Mehmet Öndersiz Yıllar
Yayınlanma:
Aziz Milletimiz velûddur; şöyle çevrenizi gözden geçirecek olursanız, kendini ilme kültüre, sanata hizmete adamış fedakâr insanlar görürsünüz. Sayıları bir elin parmak sayısı kadardır. Belki birkaç tanedirler ama, her devirde muhakkak vardırlar.. Konuşur konferans verirler; okurlar, yazarlar, çizerler, eser bırakırlar.. Hem de, çevrelerinin onca ilgisizliğine, kadir-kıymet bilmezliğine rağmen ve vefasızlığına hiç aldırmadan. Kaderleri onları nerede görevlendirmişse, hangi meslek, ortam, vazife ve mevkide bulunuyorlarsa, hiç düşünmeden millî değerlere hizmet ederler, hayata, kadere küsmeden, kimseye darılmadan.. Toplumda, zemheride yeşil saplı üzüm gibidirler. Nâdir bulunur, çoğu zaman göze batmazlar ama, bir kenarda sessiz sakin hizmetlerine habire devam ederler.. Mütevazi ve kanaatkârdırlar. Maddede fazla bir ihtirasları yoktur. Nasibe düşenle yetinir, mutlu olurlar. Şan ve şöhret peşinde de değildirler; nâdiren takdir ve tebrik eden olursa memnun olurlar ama, bununla şımarmaz, kendinden geçmez ve hizmetlerini aksatmazlar.
Onların bilinen, bilinemiyen hizmet ve eserlerini, ham kişiler yapmış olsa, caka, gurur ve “küçük dağları ben yarattım, bana borçlusunuz.” şeklindeki böbürlü tavırlarından geçilmez. Burunlarının, kaldırımı kapatan büyüklüğünden, yol bulup da geçmek için bir arşın açıklarından dolaşmak icap eder..
Umarım ki, görüşüme siz de katılırsınız ben, rahmetli Uzluk’ları, Koyunoğlu’nu, Es’i, Odabaşı’nı, Konyalı’yı, hocam Mehmet Önder bey’i, böyle feragatli ve fedakâr insanlara benzetirim. İddia ve inat sahibi değillerdir. Ama, haksızlığa, hakkın yenilmesine, yerilmesine asla tahammül edemezler. Hem de olanca cesaret ve kendine saygı güvenle.. Yıllarca Konya’nın fahrî kültür muhafızlığını yapmışlardır, yılmadan, yorulmadan..
İçinde bulunduğumuz ay, Önder Hoca’nın vefatının yedinci sene-i devriyesidir. Ömrünü millet ve memleketine hizmetle geçirdi. Mevlâna Müzesi’nde asistanlık, müdürlük yaptı. Gayet dar ve sıkıntılı zamanlarda Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıkları bünyesinde çalıştı, genel müdürlük ve müsteşarlıklarında bulundu. Bakanlığın, büyük hizmetler ifa, önemli tesirler icra eden “Bin Temel Eser” serisinin yayınlamasını sağladı. Yıkıcıların onca engellemelerine, iftira, oyun ve asılsız isnatlarına rağmen, devamı için büyük mücadeleler verdi. Türkiye’ye, modern müzecilik anlayışının getirilmesine büyük çabalar sarfetti. Sanata delicesine âşıktı. Davet üzerine gittiği İran’da, tulum giyerek günlerce tozlu-topraklı ocak ve atelyelerde çalışıp, çiniciliğin sırlarını öğrenmek için ter döktü. Yurtdışında millet ve memleketimizi temsil etti. Oralardaki müzelerde, bizden götürülmüş antikaların iadesi için girişimlerde bulunup, büyük çabalar sarfetti. Yurtiçinde ve yurtdışında katıldığı kongrelerde ilgi uyandıran, ses getiren tebliğler sundu, takdir topladı. Dünya ilim, fikir, kültür ve sanat çevrelerinde pek çok bildiği, tanıdığı, görüştüğü dostları vardı. Millî davalarda, ön plânda idi. Kendisiyle ilgili yanlış ifade ve isnatları belki afederdi ama, millî konulardaki ters görüşleri asla bağışlamazdı. Onların karşısına çıkmaktan hiçbir zaman ve zeminde çekinmezdi. Ne yapar, ne eder, bir punduna getirip, o sessiz sakin insan bir anda arslan kesilerek, ters görüşte olanları kıskıvrak yakalar, rezil ve rüsva eder, haklarından gelirdi.
