Câriyedeki Gönül Hastalığı
Yazımıza yine; ‘Selam duâsı’yla başlayalım;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Mânevî hekim hastayı incelemelerini sürdürdü;
“Câriyenin hastalığı safradan ve sevdâdan değildi. Her odunun cinsi, kokusu, dumanından belli olur.”
Gönül tabibi olan hekîmî ilâhî, câriyenin hastalığını derhal anladı. Onun hüzünlü hâli, yanık yüreği, sönük ve düşük sûretinden aşkının acısını içine gömerek hastalandığı ortaya çıktı. Mânâ tabibi, onun bu hâlini hikmet nazarıyla inceledi. Aşk hüznüyle yanıp kavrulanlar tıpkı yanan odunun kokusu gibi anlaşılır. Nasıl ki öd ağacı kendisi görülmese bile kokusundan anlaşılır, bu elbette yanan marsık ağacının kokusuna benzemez. İşte hekîmi ilâhî de, muhabbetullah ile dolu olduğu için âşık olanların çektiğini gâyet iyi anladı. Onun ne safra (safra kesesi) ne de, sevda (karaciğer) hastası olmadığını yalnızca aşkından dolayı kendisinden ‘aşk dumanı’ çıktığını idrak etti.
“Tabîbi ilâhî, câriyenin inlemesinden onun gönül hastası, bedenen iyi fakat gönlünün hasta olduğunu gördü. Âşıklık gönül hastalığının feryâdından ortaya çıkar. Gönül hastalığı gibi hastalık yoktur.”
Gönül, his ve duyguların merkezi olduğundan gönlün rahatsızlığı bedenin tüm uzuvlarını etkiler. Aşk ehli şöyle der; ‘Aşk bir dâvâya benzer, çile de buna şâhittir. Şâhitsiz dâvâ kazanılamaz. Âşıktaki gönül iniltisi, yürek hüznü, solgun bedeni buna şâhittir.’ Bu sebeple, gönül hastalığı hiçbir hastalığa benzemez. Mânâ hekimi keşfî ilâhî ve firâset ehlinden olduğundan dolayı câriyenin yürek iniltisinden onun gönül hastası olduğunu hemen anladı.
“Aşkın derdi, diğer dertlerden ayrıdır; aşk, Hüdâ’nın sırlarının usturlâbıdır (terâzisidir, göstergesidir.)”
‘Usturlap’, geçmiş zamanlarda güneşin yüksekliğini ölçmek için kullanılan bir ‘rasat âleti’ idi. Usturlap âletiyle güneşin bulunduğu dereceler nasıl anlaşılırsa, ‘mâneviyatta da aşk vasıtasıyla Rabbânî sırlar öyle anlaşılır. Mânevî usturlabı satın almak isteyenler kalp pazarına mürâcaat etsinler. Nakitleri ise muhabbet, doğruluk ve kanlı gözyaşları olsun. O pazarda altın dediğimiz sarı toprağın önemi yoktur. İtibar, şöhret gibi dünya değerleri de orada önemsiz ve değersizdir.’ (Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU, İst, 2007, s.57)
Gönül derdi farklı bir derttir, diğer dertlere benzemez. Dünya dertleri, sağlık dertleri, maddi dertlerdir, gönül derdi bu bahsedilenlerden ayrı bir derttir. Bu derdin dermânı ise gönül dostları olan hak ehlindedir. Bir başka deyişle gönül hastalığının hekimleri, ilâhî hekimlerde yâni hakiki mürşitlerdedir.
‘İlâhî sırlar aşk ile anlaşılabilir. Aşk, ilâhî sırların mi’yârıdır. Onun için Hz. Mevlâna; ‘Aşk ilâhî sırların usturlâbıdır’ buyurur. Usturlap nasıl gök cisimlerinin, aşka göz kırpan yıldızların, yerlerini belirliyorsa, aşk da ulûhiyet güneşinin etrafındaki mânâ yıldızlarının yerlerini aydınlatır, gösterir.
İrfan ehli, aşkı ikiye ayırır. Mecâzi aşk da denilen geçici aşk ve hakiki aşk. Geçici aşk, bir güzele gönül vermek, duyguları ona hasretmek, ihtirasla ve şehvetle onu istemektir. Buna ‘behimi aşk’ da denir ve gözü kör eder, sevgiliden başka ne varsa hepsini siler, süpürür. Sevgilinin kusurlarını örtüp âşığa göstermez. Âşığa, bu yoldaki hatâlarını da başkaları görmeyecekmiş gibi bir his verir. Böyle âşıklar, herkesi kör, âlemi sersem sanırlar. Basireti bağlanan âşık, aşırı bir güven ve vurdumduymazlık içerisinde, sevgilisinin kötülüklerini ve kabalıklarını bile iltifat ve naz olarak görür, cefâsını safâ sayar. Sevgilisini, kendisinden ayrı düşünmediği için, onu da kendisini koruduğu gibi korur, başkalarından kıskanır, hatta derin mânâda kendinden bile kıskanır.
Bâzen âşık, kara sevda hastalığında boğulma noktasına da gelir. Bu durum âşığın intiharına bile sebep olabilir. Seven kişi, başka bir sevdâya düşmedikçe, bu dertten zor kurtulur. Eskiler, böyle gönül bataklığında çırpınanların seyahat etmelerini, sevda yumağını çözüp dağıtmalarını, başka yerlerde başka şeylerle avunmalarını salık verirler. ‘Seyahat yangını azaltır, sevda ateşini düşürür’ derler.
Geçici aşk da, gönül hasbî bir heyecan seline kapılanın, diğer arzu ve istekleri silinir, süpürülür; bu da kişiyi hasbîliğe ve diğergamlığa götürür. Böylece gönülde hasbîlik kök salar, insan ve tabiat sevgisi filizlenir. Menfi istekler gönülden sürülüp çıkarılır, ilâhî aşkın alt yapısı oluşur. Bu aşk, bir mecâzî aşk olmasına rağmen gönlü, ilâhî aşka akıtır. Hak aşkına götüren köprü vazifesi görür. Allâh’a yükselen nur merdiveninin basamaklarını kurar, kişiye Allâh’a giden yolda istidat kazanmasına alıştırma hizmetini verir.
Aşk da, mey gibi insanın iç duygularını dışa çıkarır. Bu vesile ile kötü kişi kötülüğünü, iyi kişi de iyiliğini sergiler. İyi huylarla bezenmiş, iyi donanımlı kişiler ise, sevgilisine duyduğu sevgi ve şefkat ile merhametin çapını genişletir, sevgilisi ile kurduğu her şeyi sevip saymaya başlar. Sevgilisinin hatırasını taşıyan her şeyde onu görür. Onlara sevgiyle bakar. Şefkatle yaklaşır, gönlünde bir sevgi ve saygı sembolü hâline gelen duygu ve tavrı etrâfına dağıtır, bezle der, sevgilisinde fâni olma ferâgatini kademe kademe tüm insanlara ve tüm eşyâya yayar, özverinin zirvesine çıkarak kendisini sevgilisinde ve onun izini taşıyan, onu hatırlatan diğer varlıklarda fâni kılar. Derken, sevmenin, kendisini fâni kılmanın, rotasını gerçek sâhibine çevirir ve sevginin menbaı olan Yüce Rabb’inde fâni olur.
Sevgi mecâzi de olsa aşkta, onu gerçek sevgiye, Allah sevgisine götürecek bir ışık, bir damar meydana getirir. Âşığın gönlünde, filizlenip duran, sür’atle büyüyen ve benzersiz çiçekler açan, meyveler veren bir sevgi fidanı belirir. Haz. Mevlânâ’nın; Aşk, ister bu dünyâdan olsun, ister o yandan. Sonunda o yana kılavuzdur bize’, beyti bu anlayışın ifâdesidir.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, s.111-112)
Efendim hayırlı Cumâlar. Esen kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.