Ayşe Aslı Duruk
Yaşlanmak
"Yaşlandık." diyorlar... Doğru diyorlar. Zira gerçekten de yaşlanıyorlar. "Siz benim gençliğimi görecektiniz! Ne yakışıklı adamdım/çok güzel kadındım." diyorlar. Bunu söyleyerek, kastettikleri görüntüyü zaten artık hiçbir zaman göremeyeceğimize dayanarak ve güvenerek, kantarın topuzunu kaçırmıyorlarsa şayet, onu da doğru söylüyorlar, evet. Tabii şu anda o kadar da yakışıklı adamlar veya güzel kadınlar olmadıkları, muhkem. Neticede, yaşlandıklarını söylerlerken, çirkinleştiklerini kastediyorlar zaten onlar da, çoğu zaman.
Nitekim gençliğin, kendine has ve göz alan bir ışıltısı vardır... Hani sonraki yıllarda -dışarıdan- yapılan hiçbir estetik müdahale, o pırıltıyı yerine koyamıyor, koyamaz. İnsan eliyle oluşturulan ve tazelik süsü verilen gergin, sıkı ve dolgun görüntülerin altındaki ve ardındaki yorgunluğu ve eski(miş)liği, bir bakışta seçiyorsunuz çünkü ışık eksik orada, ışık! Işık ki, konunun esas şeytan tüyü... Gençliğe özgü olan o pırıltı ve aydınlığa; işin o soyut tarafına, hiçbir estetik işlem vasıtasıyla ulaşılamıyor, sözün özü... Gençliğin, söz konusu bünyenin yüzünü ve bedenini, görünmez ama çok sağlam halatlarla sıkı sıkıya bağlayıp, yer çekimine zıt giden bir inatla, tüm dokuları yukarıya doğru çekip askılayan etkisini sonradan oluşturabilmek, henüz keşfedilmiş hatta taklit edilebilmiş bile değil, yazık ki... Hülasa, yalnızca gençlik yıllarında kişiyi içine alan ve ardından patlayan, devasa, ışıltılı ve billurdan bir balon var sanki. Patlayan bir balonun çaresi de, zaman makinesinden başkası değil ve olamaz, pek tabii....
Ne var ki; her işte, her durumda mı istisnalar olur böyle; hatta bu konuda bile, azizim? "Şu, şöyledir." demeye hiç mi gelmedi, gelmez ve gelmeyecek?
Nitekim, çok ender de olsa, üzerinden geçen yılların adeta 'üzerine' çıkmış kişiler görüyorum; yaşlanmanın kişiye daha cazip bir ışıltı kattığı o 'şanslıları'... Yok, yaşlanmıyorlar, işte genetik faktörler, gibisinden şeyler de demeyeceğim. Yaşlanıyorlar gayet. Fakat odadan çıkıp -bünyeyi terk edip- arkasından kapıyı kapatan gençliğin, oradan kaybolan ışığının yoksunluğunun yol açtığı karanlığın yerine bambaşka bir ışık gelip doluveriyor sanki... Hangi mantıkla açıklayacağınızı bilemediğiniz, tüm fizik yasalarına ve bilinen zamanın işleyişine ters, varlığı gerekçelenemeyecek kadar tuhaf ve güzel bir ışık... Ne müstesna bir talih!
Tabii, koşullu düşüncelere, şartlı öğretilere ve deneyimlenmiş olan tecrübelere öyle tutsak ki zihinlerimiz, söz konusu durumun muhattabı olan 'talihli' gözbağını çözüp de kendi başındaki devlet kuşunu göremiyor, çoğunlukla. Hani, başındaki o kuştan; kaybolan gençliğin yerine gelen o yeni ışıktan söz edecek olsanız, bunun ancak edilmiş bir iltifat ya da yapılmış bir avuntu, teselli olduğunu düşünüyor. Yaşlanmanın, bir eletrik kesintisi olduğunu biliyor ve tek ışık kaynağının da elektrik olduğunu düşünüyor çünkü. Sonradan üzerine doğmuş olan, o, özge bir sisteme ait olan, galaksi dışı güneşten haberi yok.
Konunun esas şeytan tüyünün de, ışık olduğunu söylemiştim ya, yukarıda... Gençlik ışıltısının bile yanında sönük kaldığı o 'güneş' ışığının altında parlayıp parıldamak, umulur ki hepimizin payına düşer.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.