Selam Ey Nebi

Aciz dilim sana duyduğum büyük sevgimin tercümanı olamayacaktır. Lakin; bir anne gibi, hayır bir baba gibi, yok, yok… Bir can gibi bir canan gibi dertleşmeye Sen'inle öyle ihtiyacım vardı ki… Gecelerce niyazlarda bulunmuştum Rabbim'e, beni Habibin'le rüyalarda buluşturuver ya Rab diye… Ne kadar ihtiyacım var sana bir bilsen demiyorum Ya Rasulallah, biliyorsun çünkü. Herkesin uyuduğu saatlerde gözlerime uykunun girmediğini, Sana “Ya Rasulallah! Beni affedecek misin? İşlerken şeytanın aklımdan seni alıp götürdüğü günahlarımın çokluğuna bakmadan bana şefaat edecek misin?” diye seslendiğimi. Af dilerken Allah’ımdan Habibin hürmetine dediğimi, Sen'in hürmetine dualar ettiğimi, bilirsin gönlümün sultanı bilirsin sen, seni ne kadar çok sevdiğimi…
Ben de “Beni görmedikleri halde bana inanan kardeşlerim” diye bahsettiklerin denim. Hani özlemleriyle ağladığın kardeşlerin vardı ya senin. İşte ben de onlardan biriyim. Ancak gel gör ki kardeşlerin sana layık olamadı. Ebubekir’in cömertliği, Osman’ın Hilmi, Ali’nin ilmi, Nesibe Hatun’un fedakarlığı, ashab-ı güzinin o güzide cefakarlığı asr-ı saadette kaldı. Senin “Müminler bir vücudun azaları gibidirler.” dediğin ümmetinin arasında ayrılıklar boy gösterdi, tefrikalar başladı. O zamanlar bir vücudun azalarına örnek ensarın vardı, muhacirin… Belki de senin “Kişi kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz.” Sözünden hareketle kurulmuştu o kuvvetli kardeşlik bağları. Şimdi yalnız kendini düşünür oldu ümmetin. Öyle ki ümmetinin bu halinden, aralarındaki bu kopukluktan istifade etmesini bildi yine karanlık zihniyetler.
 Duydun değil mi ya Rasulallah insafsızların sana yaptıkları hakaretleri? Sana duyurmaz mı hiç Allah. Duyunca gözlerinden inci yaşların Taif’te taşlandığında sel olup aktığı gibi aktı mı yine ve yine “Onlar bilmiyorlar…” deyip sineye mi çektin yapılanları? Beddua etmedin değil mi yine? Tahmin edebiliyorum lakin merhametli yüreğinin ne kadar burkulduğunu…Sen üzülme gönlümün gülü. Seni canından çok seven ümmetin sana yeter. Ebu Cehil taşlasın, Ebu Lehep alkışlasın, onlar da kim sen onlara aldırmayasın sakın… O narin yüreğini üzmesin saldırılar, nafile var edilmedi nafile yanmıyor nar… Aldırma hakaretlere ne olur, ne olur aldırma yar… Aldırma ve ne olur bağışla bizleri… Hakkıyla koruyamadık seni… Engel olamadık zalimlere. Oysa senin manevi varlığın hep korudu bizleri. En zor anlarımızda hürmetine ettiğimiz duaların kabulüyle eriştik felaha.
Kırıldık bazen birbirimize, sitemkar olduk yarenlerimize, Seni yad edip barıştık. Ben onu affetmem derken birileri için “O” amcasının uzuvlarıyla kendilerine takı yapanları bile affetmişti diye düşünüp, ümmet olma şuuruyla yaklaştık insanlara, affetmeyi bildik… Affettik… Affettim…
Lakin bir kendimi affedemedim ya Rasulallah! Sensiz geçirdiğim her an kabus olup çöküyor gecelerime. Düştüğüm hatalar, yanlışlıklar… Hissettiğim suizanlar, kıskançlıklar… Söylediğim yalanlar… Yaptığım dedikodular birer hayalet gibi uçuşuyor gözlerimin önünde. Bir kahkaha duyuyorum ansızın. Şeytan gülüyor düştüğüm tuzaklara işitiyorum ve o an işte tam o an kahredici bir ses: “Kaybettin artık, uğraşma!” diyor. “Kaybettin…” Beynimde yankılanıyor bu sözler. İçim ürpermeyle doluyor; titriyorum… Ve birden yüreğimin bu sese karşı koyduğunu hissediyorum. “Hayır” diyor yüreğim. Hiç kaybedebilir mi O'nu seven? Onu sevmekle çoktan kazanmıştır zaten insan, diyor. Haklı mıyımya Rasulallah? Tutarsın elimden kurtarırsın cehennemden değil mi? İnan ki ben de seni Musab bin Umeyr’in gibi, sadık dostun Ebubekir’in gibi, vefakar sahaben Eyyüb Sultan’ın gibi çok seviyorum. Bazen diyorum ki ben de ashabtan (r.anhüm) biriyim ama yok, yok… Ben onların ellerinin kiriyim. Lakin ölçmeyi denesek sevgimi hiçbir terazi almaz ve sana olan özlemimi… Üzerinden bir defacık geçtiğin toprak gibi, yaslanıp da dinlendiğin ağaçta yaprak gibi özlüyorum Seni inan ki. Sana ulaşmak için sözünü dinliyor, dediğin gibi yapıyor, gökteki yıldızlara benzettiğin ashabına tutunuyorum. Hubeyb (r.a)’in geliyor aklıma. Hubeyb’i (r.a) anıyorum. Sen seni sevenlere can damarlarından yakınsın ya Rasulallah. Öyle olmasa Hubeyb idam edileceğinde “Esselamü aleyke ya rasulallah!” dediğinde ayrı diyarlarda olduğunuz halde ikiniz ayağa kalkıp olduğun yerden: “Aleyke selam ya Hubeyb!” demezdin. Şimdi ikimiz de ayrı diyarlardayız ya Rasulallah! Ve ben sensizliğin eşiğinde, ölümün beşiğindeyim. Hasretinin idam sehpasındayım. Sana olan sevgim hürmetine, seni seven canlar hürmetine, aşkın ile dökülen yaşlar hürmetine “Esselamü aleyke ya Rasulallah!” desem, “Aleyki selam Ya Emetallah!” der misin? Beni de, bir çift sözün için dünyasından vazgeçebilecek kadar seni seven bu mücrimi de mesud eder misin? Öyleyse işte haykırıyorum: En güzelden gelen en nadide kelam Sana, ey gönlümün Sultanı! Selam Sana, selam Sana…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Arşivi

Rahmet Deryası

28 Haziran 2014 Cumartesi 06:00

Kafi Olsaydı Sevmek…

16 Nisan 2014 Çarşamba 06:00

Duaya Davet

05 Ocak 2014 Pazar 06:08

Yaz Gülleri

29 Haziran 2013 Cumartesi 06:00

Millet ve Ümmet Olabilme Şuuru

14 Haziran 2013 Cuma 06:00

(O)nurla Onurlanmak

20 Nisan 2013 Cumartesi 06:00

Racip Olmak, Racim Olmak…

24 Mart 2013 Pazar 06:02

Cennet Ucuz Değil…

02 Mart 2013 Cumartesi 06:02

Dindarlıkta Ölçüler

16 Şubat 2013 Cumartesi 06:00