Konya’ya çılgıncasına meftun idi. Kesip saklamışım; 23.XI 1971 tarihli Yeni Konya Gazetesi’nde zamanın Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk Bey’e hitaben kaleme aldığı yazısını, “Konya’ya hizmet, bir ibadettir. Hizmet edenin eli öpülür.” diye noktalamıştı. Cenâb-ı Mevlâna’ya merbut idi, hem de delicesine.. Ord.Prof.Dr. A. Süheyl Ünver, yazdığı mektubunda Önder Hocamız’a, “Aşk Sultanı’nın nazlı ve nâzenîn evlâdı” diye hitap ediyor. Yurtiçinde ve yurtdışında Mevlâna’ya, Konya’ya ve Millî Kültürümüz’e dair çeşitli dillerde yazdığı eserler, makaleler, radyo, televizyon programları, yaptığı sair yayınlar üst üste konulsa, boyuna ulaşırdı diyebilirim. Görevi gereği Konya dışında bulunduğu zamanlarda da, Konya’dan el-eteğini hiçbir zaman çekmez, her vesile ile gelerek, bu mübarek şehrin havasını teneffüs eder, ruhunu cilalar, dönerdi. Topraklık’ta bulunan ablacığını, şehirdeki can dostlarını ziyaretten geri kalmazdı. Gelip-geçerken bir fırsatını bulup muhakkak uğrar; vakit gece, vakti gayet dar olsa bile, Cenâb-ı Pîr’i birkaç dakikacık da olsa ziyaret etmeden geçmez, her şeye rağmen geçemezdi. Seveni pek çoktu. Çekemiyeni de vardı, ama onlardan, mert ve açıksözlü olanlara kırılmaz, münasebetini devam ettirirdi.
İşte, engebeli arazi dünyada 78 yıl bu minval üzere yaşadı. Son yıllarında kalbinden rahatsızdı.Ameliyatlar geçirdi.Olanca rahatsızlığına rağmen, Konya ve Mevlâna toplantılarına, uzak-yakın demez katılmaya özen gösterirdi. Hizmetlerinden dolayı Selçuk Üniversitesi’nin, Rektör Prof. Dr. Halil Cin zamanında, kendisine, “fahrî doktora” payesi vermesine çok memnun ve mütehassis olmuştu.
Önder hoca, Pakistan Cumhurbaşkanlığı tarafından , “Sitare-i İmtiyaz” ünvanlı Pakistan büyük nişanına lâyık görülmüştü. Merkezi Berlin’de bulunana Alman Arkeoloji ve Tarih Enstitüsü”nün , hocamıza aslî üyelik beratı ve büyük ilim nişanını takdim ettiğini yazan gazeteleri okuyunca bilseniz ne kadar memnun olup, sevinmişik..
Konya efendisi, çelebi nezaketli, ince düşünceli bir insandı. Onun bu halet-i ruhiyesinin tezahürü olan bir hatırasını nakledeyim: Ankara Bahçelievler’deki bürosuna, birkaç defa hırsız girer. Önder Hoca, dayanamayıp pencereye şu satırlarının yer aldığı bir kâğıt yapıştırır: “Hırsız kardeş; Halkıma, devletime otuzyedi yıl hizmet ettikten sonra emekli olmuş bir bürokratım. İki kere geldin; ne buldum?.. Ne aradığını yaz bırak. Ben şu yaşlı halimde çalışıp kazanayım, vereyim sana.”
“Bir kez daha hırsız kapıyı çalmadı” der, yeğeni Fuat Önder hoca..
