Sol Yanımız Yarasız
Kırıldı kolu kanadı. Aydınlık geleceği karardı birden. Yalpalayarak ayrıldı hastaneden. Yürüdü; hayallerine doyulmayan dünyalıların içine karıştı. Kalbi göğsüne ağır geldi, bir banka oturup dinleneyim dedi içinden...
Öleceksin demişti doktor. En fazla beş altı ay yaşarsın. Kanser tüm hücrelerini sarmış…
Kimse bilmiyordu doktorun az önce kendisine söylediği dayanılması zor hakikati. Kimsenin umrunda değildi. Herkes kendine söylenen hakikatin çok uzağındaydı.
Aslında biliyorlar bunu, aslında benim öleceğimi biliyor herkes. Yani doktor söylemeseydi ben yine öleceğimi biliyordum, onlar da biliyor. Az önce yanımdan kendi günlük dedikodularına gülerek yürüyüp geçen genç kızlar biliyorlar öleceğimi. Beyaz Tofaş şahin arabayla son sürat yoldan geçen, geçerken yolun çukurluğunda biriken su birikintisini ellerinde poşet, pazardan dönen bir teyzenin üzerine boca eden, arkalarından bolca küfürler edilen gürültülü delikanlılar da öleceğimi biliyor. Sabah hastaneye giderken gördüğüm şimdi de eve dönerken telaşelerini, aceleciliklerini fark ettiğim işçiler, memurlar da biliyor. Şu köşe başındaki hiçbirşeyden haberi yokmuş gibi duran ayakkabı boyacısı, şu uzunca değneğe pamuk şekerlerini dizip çocukların ilgisini çekmeye çalışan küçük tüccar, şu lokantanın önünde ‘büyrün efenim buyrun buyrun’ diyen müşteri avcısı da...hepsi biliyor öleceğimi aslında.
Hepsi biliyor da neden umursamıyor kimse. Neden herkes, hiçbirşey yokmuş gibi davranıyor. Anlayamadı, anlaşılır gibi değildi bu. İnsanoğlu bu kadar kedersiz olamazdı, bu kadar umarsız, bu kadar hayretsiz olamazdı insan. Çıldıracak gibi oldu bu duyarsız yığınlar karşısında. Kafasına sıkıp bir an önce gitmeliydi belki de. Ölmek, öldürmekti bu gamsız görüntüyü!
Ağlamaya başladı. İlk kez ağlamanın acılığını iliklerine kadar hissetti. ‘Çocukken acıtmazdı ağlamak’ dedi. Dedi ama insanlara değil, yağmurun habercisi kara-gri bulutlara dedi. Çocukken ağlamak acıtmazdı çünkü çocukken ağlamanın hikayesi yoktu, görüntüsü vardı. Tam o anın görüntüsü. Ne öncesi vardı ağlamanın, ne sonrası. Ağlardın ve az sonra unuturdun neye ağladığını. Ya şimdi öyle mi. Kocaman adamın gözlerinde, kalp kırıklıklarının, hüzünlerin, vefasızlığın, yalanın, hasedin, iftiranın...yüreğine üşüşen bir sürü sebebin yaşları dökülür. Acı verir o yüzden ağlamak.
İlk kez ağlamanın, acılı da olsa anlamlı tadına varıyordu. Saklı tuttuğu gözlerini silip doğruldu. Eve yöneldi. Yolda gözüne takılan herşeye daha dikkatli bakıyordu. Dilenciler, mülteciler, ekmeğini simit satarak kazananlar, direksiyonu az yamulmuş Bisan bisiklete binen altmışlık amca, forslu arabalar, forslu insanlar...
İçi burkuldu. Bu fotoğraf karelerini hepsini karalamak istedi. Hepsi ama hepsi üzüntü vericiydi. Hele forslu olanlar daha çok. Sol yanlarında yara izi yoktu. İki saat öncesine kadar kendi sol yanındaki endişesizlik, yarasızlık gibi.
Şimdi şanslıydı. Doktor ona beş altı ay mühlet vermişti. Kurtuluşun reçetesini okuyacak ilacı sol yanına sürecek, sol yanı sancıyacaktı. Yarasız, gamsız gitmeyecekti...
‘Derman arardım derdime,
Derdim bana derman imiş!’
mısralarındaki anlam gibi sonsuz acıdan kurtulmanın derdine sarılacaktı.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.