Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Her İşe Evvela İnşaallah İle Başlanmalı

Her İşe Evvela İnşaallah İle Başlanmalı

Bugünkü yazımıza da, ‘Selam duâsı’yla başlıyoruz efendim müsâdenizle;

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Geçen hafta başladığımız padişah-câriye kıssamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hikâyede pâdişah rûhu, câriye de nefsi temsil ediyordu. Başlayalım;

“Padişah, sağdan-soldan hekimleri topladı. Onlara; ikimizin hayâtı da sizin elinizde (sizin şifânıza bağlı) dedi.”

“Benim canımın işi kolay, önemsiz. Canımın canı câriyedir. Ben dertli ve hastayım, ilacım ve dermânım câriyedir.”

“Her kim benim canıma yâni ‘câriye’ye derman bulursa, benim hazinelerimi, cevher ve mercanlarımı alacaktır.”

Bu beyitlerden anlaşılacağı üzere, pâdişah civardaki doktorları çağırdı. Câriyesinin canını kurtarmaları için onlardan yardım istedi. Hatta hikâyede padişah kendi canını dahi önemsiz gördü, yeter ki, câriye iyileşsin diliyordu. Bunun için câriyesi adına kendi servetini hekimlerin önüne döktü.

‘Ruh içine girdiği bedenle bütünleşirken ona (nefsine) âşık oluyor, asıl âşık olunması gereken rûh-i külliden uzaklaşıyor, nefsâni arzulara kapılarak hedefini şaşırıyor. Esenlik yolu olan anayoldan, Hakk aşkından ayrılıp uzaklaşması da rûhu rahatsız ediyor. Ve ister istemez bu durum ona ıstırap veriyor.

Bir hadisi şerifte; ‘Nefis binek atınızdır, ona iyi bakın deniyordu ama, ona âşık olun denmiyordu. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunurdu ama sırf yemek için yaşamak sâdece vücutla meşgul olup mânevî yönü ihmal etmek, ruh-vücut dengesini bozup insanı hasta eder.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.66)

“ Hekimler padişaha dediler ki; Biz canla oynayan hekimleriz. Hepimiz canla-başla çalışıp, hep birlikte düşünüp karar verelim.”

“Bizim her birimiz (hasta tedâvisinde) devrin Mesihi’yiz. Elimizde her derdin devâsı vardır.”

“Onlar kibir ve azamete daldılar da, Allah Teâlâ dilerse (inşallah) demediler. Rabbi Teâlâ’da onlar insanın aczini gösterdi.”

Hekimler; ‘biz bu işe ehiliz’ dediler. Onlarda ‘ben’ duygusu öne çıktığından meslekleriyle gururlandılar, kibirlendiler. Böylece tabipler, ilâhî irâdeden gâfil kaldılar. Burada doktorlar sahte şeyhleri de temsil eder. Bir defa mühim hususlarda herhangi bir araştırma ve inceleme yapmadan çokça çözümler va’dedenler, yalancıların ta kendileridir. Onların unvanlarına, üniformalarına bakmayınız. Sâdece bu konuda değil pek çok farklı konuda bolca kendilerini övüp, o işi ancak kendisinin en iyi yapabileceğini söyleyenler işte aynen böyledir.

Hikâyede bahsedilen doktorların her biri kendilerini tıp dalında otorite görüyor. Her türlü hastalığın tedâvisini bildiklerini söyleyerek kendileriyle övündüler. Bu sebeple de ‘İnşaallah=Allah Teâlâ dilerse’ demediler. Cenâbı Allah’da onların acziyetlerini ortaya döktü, onları mahcup etti. Oysaki her şey ancak ve ancak Allâh’ın istemesi ve dşlemesiyle mümkündür. Tabipler kendilerine olan bu aşırı güvenden dolayı aldandılar. Hasta cariyenin derdine derman bulmakta çâresiz kaldılar. Ayrıca Allâhu Teâlâ’nın kudretinden yardım dilemediklerinden bu işte acziyete düştüler. Mevlâna hazretleri, burada insanlara, her işin yalnızca Allah Teâlâ’nın istemesiyle mümkün olabileceğini, o müşkül işin çözülmesine her ne sebep olduysa, onların sâdece vesile olduğunu anlatmak istemiştir. Dolayısıyla her çözüm isteyen mesele ancak Yüce ve Aziz olan Allah Teâlâ’nın irâdesiyle olacağından daha işe başlarken ‘Allah isterse=İnşaallah’ demenin gerekliliği vurgulanıyor.

Diğer yazımızda devam etmek üzere şimdilik sizlerden müsâde isteyelim efendim. Cumânız mübârek olsun, hayırla-iyilikle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi