Racip Olmak, Racim Olmak…
“Ve Rabbin demişti ki ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım. (Melekler) demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın. Biz seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz. (Rabbin): Muhakkak ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu. (bakara-30)
Ve alemlerin Rabbi yeryüzünde hilafetin bayraktarlığını göğüsleyecek olan Adem (a.s.m)’ı yarattı. Adem (a.s.m) ceset halinde iken Rabbimiz meleklere “Adem’e secde edin” (Bakara -34) buyurdu. Elbette Rabbül alemin bu secde ile bir teabbüd murad etmiyordu. Zira söz konusu olan Rabbe itaatin tecellisiydi.
Ve melekler secde ettiler. Ancak… İlla İblis. İblis böbürlendi ve kibri onu Allah’a (c.c) itaatten alıkoydu. “Ben ondan üstünüm. Beni ateşten onu çamurdan yarattın.” (Araf-12) Kibri ve bir başkasını hor ve hakir görüşü onu racip olmaktan aldı; racim olmaya sürükledi. Ve şeytan and içti:
“Muhakkak ki kullarından pek azı müstesna pek çoğunu azdırarak kontrolum altına alacağım.” (İsra-62)
O gün bugündür kibir ve başkalarını hor görme gibi duygular ile insanoğlunu yoldan çıkarmayı başardı. Halbuki Rasul-ü Ekrem bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştu:
“Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan cennete girmez.” Rasulullah kibirden bahsederken orada hazır bulunanlardan biri “kişi elbisesinin ayakkabısının güzel olmasını ister.” deyince Rasul-ü Ekrem: “Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir hakkın ibtali, kulların tahkiridir (hor görülmesidir).” buyurdu.
Ancak ne gariptir ki insanoğlu sadece emanetçisi olduğu maddi-manevi her türlü sebep ile böbürlenebilmektedir.
Rabbimizin sürekli vurgu yaptığı bir hakikat vardır ki onun eksikliği insanlığı hüsrana sürüklemektedir.
“Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”
“Düşünmez misiniz?”
“İbret almaz mısınız?”
Kur’an’da sıkça geçen bu ayeti kerimeler Yaradan'ın yarattığını en iyi şekilde bilmesinin ve ikaz etmesinin neticesidir. Ne yazık ki akıllanmama ve başımıza gelen herhangi bir musibetten veya mükafattan ibret almama bu duyguların esaretinden kurtulamayışımızın asıl sebebidir.
Millet olarak hatta insanlık olarak bir enkazın altında ezilmekteyiz ve birbirimizin düştüğü durumu izlemekle yetinmekteyiz.
Kibirli paylaşma ruhu olmayan enaniyet sahibi gençler yetiştirmekte ve yetiştirdiğimiz ağaçların altında tutuşmaktayız. Sözümüzde kulluktan bahsetmekte özümüzde ise neredeyse kötü duygularımızı kendimize tanrı edinmekteyiz. (Furkan-43.surede bahsedildiği gibi)
Kibirlenmemeyi kendini büyük görmemeyi alçalmak ve hakir duruma düşmek şeklinde addetmek son derece yanlıştır. Zira alçak gönüllülerin piri olmasına rağmen en ziyade saygı sevgi ve hürmeti gören efendimiz “Allah tevazu göstereni yüceltir, kibirleneni alçaltır.” buyurmuşlardır.
Varlığıyla büyüklüğün zirvesine bizi ulaştıracak tek şey kulluğumuzdur. Dinimiz kulluğumuz söz konusu iken hele bir de zalimin karşısında dinimizin büyüklüğünü tecelli ettirecek vasıflara bürünmeliyiz elbette fakat bunu yaparken Hz. Ömer’i tarif eden muhterem bir zatın bahsettiği niteliğin sınırlarını gözetmeliyiz. “O kılıcının bir yüzüyle kobraların başını alırken diğer yüzüyle bülbüllere yuva örme sanatını öğretirdi.” deniliyor Hz. Ömer için.
Neden bu bizler için de mümkün olmasın. Kinsiz, nefretsiz, hasetsiz, kibirsiz, kardeşlik için barış için refah için selam, muhabbet ve dua ile…
Fi Emanillah…





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.