Tûl-i emel; tevehhüm-ü ebediyet arzusu. Sonsuz yaşama aşkı. Dünyeviliği/dünyayı, hayatın en önüne almak. Hakikat yolunun uzağına düşmenin yanılgısı...
Tûl-i emele meftun kişinin sürekli dünyaya ait şekvaları olur, şikayetleri keşkeleri olur. ‘Bu şeyim eksik, keşke şu işi yapsaydım’ gibi aczinin farkında olmayan tutkunluk görürsün.
Hazreti Üstad’ın doktorluğunu yapmış olan Sadullah Ağabey, “Kızımı gelin edemedim.. oğlumu everemedim.” diye diye ölen ve ruhunu teslim ettikten sonra sol gözü bir türlü kapanmayan bir hastasının halini yorumlarken; “Sol göz dünyaya, sağ göz âhirete bakar. Tûl-i emel ile, dünyada daha yapacak işleri olduğunu düşünerek öldüğünden sol gözü açık gitti” diyor.
Ey bedbaht nefsim diyor Üstad; ‘acaba ömrün ebedi midir? Hiç kati senedin var mı yarına kalacağına dair? Aklını başına al, sen ve hususi dünyan, daimi zeval ve fena darbesine maruzsunuz.’
Mal sevdası, makam düşkünlüğü, görünme heyecanı...ebediyet arzusunun bedenimize ruhumuza giydirdiği libaslar bunlar. Yazık ki bu yazıyı yazan başta olmak üzere çoğumuzun üzerinde bu libaslar var. Dünyayı küçümsemek gitmeyi kolaylaştırır oysa. Mal, makam, evlad-ü iyal hepsinin emanet olduğunu bilmek ve onlara veda ederken gözümüzü sadece ruhumuzun gidişine dikmek, başka şeye değil. Gözümüzün, gönlümüzde olması; dünyada olmaması dünyayı ne güzel eder aslında. Dünyada kalmaktan aciziz, ölücüyüz. Bu yüzden terk etmeli gönülden. Gönülden terk etmeli ki, dünyayı taşıma düşüncesi yıpratmasın bizi. Dünyaya ne kadar gözümüzü açarsak, dünyadan o kadar gözü açık gideriz işte...
Başka bir ufkun tabiriyle; ‘hakka hizmet eden insanlar hayatlarının sonuna doğru ad ve unvanlarını değiştirse, kendilerini bilinmezlik ırmağına salsalar! Mü’min, insanlar arasında yâd edilme sevdasına tutulmamalı, hatta kendini unutturmalı. Her şeyi bilen ve asla unutmayan Zât’ın bilmesini yeterli görmeli. Ahiret için bütün imkanlar seferber edilmeli dünya için de ‘nasibi unutmama’ esasına bağlı kalınmalıdır.’
Efendimiz’in (s.a.v.); ‘Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlarda bilselerdi yemek için semiz hayvan bulamazdınız’ hadisi bize neyi tefsir ediyor acaba! Hayvanlar bildiğimizi bilselerdi hesabın korkunçluğuyla çatlar ölürler miydi demek istiyor? Dağlara yüklense paramparça olacak yükü taşıyan ademoğlu, kara kuru dağlardan ve izansız hayvanlardan daha mı gamsız acaba?!
Yazık ki çok aldanıyoruz, çok aldatıyoruz.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.