Son yıllarında, görüşmelerimiz daha da sıklamıştı. Konya’ya geldiğinde telefonla arar, dükkânımızda buluşmak üzere randevulaşırdık. Gelir, uzun süre sohbet ederdik. Ayrılırken kendisine, helvacılıkla uğraşan babamın mektep arkadaşı idi. Çok sevdiği tahin ya da köpükhelvasını yolluk verirdim.Babacığımın vefatı üzerine, titreyen elleriyle yazdığı 17.7.1995 tarihli mektununda “…Çok iyi bilirsiniz, Konya, Selçuklulardan beri helvacılığın merkezidir. Evliya Çelelebi, Konya’daki helvacılar çarşısını, Konya helvasını öğe öğe bitiremez.Nasreddin Hoca’nın, “Konya’da helvayı döğerek yedirirler.” darb-ı meseli meşhurdur... Konya Beylerbeyi Mümin Paşa’nın “Konya Kasidesi”ndeki: “Nice şirin olmasın, şirin edalı dilberin / Şöhretin helva ile bulmuş gıdası Konya’nın.” beyti de bunu gösterir. Baba mesleği helvacılığı, “Konya Helvacılığı” başlığı ile bir araştırsanız ne güzel olur. Bunu sizden başka kimse yazamaz. Haydi gayret...” dileğinde bulunmuştu...
Hocamın arzusunu,talimatını inşallah bir gün yerine getireceğim..
Önder Hoca’nın ömür kâsesi, Ankara Keçiören’deki bir özel hastanede 23 Ağustos 2004 tarihinde damlayan son damla ile doldu. “Noktalandı” demiyorum, çünkü kuruluşuna sebep olduğu kurumlar ayakta durdukça, yazdığı eserler var oldukça onun ömrü devam edecek ve defter-i a’mâline sevapların yazılması sürecektir...
Önder Hoca gibi insanlar, zor yetişir. Hayatta olanların kıymetin bilmeli. Hakk’a yürüyenleri de, sık sık anarak taziz edip, özellikle genç nesillere tanıtmalıyız.
Pakistan’ın, Almanya’nın büyük ödüllere lâyık gördüğü bu mümtaz insan için biz ne yapabildik? Lütfen dönüp bakın arkanıza; onun emeklerine, hizmetlerine münasip hangi minnet buketi, teşekkür çelengi armağan edebildik?..
Bir gün gidip bakınız Almanya’nın köşe-bucağına; Goethe için neler yapmışlar bilseniz.. Bir saat istirahat ettiği hanı koruma altına almışlar, belgeleyip, tescillemişler. Yediği yemeğin tabağını, içtiği kahvenin fincanın, saklayıp sergilemişler, mukaddes emanet gibi, Frankfurt’daki evinde..
Biz de Önder Hoca’nın kitaplaşamamış makale ve tebliğlerini derleyerek müstakil kitap haline getirsek ne kadar güzel olur. Ona olan borcumuzun bir kısmını böylece ödemiş oluruz diye düşünürüm..
Vefasızlık, kadirbilmezlik nice Önderleri soldurur, kurutur. Hem, Mehmet Önderler kolay yetişmez ki..
Onların bilinen, bilinemiyen hizmet ve eserlerini, ham kişiler yapmış olsa, caka, gurur ve “küçük dağları ben yarattım, bana borçlusunuz.” şeklindeki böbürlü tavırlarından geçilmez. Burunlarının, kaldırımı kapatan büyüklüğünden, yol bulup da geçmek için bir arşın açıklarından dolaşmak icap eder..
Umarım ki, görüşüme siz de katılırsınız ben, rahmetli Uzluk’ları, Koyunoğlu’nu, Es’i, Odabaşı’nı, Konyalı’yı, hocam Mehmet Önder bey’i, böyle feragatli ve fedakâr insanlara benzetirim. İddia ve inat sahibi değillerdir. Ama, haksızlığa, hakkın yenilmesine, yerilmesine asla tahammül edemezler. Hem de olanca cesaret ve kendine saygı güvenle.. Yıllarca Konya’nın fahrî kültür muhafızlığını yapmışlardır, yılmadan, yorulmadan..
