İnsanlar ve Ekonomistler
Cumhuriyetle birlikte başlayan modernleşme, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma, batılılaşma ve sanayileşme düşüncesiyle yaşanan değişim ve dönüşümler, 2000li yıllarda küreselleşme ve az gelişmişlikten kurtulma düşüncesiyle yaşanan sosyo ekonomik dönüşümlerin insanları ekonomist olmaya yönelttiğini gördük.
Cumhurbaşkanından mahalle muhtarına kadar hemen herkes uygulanan kapitalist ekonomik reçeteler nedeniyle ekonomist gibi davranmanın gerekli olduğunu ifade etmeye başladı.
Dikkat ediyorsanız insanların başlıktaki gibi iktisatçı değil de ekonomist olmaya yöneltildiğini söylüyoruz.
Çünkü terim olarak birbiri yerine kullanılıyor olsa da aslında iktisatçı ile ekonomist farklı algılanmaktadır.
Bu düşünceyi benimseyip uygulayanların bir kısmı zengin olurlarken, bir kısmı ise, uygulamak istedikleri halde gerek kafa yapıları gerekse de maddi kapasiteleri yeterli olmadığı için daha da fakirleşmiş oldular.
Bunun nedeni iktisat politikasını tespit edenler başka, ekonomi politikalarını uygulayanlar başka, politikalardan olumsuz etkilenecekleri ve ellerindeki maddi varlıklarını kaybedecekleri korkusuyla uygulanan politikalara tam olarak uymayanlar veya uygulamada açık kapı bularak kendi çıkarları doğrultusunda sonuç elde etme davranışlarda bulunanların başka kişiler olmasıdır.
Bu sebepler dolayısıyla da hem ekonomistler hem de sade insanlar olarak da iki gruba bölünmüş olduk.
Bu durum kazanan ve kaybeden ekonomistlerin düşüncelerini içinde yaşadıkları toplumun inançları, değerleri ve kaygıları doğrultusunda faaliyetlerine yansıtmamalarından kaynaklanmıştır.
Çünkü hem devlet planındaki hem de fert planındaki ekonomik uygulamalar insan davranışları ve kurumsal yapıları etkilemektedir.
Bunun karşıtı olarak ekonomistlerin varsayımlar geliştirirken topluma hâkim olmasını istedikleri dünya görüşleri de, o toplumları ve kurumları değiştirmekte, hatta toplum üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmektedir.
Bu karşılıklı diyebileceğimiz etkileşim biçimi kısmen ekonomist, kısmen toplum, kısmen de uygulanan ekonomi politikaları kanalıyla gerçekleşmektedir.
Bir toplum veya o toplumdaki insanların iktisadi durumlarını görmek istediğimizde, o toplumda iktisatçı geçinenlerin sayısı ve bilgilerinden ziyade, iktisatçıların sahip oldukları dünya görüşlerine bakmanın yeterli olacağına inanıyoruz.
Çünkü iktisat bilgisinin niteliğinden daha önemli olan şey, uygulanacak olan ekonomik programı yazan iktisatçının dünyaya bakışının o toplumu nereden nereye götürmek istemesidir.
Bu aşamada iktisat bilimi ekonomi bilgisi olmaktan ziyade toplumu oluşturan fertlerin tek tek birey olarak uygulanan ekonomik kararlar ve uygulayıcılar arasındaki ilişki olup çıkmıştır.
Bunu gören batılıların ekonomi biliminin başta siyaset olmak üzere sosyoloji ve hatta psikoloji bilimi ile ilişkisinin olması gerektiğini iddia etmeleri ekonomik olarak sömürmeye çalıştıkları ülke vatandaşlarına karşı olan davranışlarını açıklamaya yeterli olur düşüncesindeyiz.
Ekonomistlerin insan davranışlarının ekonomik davranışlardan ayırt edilemeyeceğini, insanların sadece kendi kişisel çıkar dürtüleriyle hareket ettiklerini ve ekonomik davranışlarını bu dürtüyle düzenlediklerini iddia etmeleri boşuna değildir.
Bu düşünceyle tüm dünyayı küresel bir köy ya da açık bir pazar veya serbest ekonomik alan olarak tarif etmeleri veya bunların hepsini kapsayan mefhumun ise insanların sosyal statüleri, dinî ve sosyal görüşleri, birbirlerine duydukları sevgi veya nefretin hiç önemli olmadığı, aralarındaki bağın sadece birbirlerinden bir şeyler alıp verdikleri şeyler olan piyasa olarak adlandırılması da tesadüfi değildir.
Modern ulus devlet tanımı ile beraber devlet kendisini meşruiyetinin kaynağı olan millet karşısında tam anlamıyla kutsallaştırmış ve bu kutsallık ekonomistler aracılığıyla ölümlü tanrılar olarak kabul edilen hükümetlerin hareket tarzının seküler bir düşünce olan “hikmet-i hükümet” felsefesi etrafında şekillendirilmiştir.
Devletin, hükümetin ve uygulanan ekonomik politikaların hükümet yaptıysa bir hikmeti vardır örtüsü altında bir mistik beden olarak anlaşılmaya başlanmasıyla beraber, yaşaması gereken devlet anlayışıyla sağlanan devlette devamlılık ihtiyacı, daha sonraları “devletin başı “ ile özdeştirilen bir ekonomi politikası olarak sürdürülür olmuştur.
FARKINDA MIYIZ?
Devletin başına yüklenen milli, dini hatta ilahi vasıflara, ekonomik reçeteleri nedeniyle ekonomistlerin inanmadığı sadece ekonomik programdan zarar gören vatandaşların inanıyor olmaları, ekonominin devlet başkanıyla, devlet başkanının ekonomik politikayla özdeşleşiyor olmasıyla ispatlanmıştır.
Ekonomistlerin 18. yüzyıldan itibaren biyosiyaset yoluyla insanların, milletlerin eğitilebilir vücutlar olduğunu keşfetmesiyle beraber ekonomiler siyasi yönetimleri de değiştirme başlamıştır.
Bu iktisatçıların aksine ekonomistlerin insani olan her şeyi matematikselleştirilebilmeleri ile sağlanmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.