Celalettin Divlekci

Celalettin Divlekci

Konya’nın uluslararası bir değeri: Merhum Hüseyin Küçükkalay-2

Konya’nın uluslararası bir değeri: Merhum Hüseyin Küçükkalay-2

(Konya’da bisiklet tamirciliğinden,

Kral Suud Üniversitesinde tefsir hocalığına uzanan

bir başarı hikâyesi)

Konya yılları: 1932-1947

Hoca 1944’te ilkokulu bitirdiğinde başarılı bir öğrenci olmasına rağmen o günkü şartlar gereği dayısının yanına bisiklet tamirciliğine verilir. Dayısı iyi ve aynı zamanda disiplinli bir ustadır. Hocada İslamî ilimlere karşı bir meyil ortaya çıkar. Çıkar ama tamirciliği bırakıp dini tahsile başlaması, babası tarafından dayının disiplininden kaçış olarak yorumlanır ve baba-evlat arasındaki ilişki bir süreliğine kesilir. Bu arada Konya’nın manevi mimarlarından Hacıveyiszâde Mustafa hocaya bu okuma arzusunu arz eder. Hocaefendi hazretleri her bakımdan çok meşgul bir insan olduğu için bu azimli öğrenciyi en seçkin talebesine, Ali Rıza Işın Hoca’ya havale eder. Ali Rıza Hoca biraz da bu yeni talebenin sebat ve hevesini ölçmek adına ders saati olarak sabah namazı öncesini verir. Ertesi gün Ali Rıza Hoca camiyi açmak için geldiğinde, gecenin karanlığında, zemheri soğuğunda şadırvanda abdest alan birini görür. Bu, dün sözleştikleri öğrencidir. Hoca öğrencinin azmini anlar ve ders saatini namazdan sonraya alırlar. Kaderin bir cilvesi olarak yıllar sonra Hüseyin hoca Konya Yüksek İslam Enstitüsünde yeniden karşılaşacaklardır. Fakat bu sefer Ali Rıza Hoca talebe Hüseyin hoca ise hoca konumunda olacaktır.

Ali Rıza Hocanın askere gitmesi üzerine, Hüseyin hoca bu ilmi yerinde okuma kararı alır ve arkadaşı Cemal Tekin’le Suriye’nin Halep şehrine gitmeye karar verirler. Elde avuçta yoktur. Üstelik Suriye’ye pasaportsuz; kaçak yollarla gireceklerdir. Nihayet Kilis’in Keferrahim köyü üzerinden, Fayet adında sınırı bilen birisi vasıtasıyla sınırı geçerler.

Suriye yılları: 1948-1955

Hocanın Suriye tecrübesi önce Haleb’te, Kurnâsıyye Medresesinde başlar; kendisine zemini hasır olan bir oda gösterilir. Bir süre sonra parasızlık had safhaya ulaşır ve bir bisiklet tamircisi yanında çalışıp harçlığını çıkartmaya başlar. Birkaç sene sonra Şam’a geçerek Hasen Habenneke, Abdülkerim er-Rifâî, Muhammed Edîb es-Sâlih ve Nuh el-Kuzat gibi âlimlerin yetiştiği el-Cemiyyetü’l-Garrâ adında özel bir eğitim kurumuna kaydını yaptırır. Eğitim seviyesi lise ve ortaokul seviyesine tekabül etmektedir. Kurumun eğitim kalitesi son derece iyi olmakla birlikte diploması Suriye hükümeti tarafından tanınmamaktadır. Hükümet sadece diplomadaki imzaların sahiplerine aidiyetini tanımaktadır. Burada hocaları, Nâyif el-Abbâs ve Abdülvehhâb el-Hâfız’dan fıkıh, Abdurrahman ez-Zü‘bî’den tefsir, şeyh Halid’ten Arap Dili ve Edebiyatına dair dersler alacaktır. Hocaları arasında Abdurrahman Ebû Tok ve Abdülganî ed-Dakr gibi hocalar da vardır. Hocanın en sevdiği ders Arap Edebiyatı ve özellikle de şiirdir. Şiir bilmek ve dile hâkimiyet Araplar için eskiden beri bir değerdir. Öğrenciler arasında sık sık şiir okuma yarışmaları yapılır. Yarışma şu şekildedir: Birisi bir beyit okur, ardından karşı taraf o beytin son harfiyle başlayan bir başka beyit okur ve böylece saatlerce süren bir tür edebiyat panayırı yapılır. Hüseyin hoca bu yarışmalarda çoğu zaman birincidir. Öğrencinin mahfuzatını güçlendirmeye yönelik eğlenceli bir eğitim metodudur. (Bu arada bilhassa belirtmek isterim ki Hüseyin hocanın Arap Diline, edebiyatına olan bu derin muhabbetine rağmen onda “Arap hayranlığı” denilebilecek bir tavra şahit olmadım.)

