Şiir yazan keman çalan bir alimdi: Ayaslı Şakir Efendi

Şiir yazan keman çalan bir alimdi: Ayaslı Şakir Efendi

Âlim ve fazıl bir zat Ayaşlı Şakir Efendi, sanatkar ve ince ruhlu bir insandı.  Şairliğinin yanı sıra çok güzel resim yapar, yazı yazar, keman çalardı. Altıncı hissi çok kuvvetli idi.

Konya’da mezarı Şems Camii ve türbesinin yanında bulunan Ayaslı Şakir, Mevlana aşığı bir zattı. Konya’da mezarı pek bilinmeyen Ayaslı Şakir Efendi, Konya kültürüne önemli hizmetlerde bulunan bir insandı.  Halka pek karışmayan ve inziva hayatı yaşamayı seven Ayaşlı Şakir’in keman çaldığını, yağlı ve sulu boya ile kara kalem resimler yaptığını dile getiren Eğitimci Tarihçi Ali Işık, Şakir Efendi’nin Saltanat’a karşı İslamcı düşüncede ve Muallim Naci ekolüne dâhil olduğunu, Tokat’ta Müftü ile ters düştüğünden dolayı statüko ile karşılaştığını söyledi. 

Bu yaşadıklarını 369 beyitten oluşan “Büyük Şüphe” adlı şiirinde dile getirdiğini hatırlatan Işık, Konya’da başını Kambur Tevfik Bey’in çektiği Filibeli Sıtkı Dede, Tavaslı Osman Efendi, Çumralı Hüseyin Efendi, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun gibi gönül ehli, irfan sahibi kimselerin bulunduğu ve bir tasavvuf yapılanması olan Bezm-i Muhabbet” halkasına da girdiğini ve Tokat’tan Konya’ya tekrar geldiğinde mamülen emekliye ayrıldığını ve değişik haller de yaşamaya başladığını kaydeden Işık, 18 Haziran 1917’de vefat eden Ayaşlı Şakir’in mezarının Şemsi-i Tebrizi türbesine yakın bir yerde ve kabir taşının da İnce Minare Müzesi’nde olduğunu dile getirdi.

KONYA’DA 6 SENE GÖREV YAPTI

Ayaşlı Şakir’in hayatının çelişkilerle dolu olduğunu ve kendisini bu açıdan çok uğraştırdığını ve uğraştırmaya da devam ettiğini belirten Işık, yazdığı Ayaşlı Şakir’in ismini ilk defa kendisinden Osmanlı Türkçesini öğrendiği Ali Osman Koçkuzu’dan duyduğunu söyledi.  Merhum Ayaşlı’nın 1871 yılında Ankara Ayaş’ın Dervişimam Mahallesinde dünyaya geldiğini, babası Nazif Ağa’nın ümmi bir kişi olduğunu ve annesini de küçük yaşta kaybettiğini söyleyen Işık, ilk tahsilini, Rüştiye’yi Ayaş’ta tamamladıktan sonra Kur’an’ı hıfzettiğini ve 13-14 yaşlarında da Arapça ile Farsça öğrendiğini, 15-16 yaşlarında da yazı yazmaya ve şiir söylemeye yöneldiğini ve tahsilini tamamlamak için gönderildiği İstanbul’da da medreseye devam ettikten sonra 1889’da imtihansız olarak Dârülmuallimîn’e kabul edilerek bu okulun İbtidâî, Rüşdî ve Âli Edebiyat kısmını bitirdiğini ifade etti, Işık, “Mekteb Gazetesi’nde ilk şiirleri yayınlanan Ayaşlı Şakir 1895’de, ilk memuriyeti olan Konya İdâdisi Müdür Muâvin-i Sâniliği’ne tayin ediliyor. Yüzü düzgün ve yakışıklı olan Ayaşlı Şakir, Konya Redif Alayı Emini Albay Hayri Bey’in kızı Zehra Hanımla evlendiriliyor. 1901’e kadar burada Edebiyat, Tarih, Coğrafya dersleri verdikten ve Konya’da altı sene kaldıktan sonra tayini, Tokat İdâdisi Müdürlüğüne çıkıyor. Bunun üzerine şu şiiri yazıyor: “Konya’nın Sille’si bizi parasız pulsuz bırakıp Tokat’ın şamarına lâyık gördü/ Talihin yürüyüş tarzı Şakir’e elbet böyledir/ Ne yaparsanız ki kaderin oluşumunu değiştirmeye takât yoktur.”