İçinde bulunduğumuz ay, Önder Hoca’nın vefatının yedinci sene-i devriyesidir. Ömrünü millet ve memleketine hizmetle geçirdi. Mevlâna Müzesi’nde asistanlık, müdürlük yaptı. Gayet dar ve sıkıntılı zamanlarda Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıkları bünyesinde çalıştı, genel müdürlük ve müsteşarlıklarında bulundu. Bakanlığın, büyük hizmetler ifa, önemli tesirler icra eden “Bin Temel Eser” serisinin yayınlamasını sağladı. Yıkıcıların onca engellemelerine, iftira, oyun ve asılsız isnatlarına rağmen, devamı için büyük mücadeleler verdi. Türkiye’ye, modern müzecilik anlayışının getirilmesine büyük çabalar sarfetti. Sanata delicesine âşıktı. Davet üzerine gittiği İran’da, tulum giyerek günlerce tozlu-topraklı ocak ve atelyelerde çalışıp, çiniciliğin sırlarını öğrenmek için ter döktü. Yurtdışında millet ve memleketimizi temsil etti. Oralardaki müzelerde, bizden götürülmüş antikaların iadesi için girişimlerde bulunup, büyük çabalar sarfetti. Yurtiçinde ve yurtdışında katıldığı kongrelerde ilgi uyandıran, ses getiren tebliğler sundu, takdir topladı. Dünya ilim, fikir, kültür ve sanat çevrelerinde pek çok bildiği, tanıdığı, görüştüğü dostları vardı. Millî davalarda, ön plânda idi. Kendisiyle ilgili yanlış ifade ve isnatları belki afederdi ama, millî konulardaki ters görüşleri asla bağışlamazdı. Onların karşısına çıkmaktan hiçbir zaman ve zeminde çekinmezdi. Ne yapar, ne eder, bir punduna getirip, o sessiz sakin insan bir anda arslan kesilerek, ters görüşte olanları kıskıvrak yakalar, rezil ve rüsva eder, haklarından gelirdi.
Konya’ya çılgıncasına meftun idi. Kesip saklamışım; 23.XI 1971 tarihli Yeni Konya Gazetesi’nde zamanın Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk Bey’e hitaben kaleme aldığı yazısını, “Konya’ya hizmet, bir ibadettir. Hizmet edenin eli öpülür.” diye noktalamıştı. Cenâb-ı Mevlâna’ya merbut idi, hem de delicesine.. Ord.Prof.Dr. A. Süheyl Ünver, yazdığı mektubunda Önder Hocamız’a, “Aşk Sultanı’nın nazlı ve nâzenîn evlâdı” diye hitap ediyor. Yurtiçinde ve yurtdışında Mevlâna’ya, Konya’ya ve Millî Kültürümüz’e dair çeşitli dillerde yazdığı eserler, makaleler, radyo, televizyon programları, yaptığı sair yayınlar üst üste konulsa, boyuna ulaşırdı diyebilirim. Görevi gereği Konya dışında bulunduğu zamanlarda da, Konya’dan el-eteğini hiçbir zaman çekmez, her vesile ile gelerek, bu mübarek şehrin havasını teneffüs eder, ruhunu cilalar, dönerdi. Topraklık’ta bulunan ablacığını, şehirdeki can dostlarını ziyaretten geri kalmazdı. Gelip-geçerken bir fırsatını bulup muhakkak uğrar; vakit gece, vakti gayet dar olsa bile, Cenâb-ı Pîr’i birkaç dakikacık da olsa ziyaret etmeden geçmez, her şeye rağmen geçemezdi. Seveni pek çoktu. Çekemiyeni de vardı, ama onlardan, mert ve açıksözlü olanlara kırılmaz, münasebetini devam ettirirdi.
İşte, engebeli arazi dünyada 78 yıl bu minval üzere yaşadı. Son yıllarında kalbinden rahatsızdı.Ameliyatlar geçirdi.Olanca rahatsızlığına rağmen, Konya ve Mevlâna toplantılarına, uzak-yakın demez katılmaya özen gösterirdi. Hizmetlerinden dolayı Selçuk Üniversitesi’nin, Rektör Prof. Dr. Halil Cin zamanında, kendisine, “fahrî doktora” payesi vermesine çok memnun ve mütehassis olmuştu.
Önder hoca, Pakistan Cumhurbaşkanlığı tarafından , “Sitare-i İmtiyaz” ünvanlı Pakistan büyük nişanına lâyık görülmüştü. Merkezi Berlin’de bulunana Alman Arkeoloji ve Tarih Enstitüsü”nün , hocamıza aslî üyelik beratı ve büyük ilim nişanını takdim ettiğini yazan gazeteleri okuyunca bilseniz ne kadar memnun olup, sevinmişik..
Konya efendisi, çelebi nezaketli, ince düşünceli bir insandı. Onun bu halet-i ruhiyesinin tezahürü olan bir hatırasını nakledeyim: Ankara Bahçelievler’deki bürosuna, birkaç defa hırsız girer. Önder Hoca, dayanamayıp pencereye şu satırlarının yer aldığı bir kâğıt yapıştırır: “Hırsız kardeş; Halkıma, devletime otuzyedi yıl hizmet ettikten sonra emekli olmuş bir bürokratım. İki kere geldin; ne buldum?.. Ne aradığını yaz bırak. Ben şu yaşlı halimde çalışıp kazanayım, vereyim sana.”
“Bir kez daha hırsız kapıyı çalmadı” der, yeğeni Fuat Önder hoca..
Son yıllarında, görüşmelerimiz daha da sıklamıştı. Konya’ya geldiğinde telefonla arar, dükkânımızda buluşmak üzere randevulaşırdık. Gelir, uzun süre sohbet ederdik. Ayrılırken kendisine, helvacılıkla uğraşan babamın mektep arkadaşı idi. Çok sevdiği tahin ya da köpükhelvasını yolluk verirdim.Babacığımın vefatı üzerine, titreyen elleriyle yazdığı 17.7.1995 tarihli mektununda “…Çok iyi bilirsiniz, Konya, Selçuklulardan beri helvacılığın merkezidir. Evliya Çelelebi, Konya’daki helvacılar çarşısını, Konya helvasını öğe öğe bitiremez.Nasreddin Hoca’nın, “Konya’da helvayı döğerek yedirirler.” darb-ı meseli meşhurdur... Konya Beylerbeyi Mümin Paşa’nın “Konya Kasidesi”ndeki: “Nice şirin olmasın, şirin edalı dilberin / Şöhretin helva ile bulmuş gıdası Konya’nın.” beyti de bunu gösterir. Baba mesleği helvacılığı, “Konya Helvacılığı” başlığı ile bir araştırsanız ne güzel olur. Bunu sizden başka kimse yazamaz. Haydi gayret...” dileğinde bulunmuştu...
Hocamın arzusunu,talimatını inşallah bir gün yerine getireceğim..
Önder Hoca’nın ömür kâsesi, Ankara Keçiören’deki bir özel hastanede 23 Ağustos 2004 tarihinde damlayan son damla ile doldu. “Noktalandı” demiyorum, çünkü kuruluşuna sebep olduğu kurumlar ayakta durdukça, yazdığı eserler var oldukça onun ömrü devam edecek ve defter-i a’mâline sevapların yazılması sürecektir...
Önder Hoca gibi insanlar, zor yetişir. Hayatta olanların kıymetin bilmeli. Hakk’a yürüyenleri de, sık sık anarak taziz edip, özellikle genç nesillere tanıtmalıyız.
Pakistan’ın, Almanya’nın büyük ödüllere lâyık gördüğü bu mümtaz insan için biz ne yapabildik? Lütfen dönüp bakın arkanıza; onun emeklerine, hizmetlerine münasip hangi minnet buketi, teşekkür çelengi armağan edebildik?..
Bir gün gidip bakınız Almanya’nın köşe-bucağına; Goethe için neler yapmışlar bilseniz.. Bir saat istirahat ettiği hanı koruma altına almışlar, belgeleyip, tescillemişler. Yediği yemeğin tabağını, içtiği kahvenin fincanın, saklayıp sergilemişler, mukaddes emanet gibi, Frankfurt’daki evinde..
Biz de Önder Hoca’nın kitaplaşamamış makale ve tebliğlerini derleyerek müstakil kitap haline getirsek ne kadar güzel olur. Ona olan borcumuzun bir kısmını böylece ödemiş oluruz diye düşünürüm..
Vefasızlık, kadirbilmezlik nice Önderleri soldurur, kurutur. Hem, Mehmet Önderler kolay yetişmez ki..





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.