevinmeyi, karşılıksız sevmeyi, atılan küçücük adımlarla mutlu olmayı yeniden öğrendik.
Sosyal bir hayatımız olmadı çoğu zaman. Başka anneler gibi altın günlerine, gezmelere gidemiyor, günlük işlerimi bile senin daha sakin olduğun zamanlarda yapmayı tercih ediyordum. Öyle bunaldığım, yalnız kaldığım zamanlar oluyordu ki.. Bir seferinde seninle parka gittiğimizde koskoca parkta kendimi odada hissetmiştim, odada, senle ben. Ne garip bir duyguydu.
Dışarı çıktığımızda ya da çocuk parkına gittiğimizde diğer çocuklardan farklı olduğun hemen anlaşılıyordu. Annelerin bir kısmı çocuklarını senin yanından uzaklaştırıyor ya da oyuncaklarını almak istediğinde sert tepki veriyorlardı. Bir kısmı da “özürlü mü” diye soruyorlardı. Özürlü kelimesi çok canımı acıtıyordu. Sen bir mal, bir eşya değilsin ki özürlü-defolu olasın. Benim canımsın, Allah’ın bana bir emaneti, benim cennetliğimsin inşallah.”
“Ben senden hiçbir zaman utanmadım yavrum. Seni her yere götürdüm. Hastaneye, postaneye, telefon faturası yatırmaya. Yolda yürürken konuştum senimle, kırmızı ışıkta durmayı, yeşilde geçmeyi, ekmeği parayla almayı. Hayat her zaman öğrenilecek yeniliklerle dolu geniş bir okul oldu, sana ve bana. Ben senin sayende sevmeyi yeniden öğrendim. Sevgiyi şekillere, kalıblara sokmadan, en yalın ve en ihtiraslı haliyle yaşamayı. Çünkü ben senin sevgini çok büyük bir aşkla yaşıyorum, karşılığında yanağıma kondurduğu öpücükle.
Sevginin bendeki tarifi sensin kara gözlü oğlum, Zahid’im benim”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR