Suriye safları belirledi!

Suriye safları belirledi!

Araştırmacı Yazar Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sifil, Suriye'deki olaylar ile halkın doğru bildiği grupların foyalarının ortaya çıktığını, Suriye'nin adeta Müslümanlar ile digerleri arasındaki safları belirlediğini ifade etti.

Araştırmacı Yazar Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sifil, Suriye'deki olaylar ile halkın doğru bildiği grupların foyalarının ortaya çıktığını, Suriye'nin adeta Müslümanlar ile digerleri arasındaki safları belirlediğini ifade etti

Suriye'den Mısır'a, misyoner kültürden dinler arası diyaloğa kadar birçok konuda ses getiren yazıları bulunan Araştırmacı-Yazar Ebubekir Sifil, gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulundu. Dinler arası diyaloğun tehlikeli boyutlara ulaştığını ve halka aşılanmaya başlandığı ifade eden Sifil, Suriye ve Mısır'daki olayların temelinde de sunni İslam'ın hakim olma korkusunun olduğunu söylüyor...
Ebubekir Sifil kimdir?
25 Aralık 1960 tarihinde Kars'ın Sarıkamış ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Sarıkamış'ta, liseyi Kars İmam-Hatip Lisesi'nde okudu. 1978 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsü'ne  girdi. 1980 yılında bu okuldan ayrıldı ve aynı yıl Ankara Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu'na (şimdiki adıyla İletişim Fakültesi) girdi. 1984-85 öğretim yılında bu okulun Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1986 yılına kadar serbest çalıştı. Bu arada kısa bir süre bir özel şirkette Arapça mütercimlik yaptı. Aralık-1986 – Nisan-1987 tarihlerini kapsayan askerlik döneminin ardından bir süre yine serbest çalıştıktan sonra 1989 yılından 1993 yılı sonuna kadar Türkiye Diyanet Vakfı'nda yayın editörlüğü yaptı. 1993-1996 arası Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde  ve 1998-1999 arası Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde  Araştırma Görevlisi olarak çalıştı; her iki görevinden de kendi isteğiyle ayrıldı. Hadis Bilim Dalı'nda yüksek lisansını 1996, doktorasını 2006 yılında bitirdi. 1999-2000 arası Yeni Mesaj gazetesinde günlük yazılar yazdı. 2000-2013 yılları arasında Milli Gazete'de yazarlık yaptı. Sifil, evli ve 3 çocuk babasıdır. Arapça ve İngilizce bilmektedir.
-Suriye'de saflar belirginleşti, Arap Baharı, varolma ve yok olma mücadelesine dönüştü. Hizbullah ve İran Suriye'ye sarıldı bırakmıyor. Sonucu nasıl görüyürsunuz?
*Suriye, Emperyalist ülkelerin kurduğu suni bir devlet. Küçük bir Nusayri azınlığın yönetimine verilmiş Baas ideoloijisi ile yönetiliyor. Arap Baharı ile Suriye'de de bir ayaklanma oldu. Öteden beri Beşar'ın daha yumuşak bir politika izleyeceğine dahil ipuçları vardı. Fakat arzu edilen olmadı. Halk Esad'a 'hani söz vermiştin' dedi. Fakat yönetme mantalitesi buna izin vermiyor. Halkın yönetime katılmasına, ortak olmasına, halkı tanımanız demeye yönetimin tahammülü yok. Suriye'deki yönetim diğer Baas yönetimlerinden çok farklı. Nusayrilik ile Baas rejmini birleştirilmiş bir ideolojiden bahsediyoruz. Tunus'ta bir hareket oldu sokakta insanlar, 'Eşar, yurid iskatel nizam' diye bağırdı. Okullarda da çocuklar 'Tullad yurid, iskadel Mudir' diye bağırıyor. Suriye'de bunu yaptılar. Çocuklar meydanlarda, bunu bağırdılar. Çocukları içeri aldılar. Anaları babaları büyükleri, bu çocuklar ne oldu diye arkasını sürdüler, onları içeri aldılar. İçeri giden gelmiyor bir daha. Bu Baas yönetimi denen yönetim tam bir melanet. Devlet dairesine gidiyorsun bir işin var, senelerce gidip gelebiliyorsun. Tahammül edilecek bir yönetim değil. Bürokraside yer alman, sermaye biriktirmen mümkün değil. Bir yerde patlayacaktı bu. Sonunda tahammül edemebeyen halk, biz yönetimi devirmek istemiyoruz dediler, reform istiyoruz dediler. Cuma namazı çıkışı gösteri yaptılar. Esad güçleri ateş açtı onlara. Bu organize bir halk ayaklanması oldu. İlk başta silah kullanmayacağız diyorlardı, Mısır'daki gibi. Mısır da da böyle olacak. Fakat buna can mı dayanır. Bir insan, bir hayvana bu muameleyi yapmaz. Videoları izleyenlerin akılları durur. Bir gayri müslim bile yapmaz bunları. Bu ancak Baas ile Nusayrilik'in birleşmesi sonucu olur. Adamları diri diri yakıyorlar. Peki ne olacak. 'Suriye'de kardeş kardeşi öldürüyor' diyen insan vebal öder. Kardeş kardeşi öldürmüyor.
