Abdullah Uçar

Abdullah Uçar

Aşure Günü ve Çorbası

Aşure Günü ve Çorbası

Aşure kelimesi Arapça "On" demek olan "Aşera" kelimesinden gelmektedir. Hicri takvimdeki Muharrem ayının 10. gününe "Aşure günü" denmektedir. Hz. Nuh’tan itibaren bütün dinler ve kavimler bugüne hürmet etmişler, ehemmiyet vermişlerdir.
Peygamber efendimiz Medine’yi teşrif ettiklerinde Yahudilerin oruç tuttuklarını görmüş, sebebini sorunca Yahudiler: "Hz. Musa Firavunun zulmünden Muharremin onuncu günü kurtuldu" da onun için tutuyoruz demişler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Biz Musa Karındaşımıza sizlerden daha yakınız. Müslümanlarda oruç tutsun ama Yahudilere benzememek için, sadece onuncu gün değil, 9-10-11. günleri oruç tutsun" buyurmuştur. (1)
Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu günlerde hem kendi oruç tutmuş, hem de ashabına tutturmuş, Ramazan orucu farz kılınınca, bu günlerde oruç tutmayı tavsiye etmiş ama, ümmetini tutup tutmamakta serbest bırakmıştır. (2)
Aşure gününün kutsiyetiyle ilgili daha birçok tarihi olayın bu günde vuku bulduğu rivayetleri vardır. Bunlardan bazıları:
1-Dünya bu günde yaratıldı.
2-Âdem Peygamber bu günde yaratıldı ve hayat verildi.
3-Hz. Nuh bu gün tufandan kurtuldu.
4-Hz. İbrahim ve İsmail’e koç bugün indirildi.
5-Hz. İbrahim Nemrutun ateşinden bugün kurtuldu.
6-Eyyüb Peygamber belalardan bu gün halas buldu.
7-Yusuf Peygamber zindandan bugün kurtuldu ve babasına kavuştu.
8-Hz. Yunus balığın karnından bugün kurtuldu.
9-Hz. İsa bugün doğdu...
Bu günde pişirilen aşure çorbası hakkında da şu rivayet ortaya atılmaktadır. Hz. Nuh yüzlerce sene kavmini hak ve hakikate çağırır, onların hidayetine vesile olmak için uğraşır. (3) Ancak kendisine sadece 70 kişi civarında insan inanır. Kendi öz oğlu ve hanımı bile inanmamakta ısrar ederler. (4) Bu duruma çok üzülen Hz. Nuh kavmine beddua eder. (5) Cenâb-ı Hak "Kavmini tufanla helak edeceğini, kendine inananları bir gemi yapıp bindirmek suretiyle götürmesini" emreder. (6)
Hz. Nuh bu gemi ile 40 gün sularda dolaşıp, nihayet Cudi (Ağrı) dağında karaya çıkar. Azaldığı için, hiçbir yiyecekten tek başına yemek yapıp, karınlarını doyurmaları mümkün olmayınca, on çeşit yiyeceği birleştirip bir çorba yaparlar ve yerler.
Aşure günü ve çorbasını Müslümanlar nazarında önemli kılan başka bir olay daha vardır. Hz. Ali Peygamber Efendimizin amcaoğludur, damadıdır, torunlarının babasıdır. Gençlerden ilk Müslüman olan ve devamlı kendini destekleyen delikanlıdır. Çok cengâver olduğu için; Esedullah “Allah’ın Aslanı”, lâkabını almıştır. Hz. Peygamberin neslini devam ettiren kişidir. Efendimizin: “Ben ilmin şehriyim, Ali’de kapısıdır” övgüsüne mazhar olmuş, âlim ve fâzıl bir zattır.
Mekke’de iki önemli kabile vardır. Haşimoğulları, Ümeyyeoğulları. Bu iki kabile devamlı rekabet halinde olmuşlardır. Peygamber Efendimizin Haşimî kabilesinden çıkması bu rekabeti artırmış, Ümeyyeoğulları Rasûlüllahı kabullenmekte zorlanmış, Ona birçok iftira ve eziyetler etmişlerdir.
Hz. Osman vefat edince Müslümanlar Hz. Ali’yi halife olarak seçip biat etmişler, fakat Ümeyyeoğullarından bazıları bunu kabul etmeyerek, o gün için Şam valisi bulunan Muaviyeyi halife ilan etmişlerdir. İkiye ayrılan Müslümanlar başta Sıffin savaşı olmak üzere birçok savaşlar yapmışlardır.
Hz. Ali vefat edince yerine oğlu Hz. Hasan halife olmuş, zehirlenerek şehit edilmesinden sonra Kûfeliler, Hz. Hüseyin’e haber gönderip, Kûfe’ye gelip Hilafet makamına geçmesini istemişler, sahabenin büyükleri razı olmamışlar, ama Hz. Hüseyin bir gurup seveni ve çoluk-çocuğu ile Kûfey’e hareket etmiştir.
Bu esnada Muaviye ölmüş, yerine oğlu Yezid halife olmuş, Mervan b. Hakem’de kumandan tayin edilmiştir. Bunların ikisi de içki, kadın, kumar düşkünü sefih insanlardır. Hz. Hüseyin’in Medine’den hareket ettiğini duyunca üzerlerine 30 bin kişilik bir ordu göndermişler, bugün Irak toprakları içinde bulunan Kerbelâ mevkiinde onları abluka içine alıp, çölün yüzünde günlerce aç ve susuz bırakmışlardır.
Neticede Hz. Hüseyin başta olmak üzere etrafındaki insanları, kadın ve çocuklardan birçoğunu öldürmüşler, az bir gurubu da Şam’a esir olarak yollamışlardır. Hz. Hüseyin’in yani sevgili Peygamberimizin sevgili torununun cesedini atlara çiğnetmişler, hakaretler yapmışlar, başını kesip bir mızrağın ucuna takarak Şam’a göndermişlerdir. 10 Muharrem 680 Miladi. (7)
Bu olay İslâm tarihinin en dramatik olayı olarak anılmaya başlanmış, gündemden hiç düşmemiş, Ümeyye oğullarına karşı büyük bir antipati oluşmuş, “Her ifrat bir ifratı doğurur” sözünde olduğu gibi, Emevilerin Ehli Beyt’e karşı aşırı baskı ve hakaretleri, Emevi aleyhtarı, Şia ve kolları bir çok müfrit mezhebin çıkmasına sebep olmuştur.
Bu olay İslâm dünyasının her yerinde yıldönümlerinde anılır, idrak edilir ama, Şiiler arasında çok daha farklı hatta, zincirlerle sırtlarını dövme, bu ayda yiyip içmeyi asgariye indirme, çocuklara bile doyasıya su vermeme gibi ifrata varan tavırlarla hatırlanmaya çalışılır. Bu tarihi olayları en nezih bir şekilde Anadolu halkı idrak etmekte, aşırılığa kaçmadan Aşure pişirip komşulara dağıtmakta, çocuklara bunun sebebi anlatılmakta, vaz, hutbe ve bazı programlarda dile getirilmektedir.
İşi daha ileriye de vardırmaya gerek yok. Bir gurup insan büyük bir âlime gelip, o dönemde cereyan eden bu olayların esrarını ve hangi tarafın haklı, hangi tarafın haksız olduğun sormuşlar, o zat çok ibretli bir cevap vermiş: “Allah o dönemde bizi yaratmamakla bu olaylara elimizi bulaştırmamış, bugün de bizler bu olaylara dilimizi bulaştırmayalım. İşi Allah’a havale edelim.” demiş.
Fakat; yargıçlığa soyunup, hüküm vermeye kalkmadan olayların bilinmesinde de fayda vardır. Mevki ve makam hırsının, dünyadaki saltanat sevdasının, nefsanî arzu ve isteklere sınır koyamamanın insanı nerelere getireceğinin, neler yaptırabileceğinin bilinmesinin, kısacası tarihi tecrübelerin de insanlara faydası vardır. Muaviye’nin tavrı buna en güzel delildir. Siyasi hırs uğruna Allah Rasûlünün arkadaşlarını bile öldürtmekten çekinmeyen bu kişi, ölürken:
“Zîtuvâ nâm bir mahelde sakin bir kureyşî olup da emirlik ile meşgul olmasaydım keşke” demiş (8) ve vefatında, Fahr-ı Kainat Efendimizin kendisine vermiş olduğu bir gömleğe sarılıp, yine ondan saklamış olduğu tırnak kesiklerini de gözlerine koyarak defnetmelerini yakınlarına vasiyet etmiştir. (9)
Yunus bu gerçeği ne güzel dile getirmiş:
Hani Kârun malı netti
Hani Lokman canı netti
Hani Cengiz şanı netti
Yalan dünya yalan imiş

Kaynak
1) Tirmizî, savm 49.
2) Müslim Sıyam 115, Ebû Dâvud Savm 64, Tirmizî, Savm 49.
3) Ankebut Sûresi 14 .
4) Tahrim Sûresi 10.
5) Nuh Sûresi 26.
6) Hûd Sûresi 37 .
7) Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Emeviler Dönemi, Beyan Yay. İst. 1991, s. 49.
8) Ergun Göze, “Son Sözleri Ansiklopedisi”, Boğaziçi Yayınları, İst. 1994, s.25.
9) A.Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat”, TDV Yay, Ankara 2005, c, 1, s.92. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Uçar Arşivi
SON YAZILAR