Parasızlık problemi ise hiç bitmez; hoca bir konserve fabrikasında kendisine iş bulur. Burada paylaştığı acı bir hatıraya yer vermek istiyorum: “Bir gün o kadar parasız kaldık ki eskimiş gömleklerinin yaka ve kollarını alması için bir terziye gittik. Sonradan anladım ki aslında adam sırf bize acıdığı için onları aldı. Zira eskimiş yaka ve kol manşetini kim ne yapsın…”

Maddi açıdan yoklukla ama ilmî açıdan dolu dolu geçen yıllardan sonra sıra üniversite okumaya gelir.

Irak yılları: 1956-1960

Hoca Bağdat üniversitesine bir grup Türk arkadaşıyla başvurduklarında önce başvuruları sudan sebeplerle reddedilir. Bu zorluğu Suriye’deki âlimlerden getirdiği referans mektuplarıyla aşar. (Bu reddedişin gerçek sebebini fakülte sekreteri yıllar sonra, Hüseyin Hoca fakülteyi birincilikle bitirdiğinde itiraf edecek ve şöyle diyecektir: “Siz ilk başvurduğunuzda Türk olduğunuz için eğitim seviyesini aşağıya çekersiniz diye endişe ettik ve o yüzden reddettik.” Hoca böylece aldığı birincilikle Türklere dair bu olumsuz imajı da silecektir.)

Bir ara büyükelçilik Türk öğrencileri toplayıp onlara bir konuşma yapar. Büyükelçinin sözü, yönünü batıya çevirmiş yeni Türkiye’nin bir zamanlar vilayeti kabul ettiği o coğrafyaya bakışının adeta bir özeti gibidir: “Burada ne işiniz var? Bu pis insanlardan ne öğreneceksiniz?!”

Hoca derslerde o kadar iyidir ki bir gün Dicle kenarındaki çay bahçelerinde bir iki öğrenci arkadaşına ders takririne başlarlar, aradan yarım saat geçmeden bahçenin ağzına kadar öğrenciyle dolduğunu görür. Öğrenciler, ellerinde kitap hocanın takririni dinlemektedir. Bu arada şunu özellikle belirtmeliyim ki hoca kendisinden ve başarılarından bahsetmeyi asla sevmezdi. Bütün bu anekdotlar yıllar içerisinde bir vesileyle anlattıklarıdır.

Burada da kıymetli hocalardan ilim alır: Mısırlı Muhammed ez-Zehebî’den tefsir, Bedr el-Mütevellî’den fıkıh ve usul, Abdülkâdir el-Cümeylî’den belagat ve aruz, Ömer Bâvezir’den Arap Edebiyatı dersleri almıştır.

Bu yıllardan sınıf arkadaşları arasında, daha sonra Ürdün Âl-i Beyt Üniversitesi Usulüddin Fakültesinde dekanlık yapacak olan Prof. Dr. Kahtan ed-Dûrî de vardır. (Dûrî hocanın nasıl bir âlim olduğunu kendisiyle yüksek lisans tezime dair konuşurken fark ettim. Hoca bir usulcü olduğu halde bir tabakat kitabının farklı baskıları arasındaki farklara hâkim olacak kadar iyi yetişmişti.)

Dönem sonu imtihanları yaklaşmıştır ve fıkıh hocası okudukları klasik fıkıh kitabının kalan kısmından sorumlu olduklarını söyler. Kitap delillere yer veren (kitabü’l-edille) bir klasik eserdir; hoca yardımı olmadan anlaşılması zordur. Hüseyin hoca söz isteyip durumun zorluğundan bahsedince, fıkıh hocası sert bir şekilde; “Buraya ilim tahsiline geldiniz. Yapan yapar; yapamayan da çeker gider!” diyerek kapıyı gösterir. Bu durum karşısından kendini tutamayan Hüseyin hoca sınıfta hüngür hüngür ağlar. Bu arada kendisine Konya’dan mektup gönderen Ali Rıza Işın hoca (kendisine sağlık ve afiyet diliyorum) bilhassa usul-i fıkıh üzerinde durmasını zira Konya’da bunu bilen hocanın azaldığını söyler. Aslında hocanın pek bilinmeyen taraflarından biri de usul yönüdür. Çok sağlam bir usul alt yapısı vardır. Nitekim Bağdat’ta 2. Ebu Hanife lakabıyla anılan Emced Zehâvî’den de ders almıştır. Bu arada Bağdat sabık kadısı Muhibbüddin Abdullah es-Sûfî’den icazet alır. es-Sûfî hoca icâzetinde hocadan “manevi oğlu” olarak bahseder. Bu tavsif şekli o günkü Bağdat icâzet geleneğinde mi vardır yoksa hocaya mahsus bir tavsif midir onu bilemiyoruz…

Hoca Bağdat yıllarında da bir dondurmacının yanında iş bulup çalışmaya devam eder. Ama bütün bu emeklerinin karşılığını Fakülteyi birincilikle bitirerek alır. Fakat bir ara fakülte bu sonucu ilan edip etmeme noktasında tereddüt yaşar. Çünkü birinciliği bir Türk öğrenci almıştır. Sonunda resmi olarak bu durum dönemin gazetelerinde (Hayat Gazetesi) ilan edilir (1960).

Şimdi sıra bir başka ülkede lisansüstü eğitim yapmaya gelmiştir. Aslında 1958 General Kasım ihtilaline kadar Bağdat üniversitesi fakülte birincilerini burslu olarak yurt dışına göndermektedir. Fakat 1958’de Abdülkerim Kasım ihtilal yapmış ve ülkede her şey altüst olmuştur. Dolayısıyla burslu yurt dışı olayı gerçekleşmez. Bunun üzerine, bir arkadaşıyla kendi imkânlarıyla lisansüstü eğitimi almak için İran’a gitmeye karar verirler.

İran tecrübesi: Hocanın İran tecrübesi oldukça kısa sürer. Tahran Üniversitesine başvurur bir iki ay eğitim de alırlar ama bir nokta onları çok rahatsız eder: Fakültede açık açık sahabeye küfredilmektedir. Orada yapamayacaklarını anlarlar ve ülkeye dönüş kararı alırlar. Yine yolsuz ve parasızdırlar.

Erzurum müftülüğünden çıkışları: Türkiye sınırını geçtikten sonra kamyonlara yaptıkları otostopla Erzurum’a kadar gelirler. Yol parası bulmak için gidecekleri tek yer vardır; müftülük. Cuma günüdür, müftülüğe giderler, müftü efendiye kendilerini tanıtırlar. Müftü, kendilerini iyi bir şekilde karşılar ve belli bir saat vererek o saatte tekrar gelmelerini ister. Belirtilen saatte gittiklerinde ise müftü odasından içeri bile sokmak istemez. Anlaşıldığı kadarıyla ilk ziyaretlerinin ardından bir polis gelmiş ve müftüden haklarında bilgi almak istemiştir. Belli ki bu durum müftüyü fena halde korkutmuştur. İki ilim talebesi meslektaşlarından göremedikleri yakınlığı –kendi ifadesiyle- kamyon şoförlerinden görecektir.

Konya Yüksek İslam Enstitüsü Yılları: 1961-1985

Hoca çok geçmeden Konya Yüksek İslam’a Arap Dili Edebiyatı ve Tefsir hocası olarak atanır. Enerjik ve heyecanlıdır. Dersleri, o günün şartlarında yasak olmasına rağmen, Arapça anlatır ve iyi yetişmiş talebe bundan son derece istifade eder. Ne var ki sınıftaki iki öğrenci dersten kalacağız korkusuyla bu durumu şikâyet ederler, bunun üzerine hocanın şevki kırılır bir daha açılmamak üzere Arapça ders takriri defterini kapatır.

İslam Enstitüsü döneminde kendisinden en çok istifade eden öğrenci ise şimdilerde emekli profesör olan Hulusi Kılıç’tır (1962-66). Kılıç, hocayı kenarda köşede nerede yakalarsa bir şey öğrenmeye çalışır. Hatta kendi sınıfına giren Arapça hocasının dersini bırakıp Hüseyin hocanın dersine girer. Bununla da kalmaz aynı zamanda enstitünün müdürü olan o Arapça hocasına, “hocam derslere siz girmeyin Hüseyin hoca girsin” der. Sınıfta belagat derslerinin değişmez okuyucusu odur. Hulusi hoca bu çabasının karşılığını ileride alacak ve alanında parmakla gösterilen bir isim olacaktır. Hocadan istifade eden bir diğer isimse daha sonraki yıllarda asistanı da olacak olan Prof. Dr. Orhan Çeker’dir. Orhan hoca, sırf hocadan daha çok istifade etmek için hocanın evine kiracı olarak oturmuştur. Bu halkanın son talihlisi de sanırım bu satırların yazarıdır. Ve hikâyesi başlı başına bir yazı konusudur.

Suud Yılları: 1985-1991

Suud-i Arabistan Kral Suud Üniversitesinde boşalan bir kadroya hoca aranmaktadır. Orada çalışan bir arkadaşının aklına Hüseyin hoca gelir. Arkadaşı dekana konuyu açtığında, dekan ilk olarak şu soruyu yöneltir: “Peki yapabilir mi?” Arkadaşının cevabı son derece nettir: “Fazlasıyla”. O yıllarla ilgili olarak kendisine havaalanına ilk ayak bastığınızda ne hissettiniz? demiştim. Cevap olarak biraz da gülerek “ilk uçakla geri dönmeyi”, demişti. İlk derse çok iyi hazırlanarak gider biraz da heyecan vardır. Karşısında duran öğrenciler Konya tabiriyle kelle-kulak yerinde tiplerdir. Dersi anlatır ve bir ara tahtaya yazdığı bir ayetin irabını sorar. Öğrenciler, “hocam biz iraptan pek anlamayız” dediklerinde, hoca derin bir “oh” çeker. O dönemde Süleyman Ateş hoca da oradadır. Sıla hasreti çektiklerinde bir araya gelirler… Hocaya fakültedeki ilmi seviyeyi sorduğumda bana şu cevabı vermişti: “Öyle doktoralı arkadaşlar vardı ki Mısır’dan, Suriye’den insan onların yanında benim de doktoram ver demeye çekinir.”

Üniversite maddi olarak son derece tatmin edici olsa da akademik anlamda belli bir düşüncenin baskısı hâkimdir: İbn Teymiye, Muhammed Abdülvehhab çizgisindeki âlimlerin dedikleri mutlak hakikat, diğerlerin ki ise doğru olma ihtimali olan yanlışlarıdır. Bu sebeple hoca düşündüklerini rahat bir şekilde ifade edemez. Oradaki sistem anfiye bitişik gizli bir odada, dekanın ya da bir başka yetkilinin istediği zaman dersi gizlice dinleyebileceği şekilde düzenlenmiştir. Yani akademik düşünceye yönelik kırmızıçizgiler vardır. Bir gün derste Zemahşerî’nin bahsi geçer. Öğrencinin birisi, “Ama hocam o mutezilîdir” deyince, hoca “Evet mutezilîdir ama amelde de Hanefidir ve senden de benden de hayırlıdır.” der ve konuyu kapatır. Kısaca ortamın ve yetişme tarzı itibariyle öğrencinin farklı düşünceye tahammülü yoktur.

Küçükkalay hoca hayatının büyük çoğunluğunu polis ve istihbarat devleti diyebileceğimiz ülkelerde, üstelik yokluk içinde geçirdiği için bunun kaçınılmaz olarak kişiliği üzerinde yansımaları olmuştur.

Özel Arapça Kurslar ve Selçuk Eğitim Merkezi Dönemi: 1991-1994

Hoca Suud’tan geldikten sonra bir süre dinlenir ve daha sonra merhum Kamil Yaylalı ve Libya mezunu bir diğer hocanın da bulunduğu özel bir Arapça kursunda çalışmaya başlar. Derste İbn Hişâm’ın Şüzûrü’z-Zeheb adlı eserini okutur. Öğrencileri daha ziyade Arapçasını geliştirme arzusunda olan İlahiyat öğrencileridir.

Daha sonra diyanete bağlı olarak Selçuk Eğitim Merkezi açılır ki hoca zannedersem en çok bu kurumda kendisini rahat hissetmiştir. Bunda o yıllarda kuruma müdürlük yapan Ahmet Baltacı hocanın da payı büyüktür. Baltacı hoca Küçükkalay hocayı hoş tutmak için elinden ne gelirse yapmıştır. SDÜ ve Selçuk Üniversitesi Yılları: 1994-1998

Ankara’da toplanan Yüksek Din şurasında Arap konuşmacılarla kurduğu diyaloglar, şurada bulunan dönemin SDÜ İlahiyat Fakültesi dekanının dikkatini çeker ve kendisini fakülteye davet eder. Haftanın iki günü –bu bazen üçe de çıkabilmektedir- fakültede ders verecektir. Konya Yüksek İslam’dan arkadaşı Osman Cilacı Hoca ve Konya’dan öğrencisi Celalettin Divlekci de araştırma görevlisi olarak oradadır. Birlikte acı tatlı -ama her hâlükârda acısı fazla- günler geçirirler. Yaşı ve hastalıkları hocayı artık yola tahammül edemez hale getirmiştir. Bir süre sonra Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine geçiş yapar. Bu “kalbin yuvaya dönüşü”dür. Ama kalp ve onu taşıyan beden artık fazlasıyla yorgundur. 1999’un Ocak ayında bu fani hayata veda eder. Vasiyeti üzerine Üçler mezarlığına, keşke dizinin dibinden hiç ayrılmasaydım dediği, hocası Hacıveyiszâde Mustafa Efendi’nin civarına gömülür. Defni sırasında telkini yapan hoca irap hatası yaptığında bu satıların sahibi gözyaşları içinde şöyle diyecektir: “Hoca kesin kızmış ve düzeltmiştir...”

Sözlerimi orijinali bir Arap şairine ait olan, mezar taşına yazılı şu beyitle bitirmek istiyorum: se-yezkürunî kavmî iza cedde ciddühüm- ve fî leyleti’z-zalmâi yüftekadü’l-bedru

Başı zora gelince kavmim hatırlayacak beni. Tıpkı karanlık gecede dolun ayın arandığı gibi.”

Ruhuna Fâtiha…

 

 

 

Not: Okuyucularımızdan gelen istek üzerine ve tarihe not düşmek adına merhum hocamızla ilgili yazının detaylarını yazma gereği duyduk.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Celalettin Divlekci Arşivi
SON YAZILAR