-Suriye'de hak olan kim hocam, bir çok farklı cephe ve mezhep var, herkes kimin ne olduğunu herkes yanlış mı biliyor?
*Hizbullah orada niye var? Esad yönetimini korumak için var. Yönetime karşı kim savaşıyorsa onla savaşıyor. Orada bir sunni toplum Baas yönetimine karşı var olma mücadelesi veriyor. Hizbullah ne yapıyor? 'Şii olsun çamurdan olsun' diyor. Elbette burada İran'ın çıkarları da var. Ama arkada asıl olan bir ideoloji duruyor. Caferilik, İmamelik Şii içinde ılımlı bir akım olarak bilinir. Bunların ehli sünnete olan kini de diğerlerinden az değil. Biz onlardan ayrılız. Biz insanları tekvir etmemek için sınırları zorlarız. Tekvir bizde kolay işleyen bir şey değil. Bu hassasiyetten dolayı biz İmameler'i tekvir etmiyoruz. Ama biraz samimi olun, bunların ehli sünnetin kırmızı çizgilerini geçtiğini görüyoruz. Genelleme yapıp dışardan onları tekvir edemeyiz. Burada durum bu. Kendi tarihsel varlığını, öfke ve kin üzerine kurmuş bir yapıdan bahsediyoruz. Bakın Kerbela diye bir hadise yaşanmış. Kim kime karşı yapmış bunu? Araplar Araplar'a karşı yapmış. Peki Farslar'a ne oluyor? Bunu her yıl tören haline getirip, öfkeyi yenilemenin ne anlamı var? Hz. Hüseyin'i katledenleri bizde lanetliyoruz. Peki bu öfkeyi kime karşı yaşatıyorlar? Ehli sünnete karşı. Şii dünya inancını ve varlığını bu kin ve öfke üzerine inşa ediyor. Dolayısıyla Hizbullah'ın yaptığı; bu kini ve öfkeyi boşaltmak. 'Biz orada teröristlerle savaşıyoruz diyorlar' bu işin bahesi. Nasrallah'ın orada 5 bin askeri var.
SUNNİ İSLAM'DAN KORKUYORLAR
-Hizbullah'ın korktuğu ne?
*Korktukları sunni islam. Suud Kralı'nın bir mesajı var. Suudi Arabistan Kralı'nın Mısır'daki darbeyi ve Esad'ı desteklemesini nasıl izah ederiz. Bu adamların hepsi sunni İslam'dan korkuyorlar. Hepsinin arasında danışıklı bir dövüş var. Bütün mesele İslam dünyasında yeni bir Osmanlı yapılanmasının vücüt bulması. Bütün endişenin, bütün bu katliamların nedeni bu. Bu kukla yönetimler gidecek, emperyalistlerin bu coğrafyadaki menfaatleri gidecek. Bunu ancak sunni İslam yapar. Bu ümmetin birliği olacaksa sunni İslam ile mümkündür. Çünkü sunnilik İslam'ın aslıdır. Bir mezhep değildir.
-Mısır olayları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Mursi doğru yer de mi durdu? Yanlış yaptıysa, nerede yanlış yaptı?
*Mursi, yanlışı iktidara talip olmakla yaptı. Refah-Yol hükümetinen yüptoıo gibi gibi. Emperyalistler için bundan daha büyük bir suç olamaz. Mursi'nin politikaları işin bahanesi. Sunni bir İslam'ın iktidara gelmesine kimse tahammül etmez. Dolayısıla Mursi 100 üzerinden 100 alsa yinede göze batardı. Adam Refah Kapısı'nı açtı, ekonomomiyi düzeltmek için kapı kapı dolaştı. Birileri bunu kaldıramaz. Mursi herşeyi doğru yapsa bile bu süreç yaşanacaktı. Bu iktidarı terk etmek istemeyen güçler, zahmetsiz, emeksiz yönetenler, iktidarı terk etmek istemez. Bu kavga yaşanacak. Bu eylemlerin daha ötesi de olur. Ülkeler baştan başa yıkılsa bile iktidarı kimse bırakmak istemez. Biz kan görmemiş nesilleriz. Türkiye'de bunları yaşamadık. Kan gördüğümüzde midemiz kalkıyor, başımız dönüyor. Oysa kan, şehadet bu davanın bir parçası. Ama ne yaptığımızı bilerek, sonunda nereye varacağımızı bilerek davranmalıyız. Dediğim gibi bizim geçmişlerden farkımız var. Bizim yönetme gücümüz yok. Dünyayı kimlerin nasıl yönettiğini bilmiyoruz. Bilginin yüzde 75'ini Batı kontrol ediyor. Nasıl yönetiyor bu adamlar bilgiyle. Bizim bilgiyle işimiz yok. Adım adım, bedel ödeyerek gidiyoruz. Bir süre daha bu böyle gider. Her yerin kendi yerel şartları neyi gerektiriyorsa o yaşanacak. Bizim 100 sene sonrasına hazırlık yaparak yürümemiz lazım.
DİYALOG TEHLİKEYE DÖNÜŞÜYOR
Dinler arası diyalog, misyoner kültür giderek topluma aşılanıyor sonuç nereye gidiyor?
Sistem istediği sürece bu devam eder. Ümmetin zihniyet seviyesinde meseleyi ele alması lazım. Bilinçaltına inmemiz lazım. Çünkü düşünceyi kavramlar oluşturur. Kavramlar ile meselenin aslına inilir. Ne zaman ki başkalarının kavramları ile konuşursanız o zaman korkun. Bizim kendi kavramlarımızı devreye sokmamız lazım. Yaşadıklarımızı kendi kavramlarımız ile ifade etmemiz lazım. Dinler arası diyalog önümüze konulmuş bir proje. Bizim dışımızda tasarlanmış bir proje. Bunu yapanlar şüphesiz kendi çıkarları doğrultusunda yapıyor. İyi de ne olacak bu? Oturalım soğukkanlı bir şekilde konuşalım bu diyalog ne? Nasıl başladı, kim başlattı, hedefi ne? Dolayısıyla düşünce dediğimiz şeyi sürekli devrede tutmalıyız. Kafamızı kullanmayı neredeyse unuttuk. Diyalog çerçevesi bizim irademizle doldurulmuş olsa bir sakıncası yok. Diyaloğa kökten karşı çıkmayalım. Tebliğ amaçlı olabilir. Diyelim ki Konya'da bir  hırsızlık çetesi varsa bu tüm Konyalılar'ın ortak problemidir. Bunlara kaşı ateisti ile, solcusu ile sağcısı ile birlikte mücadele edilebilir. Bu anlamda diyalogda bir tehlike yok. Ama ne zama ki diyalog, iki farklı din-kültür arasında ortak noktalar teşkiline giden bir süreci başlatırsa tehlikeli olur. Sıkıntı burada oluşuyor. Bunların bize sunduğu Yahudilik ve Hristiyanlık bir din olarak gelmedi zaten. Hz. Musa ve Hz. İsa'dan sonra ortaya çıkartıldı. Uydurulmuş bir dindir bunlar. Hz. Musa'nın dini İslam'dı. Hz. Musa insanlara Yahudilik anlatmadı.
RÖPORTAJ: İBRAHİM ÇİÇEKÇİ
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.