Çarpık Şehirleşme ve Deprem
Osmanlı Devleti'nin şehirleşme yapısal özellikleri Türk-İslam kültürünü yansıtmaktaydı. Klasik dönemde Selçuklu kültürü, sonraları Osmanlı kültür yapısı hakim olmuş, çöküş döneminde ise Payitahtta Batı tarzı saray ve binalar yapılmaya başlamıştır. Osmanlı şehir mimarisi bölgeden bölgeye farklılıklar göstermiş, şehirlerin özelliklerine göre yapılar inşa edilmiştir. Şehirler öncelikle mektep, mescit, tekke, kütüphane, bedesten, han, hamam gibi yapılar çevresinde toplanırken camii, kale ve çarşıların etrafında ekonomik, dini, kültürel çeşitli faaliyetler yapılırdı.
Türk evleri çok katlı olmayıp genellikle evlerin ilk katı taştan olurdu ve hizmet katı olarak yapılırdı. Mutfak, çamaşırlık, hela, depo bu kattayken, üstte oturma odaları bulunurdu. Odalar arasında eyvan bölümü ve odalar sofaya ve avluya(hayat) açılmaktaydı.
Osmanlı'da evler, çevredeki her canlının hakkını gözeterek, mahremiyete dikkat edilerek, komşu evlerinin güneş vb. gibi ihtiyaçlarına engel olmayacak şekilde inşa edilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda şehirlerin gelişmesi madencilik ve sanayi gibi iki temel nedene dayanmıştır. İlk yıllarda nüfusun yüzde 80'i köylerde, kırsalda yaşamaktaydı. Tarım ve hayvancılıktan dolayı nüfus yoğunluğu bölgeler açısından genelde dengeli bir şekilde artmaktaydı. 1950'lerden sonra şehirleşme oranı giderek arttı, işgücü tarımdan, tarım dışı kesime yönelmeye başladı ve Türkiye hızla şehirleşti. 80'li yıllarda nüfusun yarısı şehirlerde yaşamaya başlamıştır. Şehirleşme daha çok büyükşehirlere yığılma şeklinde olup, sanayileşmekten ziyade çeşitli hizmet dallarında çalışanların çoğalmasıyla meydana gelmiştir. Bugün köy ve kırsalda yaşayanların oranı yüzde 7'ye kadar gerilemiştir!
Köyden kente hızla artan göç dalgaları beraberinde çarpık yapılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Gecekondu diye tabir edilen yapıların yaygınlaşması siyasi liderlerin bunlara göz yummalarına ve zamanla çok katlı kondulara dönüşmelerine neden olmuştur. Bilhassa seçim zamanlarında çıkartılan ''İmar Affı'' yasaları bu çarpık kentleşmeyi meydana getirmiştir. Oy kaygısıyla hasarlı binalar görmezden gelinmiştir. Demografik yapının değişmesi ile birlikte gecekondu tarzı binaların yerlerini çok katlı beton binalar(gökdelenler)almıştır. Şehrin mimari yapısı gözetilmeden alabildiğine çoğalan gökdelenler ne yazık ki sadece siluet kirliliği değil, ekolojik dengeyi de bozarken, son yaşanan depremlerin ardından yüzbinlerce insana mezar olmuştur. Başta mega kent İstanbul olmak üzere büyükşehirler deprem riski altındadır.
İmar afları ağır faturalara mâl olmuştur. Bedelini 6 Şubat depremle birlikte resmi olmayan rakamlara göre yüz binlerce vatandaşımız hayatıyla ödenmiştir.
Son olarak 23 Nisan'da Silivri merkezli deprem İstanbullulara korkulu anlar yaşatırken, şükürler olsun can kaybı yaşanmamıştır. Fakat maazallah olası büyük bir depremde İstanbul'u nelerin beklediği düşüncesi dahi insanı ürkütmektedir.
Depremler sonrası Türkiye genelinde ne kadar bina kontrol edilmiş, kaçında hasar tespit edilmiş, kaçı için işlem yapılmıştır? Toplanan deprem vergileri nerelere harcanmıştır?
Mazallah yine büyük bir deprem olması durumunda başta AFAD, ilgili tüm kurumlarımız yeterli ve liyakatli kadrolara sahip midir?
Müdahaleler gerektiği şekilde hızlıca yapılabilecek midir? Halkın yeme-içme, barınma, hijyen ihtiyaçları nasıl karşılanacak ve tahliyeler nasıl yapılacaktır? Yeterli toplanma alanları var mıdır? Toplanma alanlarına AVM vd. binaların yapılmasına kimler ruhsat vermiştir? Benzer soruları çoğaltabiliriz...
Neticede insanların başına gelen birtakım sıkıntıların önemli bir bölümü kendi tedbirsizlik ve ihmalleri sonucudur. İslam kişinin yaşamını yitirmesine yahut sakat kalmasına neden olabilecek, mala, cana, etrafına zarar verebilecek tedbirsizlikleri men etmiştir.
İnançlı insanın tedbir almaması, aklı, ilmi ve bilimi terk ederek tevekkül etmesi şuursuzluktur. Olaylar bir taraftan fiziki bir taraftan da ahlakidir. Bir binanın nasıl inşa edileceği bilinmektedir. Bunun doğru şekilde yapılması ahlakla ilgilidir. Ahlakın iki yönü vardır. Birincisi insanının mesuliyeti ikincisi ise devletin denetim mekanizması ve adaletidir. Devletin denetim mekanizması, deprem öncesi bina ile ilgili merkezi, yerel tüm sorumluluğu olanları, müteahhit vd. mesul herkesi denetlemesi gerekir.
Ezcümle her şeyin pahalı olduğu ülkemizde insanın canı neden bu kadar ucuzdur?
Selam ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.