Oruç Allah İçindir


Bir kutsi hadiste şöyle buyurulur:
“Aziz ve celil olan Allah-ü Tealâ buyurdu ki: Adem oğlunun her ameli kendisi içindir. Yalnız oruç müstesnâ. O, benim içindir, onun mükâfatını ben vereceğim.” (1)
Demek ki oruç, Allah içindir. Aslında bütün ibadetlerimiz, Allah içindir. Genel hüküm böyle olduğu halde Allah’ın: “Oruç, benim içindir, onun mükâfatını ben vereceğim.” buyurmasındaki hikmeti iyi kavramak ve ilhiî iltifatı iyi anlamak gerekir.Yalnız bundan oruç, Allah içindir, diğer ibadetler Allah için değildir gibi bir netice çıkmaz. Böyle buyurmak suretiyle Allah, orucun önemine ve lüzumuna dikkatimizi çekmiş ve oruçta diğer ibadetlerimizi de ilgilendiren ve düşündüren bir özellik bulunduğunu hatırlatmış olmaktadır.
Allah için tutulan oruç, nefsimiz için tutulan oruçtan farklıdır. Bu farklılık fıkhi hükümler yönünden değil de, toplumun hayrına tecelli edecek neticeler, hikmetler, hizmetler,veriler ve nimetler yönündendir.
Nefsimizin bencil isteklerine uyularak cehlin güdümüne terk edilen oruçlar, İslâm dininin cihanşümul olma özelliğini ve insanı, şefkatle kucaklama güzelliğini zedeler. İslam dini, cihanşümul ve kalıcı olduğu gibi, ibadetlerimiz de öyledir.
İslâm dini, bir bütündür. Bu bütünü tamamlayan unsurlar içerisinde ibadetlerimiz de vardır. İslam dini, bir bütün olarak yaşandığı zaman fayda sağlar ve mükemmel hizmetlere vesile olur. Nitekim bu âlemde her şey öyle değil mi? Tekerleklerinden biri fırlayıp gitmiş bir arabayı yürütebilir misiniz? Bir kanadı kopmuş veya pervanesine kuş girmiş bir uçağı kaldırabilir misiniz? Kiremitleri kırılmış ve çatısı çökmüş bir evde kışlayabilir misiniz? Çelikten bağlantı telleri kopmak üzere olan bir asma köprüden geçme cesareti gösterebilir misiniz? Ayağının birisine çivi batmış bir atı dörtnala koşturabilir misiniz? Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Bu örnekler bize bir şeyler söylüyor: Demek ki parçalarından birisi eksik olan bir vasıta, bir canlı veya bir sistemden hizmet alınamıyor. Din de, tam olarak yaşanmaz ve inancın gereği eksiksiz yerine getirilmezse, yani namaz kılınır oruç tutulmazsa, oruç tutulur zekât verilmezse, içki içilmez yalan söylenirse, kumar oynanmaz hırsızlık yapılırsa tekerleklerinden birisi fırlamış arabaya, telleri kopmak üzere olan asma köprüye, kanadının birisi olmayan uçağa ve kiremitleri uçmuş çatıya benzer.
Allah için tutulan oruç, zekât verilmeden, iftar sofralarına fakirler çağrılmadan, öksüzler ve yetimler sevindirilmeden, fakir hastalar tedavi ettirilmeden ve yaşlıların gönlü kazanılmadan olmaz. Bunlar yapılmadan yalnız oruçla, cemiyetin her kesimine Ramazan neşesini, sevincini ve bereketini ulaştırmak mümkün değildir. Esasen oruç insanı, bütün bunları yapabilecek bir ahlâk yüceliğine ve mal-mülk cömertliğine eriştirmek içindir. Oruç tutmakla Allah’a karşı görevimizi yerine getirmiş ve kulluk borcumuzu ödemiş oluruz. İnsanlara karşı borcumuzu ödemiş ve görevimizi yerine getirmiş sayılabilmemiz için de Ramazan ayında güzel niyetlerimizi çoğaltmalıyız ve hayırlı işlerimizi artırmalıyız. Ramazan ayında Allah’ın rızası oruçla, fakirlerin kalbi zekâtla, hastaların kalbi doktor ve ilaçla, yaşlıların kalbi saygı ile, akraba ve komşularımızın kalbi ziyaretle ve davetle, yolcuların kalbi ikramla, sakatların kalbi ilgi ve şefkatle, çocukların kalbi sevgi dolu hediyelerle ve ailenin kalbi eve bol nafaka getirmekle kazanılır. Bütün bunlar oruç tutan kimselerde daha çok görüldüğü için Ramazan ayında ve diğer günlerde her türlü ibadet ve davranış sempatik hale gelir, başkaları tarafından benimsenme şansı artar.
İnsanları yalnızca oruçla memnun etmenin ve onların kalplerini kazanmanın mümkün olamayacağını düşünmek ve uygulamayı ona göre gelişüirmek zorundayız.
Oruç gibi yüce bir ibadeti, aydınlatılmayan fikir dünyamıza sıkıştırmaya, kısır ve küt düşünce seviyemize indirmeye, millî ve diniî kültürle tefriş ve tezyin edilmeyen kafa yapımıza uydurmaya, nefsimizden ve çevreden kaynaklanan bahanelerle terk etmeye hakkımız yoktur.
Orucu, nefsimizin arzularını tatmin için değil de Allah için tutarsak, Ramazan ayının nimetlerinin ve eşsiz güzelliklerinin de ortaya çıkmasına vesile oluruz. Ramazanın on bir ayın sultanı oluşu, iyilik ve güzelliklerinin bizim gördüklerimizden ve hissettiklerimizden ibaret olmadığı bu vesile ile daha iyi anlaşılmış ve görülmüş olur. Bu açıdan âlim bir kimse ile câhil bir kimsenin orucu da farklıdır. Nitekim namazı, zekâtı, haccı ve ahlâkı da farklı olduğu gibi.
***
İslâm’da oruç, yalnız Müslümanlara farz kılınmamış ve bizden önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Farzıyeti kitap, sünnet ve içma ümmet ile sabittir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilir: “Ey iman edenler, sizin üzerinize oruç farz kılındı. Nasıl ki sizden önceki ümmetlere de oruç farz kılınmıştı.Ta ki günâhlardan sakınasınız.” (2) Demek ki oruç, insanlık kadar eski, dünyanın esası ve medeniyetlerin asli unsuru olan hava, toprak, su ve ateş kadar lüzumludur. Güneşsiz dünyayı ısıtmak, aysız geceyi aydınlatmak mümkün olmadığı gibi, oruçsuz da insanlığı ıslâh ve dünyayı imar etmek mümkün değildir.
 Oruç, yalnız geçmiş asırlara değil, gelecek asırlara da uzanacak olan, dünya mekanizmasını işleten, düşünceyi geliştiren, kültürleri oluşturan, medeniyetleri yücelten ve insanlık ile bütünleşen bir değerdir ve bir güçtür.
Oruç, en ilkel insandan en modern insana kadar ruh ve fikir dünyamızda parlayan bir yıldız, manevî hayatımızı aydınlatan, iş ve düşünce dünyamızı bereketli ve verimli kılan bir kaynak, ilim ve teknolojinin ileri gitmesini sağlayan sağlam bir destektir. Oruçlu beyinler, hür düşünceye, keşiflere ve icatlara açıktır.
Oruç, insanı farklı ve şuurlu bir şekilde terbiye eder, kalbi temizler, zihni açar ve nefsi firenler. Oruç tutmakla insan, nefsin ve şeytanın isteklerine alet olmaktan, ahlâki değerlerini ve insani hasletlerini kaybetmiş topluluklara tâbi olmaktan kurtulur. İftar sofralarını kurduğu, sahura kalktığı ve teravih namazlarını kıldığı hür toprakları canından çok sever ve vatan bilir. Vatan toprakları oruçlu gönüllerde Allah’a yapılan secdeler gibi ulvileşir, dualar gibi derinleşir ve göklerde bayraklaşır.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) şöyle buyurur:
“Oruçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse yemeyi içmeyi bırakıp aç durmasın. Allah’ın yanında hiçbir değeri yoktur.” (3)
