Geç kalmasın çığlımız
Hızla gelişen dünyada duymak, görmek istediğimiz, hissetmelerimize güzellik katan sesler görüntüler duygular eksildi. Sosyal korkular, güvensizlikler, sevgisizlik, metalaşma arttı.
Bu ağır olumsuz duruma çare ne diye mikrofon uzatılıyor bir haber kanalında. Yine en çok yozlaşan, eksilen; eksikliğin dibine kadar yaşandığı ahlaki erezyondan bahsediyoruz. Haber korkunç. Taciz edilen sonra da canice katledilen genç bir kızın feryatçıları sokakta. Psikologlar sosyologlar televizyonlarda; yorum programlarında. Nasıl yapmalıyız, niye bu hale geldik, neden katledilen namusun üzerine bir de vampirlik yapılıyor, niçin öldürülüyor genç kızlar...
Soruların acılığı kadar cevap da acıtıcı; “Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin.”
Bu cevabı duyduğumda neye hasret kaldığımızın bile farkında olmadığımızı anladım. Neden korunmak için çığlık atacak hale geldik? Aslında nüfusunun yüzde doksan dokuzunun bir hesap gününün varlığına inandığı bir ülkede yaşıyoruz. Zinanın büyük günah, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu büyük çoğunluğumuzun bildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ama sokaklarda taciz çirkefliğini, ihanet rahatlığını, hesap korkusuzluğunu eksiltemiyoruz.
Bu bir tablo. Bu tabloyla ilgili istatistiki bilgi vermeye takatim yok. Zira istatistikler duyarsızlığımıza üst üste hançer saplıyor. Ekranlara yansıyanların en az on katı yaşanıyor. Bu çöküş tepeden lisenin en alt sınıfına, kentlerimizden köylerimize kadar inmiş durumda.
Peki neden? Gayri insanilikten korunmak için çığlık atmaktan başka kaç tane çaremiz var?
Çığlığı aynanın karşısına geçip kendi halimize atmamız gerekiyor. Hemde avazımız çıktığı kadar çığlık. Vicdanlarımız titreyene kadar çığlık. İslami kimliğimizin kofluğunu fark ettirecek bir çığlık. Lafçılığı terk ettiren, fiili dünyamızdan uzak sözlerimizi, riyakar konuşmalarımızı, yazmalarımızı yüzümüze çarpıp bizi özümüze döndürmeye matuf sarsıcı bir çığlık...
Sokakta çığlık atmamanın çaresi düzenli olarak kendi halimize gayri insani yanlarımıza çığlık atmaktan geçiyor. Küçülüyor dünya. Herşeye ulaşmak kolaylaştıkça kendimizi hatırlamak zorlaşıyor. Hep ulaşmak istiyoruz dünyanın hızına. Koşarken önceliklerimizi arkada bıraktığımızı fark edemiyoruz. Fark ettiğimizde de vakit gecikmiş oluyor. Ruhumuzu, vicdanımızı, çocuklarımızı eşlerimizi akrabalarımızı ve insanın içinde olduğu tüm sosyal hakikatleri ihmal ettiğimizi fark ettiğimizde aslında amacımızdan ne kadar da saptığımızın fotoğrafı çıkıyor karşımıza.
Oysa herşeyi herkesi takip edecek bir varlık olmadığımızı bilmeliyiz. Her paylaşımı ‘fav’lamaya gerek yok. Favorimiz, öncelikli fark etmemiz gereken sosyal yaşamı güzelleştiren hissetmelerimize güzellik katan sesler görüntüler olmalı. Kızımızla oturup, dokunmalı aşkların, ihanetli sahnelerin, edebin kıyısına varmayan görüntülerin sıkça yaşandığı dizilere gözlerimizi dikmemeli. O dizilerde sahnelenenler maalesef çok doğallaştı. Farklı tekniklerle o duyarsızlık o rahatlık zehri bilincimize işliyor işliyor ve duyarsızlaşıyoruz. İşte hepimizin fark edebileceği bir örnek; sigaranın dumanına sansür uygulanıyor ama bize çığlık attırması gereken zinaya sansür uygulanmıyor ve biz umarsız bakıyoruz, bu çöküşe reyting yaptırıyoruz. Sonra da haber kanallarından duyduğumuz yürek yakıcı haberler, yürek yakıcı yorumlar...
Buna tahammül etmemek için dindar olmak ta gerekmiyor. O korkunç haberlerden sonra sokağa dökülenlerin hepsi dindar değildi; insan olmak gerekiyor...
‘Allah bizi insan eyleye.’
Bu çok zorsa, bari bir çığlık atalım. Geç kalmasın çığlımız.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.