Hastalık Teşhis Edildi
Bugünkü yazımıza da; ‘Selam duâsı’yla başlayalım;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Mânevî hekim ile buluşan Pâdişah, ona şunları söyledi;
“Sen kavmin seyidisin. (Mevlâsısın) Senden hoşlanmayan, o tabiatten vaz geçmezse helak olur.”
Aslında ‘Mevla’, hem azatlı köle hem de efendi anlamlarında kullanılır. Daha sonraki yıllarda Mevlâna, ‘Efendimiz’ ‘âlim-bilgin-ârifler’ için kullanılmıştır. Allah dostlarını seven sevilir, sevmeyenden nefret edilir. Asrısaadet devrinde Allah düşmanı Ebû Cehil, Umeyye bin Halef ve onlar gibi Hak düşmanlarının akıbetleri beter olmuştur ve dahi kıyâmete kadar onlar hep kötü olarak anılacaklardır. Ebû Leheb lânetlenmiş olarak bulaşıcı bir hastalıktan Mekke’de feci bir âkıbetle öldü de, onun yanına kokusundan kimse yaklaşamadı, güneşin altında ölüsü kokarak çürüdü, vücudu, akrep ve çıyanlara yem oldu. Ebû Süfyan ve oğlu İkrime Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’a dost oldular bu sebeple ebedi azaptan kurtuldular. Mevlânâ Hazretleri Mesnevisinde; ‘Allah bir şahsın namus ve haysiyet perdesini yırtmak, onu rezil-ü rüsva etmek dilerse, o şahsı pak ve mukaddes olan bir zâtın ayıplamasına sevk eder.’ Buyuruyor. Bugün de bu ibretli sözden nasiplenenler var.
“Meclis sona erip o kerem sofrası kalkınca, mânevî hekimin elini tutan pâdişah, onu harem dairesine götürdü.”
Pâdişah mânevî tabibe gerekli ihtiramı gösterdikten sonra onu gönül sırlarının açıldığı hareme götürdü, aslında bundan maksat, onu yüreğinin derinliklerine indirmesiydi. Burada pâdişah rûhu, mânevî tabib ise mürşidi temsil ediyordu. Ancak böylesi ârif ve âkil birine gönül sırları açılırdı. O da kendisine gösterilen itimâda yardımını eriştirdi. Sonra pâdişah;
“Hastanın ve hastalığın hikâyesini anlattı. Sonra da onu hastanın yanına oturttu.”
Padişah, câriyeyi gördükten sonraki süreci uzun uzun eksiksiz-noksansız, tüm boyutlarıyla mâna tabibine anlattı. Zira hastaya şifa isteniyorsa tüm detaylar ihmal edilmeden anlatılmalıdır ki, en doğru neticeye ulaşılsın. Bunun üzerine mânevî tabib dikkatlice hastanın hâlini incelemeye ve tetkik etmeye başladı.
“İlâhî tabip, câriyenin rengini, yüzünü, nabzını, gözbebeğini gördü. Hastalığın hem alâmetlerini hem sebeplerini dinledi.”
Normal bir tabip hastasının fiziksel yönlü her bir durumunu inceler-araştırır sonra karar bildirir. Mânevî tabipler ise hastayı her yönlü araştırmaya tâbi tutar. Eskiden tabipler hastanın yüz renginden, nabzının hızlı yâhut yavaş atışından, idrarının renginden, kokusundan, bulanıklığından hastalığı tespit ederlerdi. Sonrasında duruma göre hastaya çeşitli sorular sorarak hastalığın teşhisini ortaya koyarlardı. Mânâ tabibi de öyle yaptı. Çünkü bunları yapmadan neticeye varılamazdı.
“Dedi ki; öbür hekimlerin verdiği ilaçlar (tedâvi şekilleri) hastalığı tedâvi etmemiş, hastayı büsbütün harap etmiş.”
Becerileri olmayan sahte tabiplerin yaptıkları yalan-yanlış tedâvîler hastayı iyice bitkinleştirmişti. O sebeple, yaptığı iş konusunda gerekli donanıma sâhip olmayan kişilere böylesi bir izin verilmemelidir. Zira onların yaptıkları pek çok kişiye yarar yerine zarar getirir. Her iş ehline verilmelidir. Ehil olmayan hekimler hastayı iyileştiremez.
“Hastanın hâlinden haberdar olmamışlar. Ettikleri iftiradan –yâni bilmedikleri halde biliriz iddialarından- Allâh’a sığınırım.”
Sahte hekimler hastalığın aslına vâkıf olamadıklarından ona uyguladıkları çeşitli tedâvi yöntemleri ile câriyeyi boşuna yormuşlardı. Oysaki onların vehm ettikleri şeyler yâni iftiradan öte gitmemiştir. Bundan da yüce Allâh’a sığınırız.
“Tabip hastalığı gördü. Gizli olan şey ona açıklandı. Fakat o, bunu gizledi ve pâdişâha söylemedi.”
Bâzı Hak dostları insanların yüzüne baktıklarında onların nasıl bir hâleti rûhiye içerisinde olduklarını anlar. Dolayısıyla; ‘Müminlerin firâsetinden sakınınız zira onlar, Allâh’ın nûruyla bakarlar.’ Buyurulur. Firâset; zihin uyanıklığı, anlayış çabukluğudur. Az-çok hayat tecrübesi olan, insanlarla yakın temasta bulunanlar bilhassa eskiden günahlarla yaralanmamış insanlar, kişilerin yüzlerine baktıklarında pek çok şeyi anlayabiliyorlardı. Bir de bu insanlar Hak dostu iseler, pek tabi içten geçenlere de vâkıf oluyorlardı. İşte hikâyedeki tabip de, hasta câriyede, bir gönül hastalığı olduğunu anladı ama bunu padişaha söylemedi.
Sevgili okurlar, burada kalalım, bakalım haftaya neler olacak, merak edin. Şimdilik sizlere hayırlı Cumâlar diliyorum efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.