Ünü İstanbul’a kadar uzanan Ayaşlı Şakir Efendi’nin nargile kömürü ateşini eline aldığını, ömrünün son demlerinde bazen coştuğunu, bazen yalın ayak ve yarı çıplak vaziyette sokaklara çıktığını da kaydeden Işık, Şakir Efendinin bazı şiirlerini kâğıda yazdıktan sonra toprağa gömdüğünü ve Batının materyalist felsefesine reddiye niteliğindeki 184 kıtalık “Düşündüm” şiirinin ise, felsefeciler tarafından başlı başına incelenmesi gerektiğini de söyledi. Konya’da görevli olduğu sırada, Konya Redif Taburu Miralayı Hayri Bey’in kızı Zehra Hanım’la evlendi. Tokat’ta birtakım üzücü olaylarla karşılaşan Şakir Efendi’nin ruh yapısında değişiklikler meydana gelir. Rahatsızlığı ileri safaya varınca da, devlet tarafından görevinden af edilerek Konya’ya gönderilir. Çok iyi Arapça, Şems-i Tebrizî’nin Farsça yazılan eserini tashih edecek kadar Farsça, La-dam O Kamelya’yı Türkçeye çevirecek kadar Fransızca bilen Şakir Efendi, meşhur “Ahteri” adındaki Arapça-Türkçe lügatı, yanında taşımamak için, bir haftada tamamını ezberleyecek kadar da zeki idi. Herkesin kaldıramayacağı tasavvufîşiirleri vardır. Onun hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Kimi ona mecnun, kimi meczup, kimisi de ona bir veli gözüyle bakmıştır. Abdülaziz Mec-di Efendi, ondaki büyük değişikliği cezbe ile izah eder ve sebebini de şöyle açıklar: “Hayat-ı ulâsında (hayatının ilk dönemlerinde) mübalât-ı diniyesi olmadığı halde, bir gün Tokad ‘in bihişt-âbâd bahçelerinin birinde yalnız başına namaz kıldığı sırada, eşcârın (ağaçların) kendisiyle beraber secde ettiğini, hal-i yakazada (uyur uyanıklık arasında) görerek mecra-yı efâr (fikirlerinde) ve müşahedâtında ( gözlemlerinde) tahavvül vukua gelmiştir.”

adsiz.jpg

46 YAŞINDA HAYATA GÖZLERİNİ YUMDU

Kapısı çalınınca, görmeden gelenlerin kim olduğunu haber verirdi. Kapıyı açınca, içeri almak istemediği, hoşlanmadığı bir insanla karşılaşırsa; gene bizzat kendisi “Şakir Efendi evde yok!..” der idi. Bir Konyalı değildi, ama Konya kültürü için çok çalıştı. Şakir Efendi merhum, Şems ile kendi hayatı arasında bir benzerlik bulurdu. Avucuna kor halindeki ateşi alıp, bir taraftan bir tarafa naklederdi. Kendini, önce Şems’e sonra da Mevlânâ’ya verdi. Hülâsa, 46 yaşında hayata gözlerini yuman Muallim Şakir Efendi; mufassal, büyük, işlenmemiş bir kitap. 

ALİ KEMELİ EFENDİ ONA SAHİP ÇIKTI

Son, on üç senelik inziva hayatında ailesi başta olmak üzere, herkesin terkettiği, Ayaşlı Şakir Efendi’ye Ali Kemâlî Efendi ile Sıdkı Dede sahip çıkar. Şakir Efendi’ye bağlanan mazûliyet maaşı ile Garipler Semti’nde aldıkları bir arsa üzerine küçük bir ev inşa ederler. Şakir Efendi’nin vefat ettiği 18 Haziran 1917 tarihine kadar, bütün ihtiyaçlarını karşılarlar.

“Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti” isimli eserde, Sultan Reşad’ın Şakir Efendi’ye gönlünü almak için gönderdiği, Yenikapı Mevlevi-hanesi postnişini Abdülbaki Efendi’nin naklettiği ilginç bir olay yer alır. Burada Şakir Efendi’nin üst üste gösterdiği kerametler anlatılır. Olayın şahitleri de Sivaslı Ali Kemâlî Efendi ile Sıdkı Dede’dir.

Şakir Efendi’nin şiirleri kadar, şiir başlıkları da ilginçtir. “Reyb-i Kebir”, “Lehce-i Cehl”, “Rica-yı Ecir” gibi şiir başlıkları, Arap harferi ile yazıldığında, tersine okununca yine aynı kelimenin ortaya çıktığı görülür. Kabir taşı kitabesi de, Şair Eşref’inkine benzer:

“Bu kabir,
Ayaşlı Ağazade münzevî Şakir Efendi‘nin kabridir. Sağlığında olduğu gibi;
Ölümünden sonra da hiç kimseden bir şey istemez.”
 

İBRAHİM BÜYÜKEKEN

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum