Ahmet Güldağ

Ahmet Güldağ

Ramazan Karşılanması da Değişti mi?

Ramazan Karşılanması da Değişti mi?

Uzun zamandır uğrayamadığım dostları ziyaret etmiştim.

Hal hatırdan sonra sohbete başlayan dost “Ne oldu gaztacı usandınmı yoksa?” sorusuna hayretle bakarken devam etti.

“Her yıl nostaljideki Ramazan karşılamadaki coşkuyu yazardın. Bu yıl yazmadın. Yoksa Ramazan karşılanması da değişti mi. Analarımızın bacılarımızın coşkusu yok mu?”

“Dediğin gibi her yıl yazınca okurlar belki nakarat olarak görüş yaparlar diye düşündüğüm için oldu….”

Yanımdaki dost sözümü kesti. “Bak şunun söylediklerine. Nakarat oluyormuş!. Bilmez misin ki o mutlu coşkuları bin kere konuşsak duysak yazsak usanma bir tarafa zevkle anarız.”

“İyi ama” dedim. “eskiye rağbet olsaydı Bitpazarı kıymetlenirdi derler…”

Sözümü kesen karşımda ki “Ne yani bugün Bitpazarı kıymetli değimli sanıyorsun? Bu günkü ekonomi bozukluğu ile mağazalar sinek avlarken Bitpazarına koşuyor az gelirli vatandaşlarım. Haberiniz yok işiniz iyi galiba!”

“Biliyoruz biliyoruz” cevabı verirken devam ettim.

“Çocukluğumuzda böyle beyaz eşya dolu mağazalar, çeşitli yiyecek satan marketlerimiz yoktu ki. O zamanda buzdolabı vazifesini her evde buluna toprak taban ve sıvalı Kiler denilen serin yerler alırdı. Bu günün apartman dairelerine bulunması imkansız. Ya marketlerden alınacak paran gelirin olmazsa evine getiremeyeceğin yiyecek işlemleri o zamanlar bilmez misin nasıl olurdu?

Bugünün sözde okumuş hatta Prof olmuş bazı ve bilhassa maneviyat karşıtı hanımefendiler böyle işlemleri bilmez ihtiyaçlarını satış yerlerinden giderirken.

Başörtülü veya sıkma baş diye adlandırıp tu-kaka yapma yanında nerede ise hayat hakkı tanımadıkları Anadolu kadınının ekonomiye büyük hizmeti olurdu. Şimdi ne kadarı yapabiliyor bilemem.

Evlerinde çuval veya tahta fıçı içinde unları, çömleklerde tereyağları ki o zaman zeytinyağı daha pahalı idi. Kendilerinin bağ üzümlerinden kaynattıkları pekmez, bundan yapılan çeşitli reçeller ki. Şeker yok satıp pahalı da idi. Bakın bir işlem söyleyeyim yeri gelmişken. Gerçi bazıları “İnönü’ye kafayı takmış” deseler de insan hatırlamadan edemiyor.

2. Cihan harbi zamanında iyi bir siyasetle atlattı deseler de, kazın ayağı hiçte öyle değildi. Bunu yıllar öncesi birkaç defa açıkladım. İslam mabedi olan camileri buğday deposu yaptığı halde, gıda ekonomisi iyi mi idi.? Ekmek, Kaput, Pazen bile karne ile alınabilirken, amelenin günlüğü altmış kuruş değerinde ama şekerin Kg. mı beş lira idi. Memurlar, kendilerine vesika ile ve ucuz verilen şekeri, zenginlere satar maddiyat temin etmeye çalışırlardı!

Ama bir şey vardı. Bu yokluk ve zorluklara rağmen mutlu idi aileler. Çünkü evin yiyeceğinde büyük katkısı olan eli öpülesi analarız bacılarımız, tandırda, ev fırınında ekmeğini, et yerine kıymasını kullanarak yazın bahçesinde yetiştirdiği, kış için kuruttuğu Fasulye, Kabak, Patlıcan vb. den yemeğini. Ununu hamur yapıp bundan çeşitli Su, Kıvrım, Sigara börekleri yanında tatlı için Kırk kat ve çeşitli şekillerde baklava, meşhur Sacarası, kaynana vb. leri bizzat kendileri yapıp masrafa boğmazlardı ev ekonomisini.

Şimdileri gerek kalmadı stok bile yapmaya. İhtiyaçlarını Market, Lokanta ve Pastane’lerden alarak gidermekte. Böyle olunca da elbette ailenin kendi katkısı olmayınca ekonomi de bozulur …”

Sözümü kesti sağ yanımdaki dost. “yahu biz Ramazan karşılaması dedik siz uzattınız başka şeye. Bak, bu yöndeki senin kupürleri saklamıştım. Gelin bir okuyalım o günleri ama arada ki anlatımları atlayıp sadece o günlerde olanları” sözüne herkes oku bakalım deyip kahvelerini yudumlamaya başladılar.

***

“… Ramazan gelişine üç hafta kala komşu ve ev hanımlarını bir telaş alırdı.

Durumu bilmeyip oradan geçenler. Hanımların Evden eve telaş içinde gidiş gelişlerini gördükçe. “Düğün dernek var galiba” sanısına girerdi.

“Ne vardı?”demeden önce, adına “Ramazan hazırlığı” denilen işlemden başlayalım.

O günlerin evlerinde, buzdolabı yerine biraz toprak zemini düşük kiler veya izbe odası mevcuttu. Yiyecek eşyasının serinlikte durmasını sağlayan bu odalarda evin günlük değil mevsimlik gıda maddeleri stok edilirdi. Taze et bulunmazdı ama sırlı çömleklerde, güz dönemi yapılan etlik kesimleri sonu konan kıyma doluydu..

Her evin hanımı, kızı, gelini, hamurunu da bizzat yoğurur, yufkasını da açardı. Dolayısıyla bu günlerin Pastahane ve diğer yerlerinden alınan Su böreği, Baklava işlemlerini yine onlar özene bezene yaptıklarından, o yıllar yaşamında, her yerde satış yeri bulamazdınız.

Evin Hanımefendisi; Kiler veya izbede ki stok’u azalmış olup Ramazan boyu yetişmeyecek gıda maddelerinden…

Un, Haşhaş, Zeytin, Sade ve Kuyruk yağları, Toz şeker, Baharat, Zeytin, Pirinç, evde yapılandan kalmamışsa Pastırma ve Sucuk, kümesleri olmayanlar için yeterli miktarda Yumurta, Reçel yapımı için gerekli malzeme gibi ihtiyaç listesi…

Beyefendiye söyleyerek hatta bazıları yazarak vermiş olurdu. Bunlar içinde Makarna çeşitleri bulunmazdı. Çünkü aşağıda anlatacağım gibi bu işlemi kendileri hallederdi..

Önemli bir husus daha vardı. Hanımefendi bu siparişi verirken, İslam dini yanında Türk ananesi ve komşuluk hakkı üzerinden sosyal yardım yapmayı düşünmezlik etmezdi.

Yakın fakir komşuların mahzun kalmamaları, Ramazanı olsun mutlu geçirmelerini temin içinde, aynı malzemelerden, bütçe imkânı nispetinde almayı unutmamasını Beyefendisine hatırlatırdı.

Beyefendi, Zekât, Hayır vb. düşüncesiyle de bu işlemi yapmaktan geri kalmazdı.

Bunlar yapılınca komşu kadınlar birbirlerine ünlerlerdi- yüksek sesle uzaktan çağrışım -

“Gıız Ayşabaaa. Iramazan geliyo. Hadi Fadımana nineye gidekte, irişte kesiş günü sıralasın…”

Çoğu iki yüz metre boyutuna yakın mahallenin tek kat ve bahçeli ev komşuları, köylerin imecesi gibi birbirlerine yardım ederek ramazanın sahurunda bilhassa kaşıklanan, sadeyağında pişecek en güçlü ve sevecen sahur yemeği olan, leziz Erişte ve Şehriye pilavı malzemesini hazırlarlardı.

Fadımana Nine, fakir, kimsesiz ihtiyar olanları da dâhil ederek komşuları sıraya alır. Herkese bir gün tayin ederdi.

O gün gidilecek eve, hanım, gelin ve kızlar ellerinde oklava, tahta sini ile yollanırlardı.

Bu hareketler, birbirlerine sevgi ve neşe içinde yardım yarışı yanında…

O günlerde yaşanan en mesut, olumlu ve kaynaşma anları olurdu.

Evin hanımları Tan ağarırken Su veya Ateş değirmeninde (Motorla döndürülen) katıksız öğütülmüş buğday ununu eler, bakır leğen veya hamur teknesinde gerekli Yumurta, ılık Su ve Tuz ilavesiyle hamuru hazırlardı.

Gelen hanımlardan iyi Yufka açanlar ayrılarak vazife taksimi yapılır, grup halinde evin odalarına dağılırdı

Yufkalar (Aslında “Şebit” de denilir.) açıldıktan sonra yerlere serilmiş örtüler üzerine kıvama gelmesi için bırakılır. Kıvamı gelen yufkalar dürülerek siniler üzerinde incecik kıyılmaya başlanırdı.

“Erişte” adı verilen bu kıyımlar, evin diğer kapalı yerlerinde serilmiş örtülere yayılırdı.

Diğer taraftan, Şehriye dökecekler serili örtülerin etrafında daire yaparak otururlardı.

Kıvamı gelmiş hamurdan koparıp avuç içinde yuvarlar, sonrada Baş ve Şahadet parmağı arasında bükerek, ufacık taneler şeklinde “Şehriye” dökerlerdi.

 Bu dökülen Şehriyeler de yine örtülere yayılarak kurumaya bırakılırdı.

Bunlar yapılırken hanımlar suskun mu dururdu ki?..

Herkes bir sakinlik ve terbiye içinde, gençler sohbet yapanların yanında, aniden lafa karışmadan dinlerler asla dedikoduya girmezlerdi.

Güzel sesi yanında bilenlere İlahi, Şarkı, Türkü, Mani okuturlar, Fıkra da söylemek suretiyle şen, şakrak ve esenlik içinde kaynaşıp işlerini tamamlarlardı

Bu arada yarışmalar olur, Yırtıksız ince Yufka açma ve çabuk yapabilme yanında Şehriye dökme hızı da girerdi

Bir yarışmada Şarkı, Türkü, Mani ve fıkra söyleyenler arasında olurdu.

Ekseriya, öğle veya biraz sonra biten işlem sonu, Ev sahiplerince hazırlanan çeşitli ve leziz yemek sofraları kurulurdu.

Yemek sonu ise, Kış mevsiminde çeşitli çerezler, İzbelerde güzden kalmış Üzüm hevenkleri ve Kavun ortaya getirilir, Yaz günleri ise yaz meyveleri yanında Konya'nın meşhur Buz Karpuzu ile Araplar, Parsana, Cehennem oğlu ve Uluırmak vb. gibi yerlerin bağlarında yetişen, incecik kabuklu ağzınızda eriyiveren leziz üzüm önlere serpiştirilirdi

Yarışma da derece alanlara Ev sahibesince, Oyalı yazma, işlemeli Mendil ve Bohça örtüsü vb gibi göz nuru dökülmüş hediyeler dağıtılırdı..

Acil işi olmayanlar bir müddet daha bu kaynaşmayı devam ettirir. Ayrılırken Ev sahibine teşekkürle “Afiyetle yiyiniz” derler. Ev sahibi de onlara şükranlarını sunarken “Elleriniz dert görmesin” derdi.

Bekâr kızların kulağına eğilip “İnşallah senin evinde de Erişte, Şehriye keseriz.” Temennisini unutmazlardı…”

“Teşekkür ederim. Nerede o bizzat yaşadığımız günler.” Diyerek zaten sona eren okuma sonu devam ettim.

“Bir hususu gözden kaçırmamalıyız. O günlerin aza kanaatle geçinip bulduğunu değerlendirerek yiyen giyen aileler tek veya çift katlı bahçeli evlerde otururlardı. Bu evlerin sıralandığı sokakların boyuna kadar ki karşılıklı evlerin aileleri…

Birbirlerini sanki beraber oturmuşçasına tanır, bilir halinden haberdar olurlardı. O sokakla da kalmaz komşu sokaklara kadar bildikleri, kaynaştıkları olurdu. Bu hal onlara mutluluk getiriyordu.

Uzatmayayım bırakın Sokak’ı Apartmanlar bu günün yaşamını değiştirmiş oluyor. Duruma göre tanışamıyor bilmiyor. Öyle ki! Beraber bindiği asansörde “Siz kaçıncı kata” sorusuna aynı katı söyleyince tanışamamanın verdiği haleti ruhiye nedir? Bir düşünelim..

Bu durumda elbette o günler nostalji ve mutluluk içinde geçmiştir ama.

Bu günlerde öylesine bir gidişat içinde işte…

***

Tüm Müslüman kardeşlerimin idrak edeceğimiz Mübarek Ramazan-ı Şerifini tebrik eder hayırlara vesile olması ve sağlık, esenlik içinde yaşam dileğimle… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Güldağ Arşivi
SON YAZILAR