Bu hadîs-i şerife göre Allah için tutulan oruç, sabahtan akşama kadar aç ve susuz beklemekten ibâret değildir. Bütün hal ve hareketimizi, günlük yaşayışımızı, iş ve eğitim hayatımızı, ticaretimizi düzenleyen bir ibadettir. Orucun sabahtan akşama kadar aç ve susuz beklemekten ibâretmiş gibi zannedilmesi, Kur’an-ı Kerim’in özüne ve ruhuna ters düşer. Orucun doğru ve geçerli olması için sabahtan akşama kadar aç ve susuz beklemek, cinsi istekten uzak durmak şart ise de, ibadetin başkalarının yanında sevimli, sempatik, menfaatini okşar ve benimsenir, hatta uygulanır hale gelebilmesi için yeterli değildir. Dünyada olup bitenleri seyredenler olduğu gibi, oruç tutan insanları dikkatle ve ibretle seyreden ve takip edenler de vardır.
Allah için tutulan oruç, insana açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretir. Bir insan, çeşitli sebeplerle ve tesirlerle aç ve susuz kalabilir. İbadet dışı aç ve susuz kalan insanların, orucun sağladığı dikkat, insaf ve merhameti, insancıl duyguları kazanmaları mümkün değildir. Allah için oruç tutan kimse, çadır ve boykot orucu tutandan, açlık grevi sebebiyle zorla da olsa günlerce aç ve susuz kalan kimselerden farklıdır. Ramazan orucunun beyni dikkate ve düşünceye, kalbi şefkate, vicdanı merhamete, nefsi sabra, zenginlerin mali imkânlarını sadaka ve zekâta teksif etme hali, diğer sebeplerle aç ve susuz kalma hallerinde mevcut değildir.
İnanmanın belli şartları olduğu gibi, ibadetlerin de belli şartları vardır.Oruç tutan kimsenin ibadetinin geçerli olması için yasaklara uyması ve orucu bozan şeylerden büyük bir dikkatle kaçınması gerekir. Oruç, şuurla verilen ibadet kararını sahur ile iftar arası sabır ve cesaretle, aşk ve şevkle yürütmenin, ulvi duygularla zenginleştirilmiş niyete bağlı kalmanın ifadesidir,
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar :
“Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver veya çatarsa ( Ben oruçluyum ) desin.” (4)
Bu hadîs-i şerif, oruç tutmanın sabahtan akşama kadar aç ve susuz beklemekten ibaret olmadığını, herkesin anlayabileceği açıklıkta ne güzel ortaya koyuyor.Allah için oruç tutmanın formülü, bu hadîs-i şerifin özünde gizli. Bu formülü uygulayan mü’minler, Ramazan ayının tadını duyarlar, faziletini tadarlar ve orucun zevkine ererler.
Dipnotları :
1- Riyazüs-salihin, çilt; 2, sayfa; 405, hadis no.; 1220.
2- Kur’an-ı Terim, Bakara suresi, ayet; 183.
3- Riyazüs-salihin, cilt; 2, sayfa; 502, hadis no.; 1246.
4- “ “ “ “ 501 “ 1245

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Arşivi

Ramazan-ı Şerif Bayramı

17 Ağustos 2012 Cuma 15:26

Arife, Bayramdan Bir Gün Önce

16 Ağustos 2012 Perşembe 16:17

İbadete Devam

15 Ağustos 2012 Çarşamba 15:40

Kadir Gecesi

14 Ağustos 2012 Salı 17:22

Her Varlık Allaha İbâdet Eder

13 Ağustos 2012 Pazartesi 16:39

Ramazan-ı Şerifi Anlamak ve Yaşamak

12 Ağustos 2012 Pazar 17:25

Şehrimizde Mukabele Geleneği

11 Ağustos 2012 Cumartesi 17:42

Ramazanda Kazandıklarımız

10 Ağustos 2012 Cuma 17:06

Balkanlarda Ramazan

09 Ağustos 2012 Perşembe 18:28

Ramazan Ayı

06 Ağustos 2012 Pazartesi 16:20