Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

Hekîmî İlâhî Olan Hak Dostları

Hekîmî İlâhî Olan Hak Dostları

Hekîmî İlâhî Olan Hak Dostları

Yine; ‘Selam duâsı’yla başlayalım yazımıza;

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Efendim pâdişah mânevî hekim ile nihâyet buluştu. Kaldığımız yerden devam edelim;

“Ey görünüşüyle her suâlin cevâbı olan hekîmî ilâhî; Sual ve cevâba hâcet kalmaksızın, insanın müşkülü seni görmekle halloluverir.”

Gerçek mürşidler, evliyâlar, hakiki Hak adamları her zaman sözleriyle değil kimi zaman davranışlarıyla, halleriyle, bakışlarıyla hatta bâzan susmalarıyla bile bulundukları yere huzur ve sükûnet verirler. Asrısaadet devrinde Peygamber aleyhissalâtu vesselam da böyleydi. Onun bâzı hâdiselere sukût etmesi bile bugüne kadar gelmiş sünnetlerindendir. İşte aynen günümüzde de, Hak dostlarının bir mecliste bulunması, o yerde vâr olan pek çok problemin giderilmesine vesile olur. Bâzı bakışlar dahi kişiye verilen mânevî bir mesaj niteliğindedir, anlayana. Bu bakışlara veya oluşlara çoğu zaman ‘aman canım bu tesâdüfidir’, denir. Halbuki kâinatta her şey atomdan kürreye belli bir kural ve denge çerçevesindedir, tesâdüfe yer yoktur. Buradaki nizâmı bozmaya kimsenin gücü yetmez. Şu koskoca âlemlerde hiçbir şey gelişigüzel, rastgele ve gereksiz yaratılmamıştır. Kitâbı Hakîm’de bununla ilgili birçok âyeti kerime vardır: “O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allâh'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk, 3) Buyurulur.

Allah dostları velîlerin kalpleri, tozsuz, pussuz, arı-duru pırıl pırıldır. Onlar bulundukları yeri iyilik-güzellik, feyiz şebnemleriyle doldururlar. Gamlar kederler yok olur, problemler çözülür gider. Bu tıpkı şuna benzer; iki temiz ayna karşı karşıya geldiğinde nasıl ki, birindeki o temiz akis diğerine yansır yâni in’ikas eder ise bu hal de ona benzer. Temiz ve feyizli kişiler konuşmasalar bile onun gibi olanlar bunu hemen anlarlar. Yine o kıymetli kişiler kalplerindeki nurla, gönüllerindeki keşif gücüyle karşısındakilerin problemini derhal anlar ve ona göre reçete verirler. Bu bâzen sözle bâzan bakışla yâni sözlü-sözsüz hemen sıkıntıyı giderirler. Ârif olan anlar, diye boşuna dememişler.

“Ey Tabîbi ilâhî; sen kalplerimizdeki sırların tercümânı, çamura saplanıp kalmış yâni düşkünlerin arkadaşı ve yardımcısısın.”

‘Rûhânî kuvvetlerden başka zeka ve ferâset bile kalbin derinliklerini pek az bir emâreden keşfedebilir, anlayabilir. Mânevî tercüman olarak başkasının iç benliğinde bulunan duygu ve düşünceleri gerektiğinde meydana koymak, ne anlama geldiğini açıklamak insanlara büyük bir hizmettir. Bu özelliği olanlar, sıkıntı ve güçlük içinde kalanların elinden tutar, yardım eder.’ (Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU, İst, 2007, s.53) Burada Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’ın şu hadisi şeriflerini hatırlamakta fayda var; ‘Topluma su veren, suyu en son içendir.’(Tirmîzî, Eşribe, 20) Yâni toplum mühendisliği açısından düşünüldüğünde, toplumun yaralarına çâre bulan kendisini düşünmez, önce dertli olanların dertlerine derman olur. Pek tabi, bu da üstün bir meziyettir.

“Ey mücteba ve mürtezâ olan tabibi ilâhî; merhaba hoş geldin. Sen kaybolursan kaza gelir, fezâ daralır.”

Ey seçkin ve Allah Teâlâ tarafından râzı olunan zât merhaba; hoş geldin! Merhaba, ‘Hoş geldin’ geçmişten günümüze kadar kullanılan bir selamlama tâbiridir. İslam târihine bakıldığında Peygamber Efendimiz aleyhi selam, amcası Ebû Cehil’in İslam dînine giren oğlu (İkrime), Hz. Ali (r.a) efendimizin kız kardeşi Ümmü Hâni ile Rasûllullâh’ın huzuruna geldiklerinde Peygamberimiz aeyhissalâtu vesselam onlara; ‘Hoş gelmişsiniz’ demiştir, bu (=lütfen rahat olun) mânâsında kullanılan sünnet bir tâbirdir.

‘Sen kaybolursan kaza gelir, fezâ daralır’ derken Hz. Mevlâna, aslında dostu Şems-i Tebrîzî’ye hitâben söylediği bir cümledir. Şems’in bir süre ortadan kaybolması elbette Mevlânâ hazretlerinin canını sıkmış, gönlünü bunaltmıştı artık onu hiçbir şey mutlu etmiyordu. Seçkin, Hak katında değerli olan zatlar bulundukları yere rahmet yağdırırlar, huzur tevci ederler. Onların bulunmadıkları yerlere ise bela ve musibetler yağar. Nitekim bu husus yine asrısaadette cereyan etmişti. Şöyle ki, Allah Rasûlu aleyhissalâtu vesselam, Mekke’de müşriklerin yaptığı yanlış işlerde onları uyarıyor, Rabbi Teâlâ’nın gazabını onlara hatırlatıyordu. Onlar dediler ki; ‘Bizi korkutup durduğun, bu gazâbı ilâhiye getir de görelim’ (Enfal, 32) diyerek –haşa- âdeta Peygamber aleyhisselâm’ı alaya aldılar. Bunun üzerine şu âyeti kerime indi: “Sen aralarında olduğun sürece Allah onlara azap edici değildir.” (Enfal, 33) Bu sebeple peygamber müşriklerin arasındayken rahmeti gereği oraya gazâbını indirmedi. Âlimler, ârifler de peygamber vârisleri olduğu içinde onların bulunduğu meclisler kazaya ve belâya kalkandır. Ama tabi onlar var diye tedbirsizlik etmemek gerekir. Her zaman kaza gelebilecek gibi tedbiri alıp takdiri, Yüce Mevlâ’ya bırakmalı.

Peygamber aleyhisselam Mekke’den hicret edince Mekkelilerin başlarına pek çok belâ ve musibetler geldi. Mekke’de kuraklık ve kıtlık oldu. Onlar aralarından ayrılan Peygambere bir heyet göndererek kendilerinden dua istirham ettiler. Hatta o kıtlık zamânı müşrikler, ölmüş hayvan lâşelerini, ölü çekirgeleri, kurumuş hayvan derilerini yiyorlardı. O rahmet peygamberinin aralarından ayrılmasıyla sıkıntıları arttı, bir süre sonra Mekke fethedildi, bu da onlar için çok büyük bir musibet oldu. İşte bu şekilde Allah dostlarının varlıkları toplum için bir rahmet, sekine ve huzur kaynağı iken yokluları da ilâhî azâba vesiledir.

Efendim hayırla kalın, haftaya nasipse devam etmek üzere Cumânız mübârek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi