İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (4)-Zakir Gündoğdu

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (4)-Zakir Gündoğdu

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (4)-Zakir Gündoğdu

 

 

(Seni Yaratan Rabbinin Adıyla

OKU”

O, İnsanı Bir Kan Pıhtısından Yarattı)

Allah’ın Rasulüne indirdiği Kur’anla birlikte Kur’an-ın uygulayıcısı olan Peygamber, Öğretiyi Allah’ın emirleri doğrultusunda şekillendirdi. Kur’ani öğretiyi temel alan Allah’ın Rasulü çağlar üstü bir inkılap gerçekleştirdi

 

Bu inkılabın kaynağı Allah, baş uygulayıcısı da Rasulullah oldu. İnkılabın kendisi aslında Rasulullah’ın kendisiydi. O bir çok yönüyle İnkılabı, bünyesinde, şahsında taşıyordu. Bunların temel kaynağında ilahi öğretiyi görüyoruz. Peygamber Efendimiz: “Beni Rabbim terbiye etti ne güzel terbiye etti,” buyurmuştur. Peygamber efendimizin öğreti ilkelerine baktığımızda bu ilke ve uygulamalar günümüze kadar doğruluğunu ve geçerliliğini sürdürmüş, kıyamete kadar da sürdürecektir. Öyleyse bu öğretinin, bu inkılap ve ilkelerin özelliği neydi?

Birincisi; Hz. Muhammed bir Rasul’dü; Allah’ın elçisi ve tebliğcisiydi. O Allah’ın yanında en yüce yere sahipti. Allah’ın (cc) kendisine “Rasulüm, Habibim” diye hitabettiği bir konuma sahipti. Allah’ın emirlerini yeryüzünde önce kendisi yaşayacak hemde en mükemmel şekilde yaşayacaktı. Yaşadıklarını da insana ve insanlığa tebliğ edecek ve anlatacaktı. Ayette de belirtildiği gibi; “Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.” (Nahl 64) O bunu en mükemmel şekilde yerine getirdi.

İkincisi; Hz Peygamber (sav) ahlaken ve davranışlarıyla üstünlüğe sahipti. “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 4) ayeti de O’nun güzel ahlakını tasdik ediyordu. O Kelime-i Şehadette de belirtildiği gibi “abduhu ve Rasulühü” tam anlamıyla bir kul ve Rasul idi. Müşriklerin Hz. Muhammed hakkındaki düşünceleri ayeti kerimede şöyle bildirilmektedir; “Dediler ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!” (Furkan 7) Oysa İnsana melek değil insan örnek olurdu. İnsan yeryüzünde yürür ve insanın bıraktığı izler takip edilirdi. Allah müşriklerin itirazına da şöyle cevap veriyordu; “De ki: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsra 95)

Peygamberimiz kendisini asla ayrıcalıklı görmez ve kulluk görevini eksiksiz yerine getirirdi. Geceleri ayakları şişene kadar namaz kılar ve ibadet ederdi. Bunu gören Hz. Aişe (ra); "Ey Allah'ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde, niçin bu kadar yoruluyorsunuz?" dediğinde, “Ey Aişe Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştur. (Buhari, Teheccüt, 6; Müslim, Kitabu Sıfati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 18.) peygamber efendimiz kendisinin yanına gelen bir adam onun huzuruna geldiğinde ayaklarının tirtir titrediğini görünce; “Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten, Güneş’te kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366) cevabını vermişti. Şehirlerin anası Mekke fethedildiğinde gururlu ve kibirli bir sultan edasıyla değil. Fethin verdiği teslimiyet duygusuyla Mekke’ye devesinin üzerinde secde halinde giriş yapıyordu. Kendisine onca işkenceleri reva gören Mekkelilere hepiniz serbestsiniz diyordu. Bu durum tevazu ve alçak gönüllülüğün, merhamet ve affediciliğin zirvesiydi. Böyle bir davranışı sıradan insanlardan beklemek mümkün değildi

Üçüncüsü; Liderlik Vasfı ile üstünlüğe sahipti. Ashabıyla istişareye önem verirdi. Ashabın önerilerini dikkate alırdı. Bunun en güzel örneklerini Bedir Savaşında ordunun yerleşmesi konusunda ashabın su kuyularının yanına konuçlanmadaki tekliflerini doğru bulup uygulamasıdır. Bir diğeri Uhut Savaşında kendisi Medine’de kalıp savunma savaşı istemesine rağmen ashabıyla istişaresi sonucunda onların meydan savaşı isteğini kabul etmesiydi. Yine Hendek Savaşında Selman-ı Farisi’nin hendek kazılarak düşmanın karşılanması yönündeki teklifini kabul etmesidir. Bu ve buna benzer örnekler çoktur. İnsanların kabiliyetlerine göre görev dağılımı yapardı. İnsanların şöhretine zenginliğine vs göre değil liyakatına ve iş yapabilirliğine önem verirdi. Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de Müslümanların nüfusu, Medine nüfusunun %10-15 gibi oranına sahip olmasına rağmen müslümanlar yönetime sahip olmuştu. Tebliğ ve ikna yöntemi güçlü bir yapıya sahipti. Konuştuğunda herkesi dinletir ve dinleyen insanlar üzerinde etkili olurdu. Medine de Önceden düşman olan Evs ve hazreç kabilelerini birleştirmişti. Ensar ve Muhacirler arasında oluşturduğu kardeşlik ise dünya tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş kardeşlik örneğiydi.

Dördüncüsü; Tebliğ ettiği değerler ve hakikatler insanlık için bir kurtuluş reçetesi görevi görmekteydi. İnsanlara sunduğu değerler cahiliyye bataklığındaki bir toplumun genel hayat değerlerini en üst seviyeye çıkarmıştı. Tebliğ ettiği değerler zulmedilmiş, hakir görülmüş, ötelenmiş insanlar için bir ilaç niteliği taşımıştır. Çünkü ortaya koyduğu değerler, adalet özgürlük, güven, emniyet, huzur ve sükûnet getirmişti.

Beşincisi; Sahip olduğu peygamberlik sıfatları. Emanet: El- emin ve güvenilir bir insandı ki kendisine el-emin, Muhammed’ül Emin denilmekteydi. Emin ismini Hz. Peygambere müşrikler vermişti Peygamber efendimizin en azılı düşmanları bile O’nun güvenilirliğinden dolayı değerli emanetlerini Hz. Muhammed’e bırakırlardı. Peygamberimiz bir taraftan onların şerlerinden emin olmak için hicret ediyordu. Bir taraftan da o müşriklerin emanetlerini teslim etmesi için Hz. Ali (ra) yi görevlendirmişti.. .İsmet: Kulluğun zirvesinde olup günahtan ve hatadan yoksun olmasıdır. Fetanet: Zeki ve kavrayış kabiliyetinin üstün oluşudur. Sıdk: Sözünde ve Eylemlerinde doğru oluşuydu. Tebliğ: Allah’tan aldığı emirleri tebliğ ve ikna yeteneğinin yüksek oluşudur.

Allah’ın Rasulü üstün özellikleri ile insalığa yol gösteren öğretiye öncülük etmişti. “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21) Peygamberlik hayatı boyunca Kur’an-ın ilkelerini önce kendi bünyesinde sonra da toplum ve devlet bazında hayata geçirmişti. Kur’an onlar için hayatın her aşamasını kapsayan ve şekillendiren ilkeler bütününü oluşturmaktaydı:

Allah’ın Rasulü bir Peygamberdi; Allah’tan aldığı emri Mekke’de, Medine’de, Taif’te gittiği ulaşabildiği her yerde, ayette de ifade edildiği gibi “(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) insanlara ulaştırıyor ve bütün zor şartlara rağmen asla taviz vermeden tebliğ ve elçilik görevini yerine getiriyordu. Devlet başkanlarına elçiler göndererek onları islama davet ediyordu.

Devlet Başkanıydı; Medine’de İslam devleti kurulup Müslümanlar yönetimde söz sahibi olunca Peygamberimiz devlet başkanı seçilmişti. Diğer kabile ve devletlerle iletişim kuruyor, elçiler gönderiyor ve gerektiğinde anlaşmalar yapıyordu. Kur’an ayetleri temel alınarak Medine Sözleşmesi gerçekleştirilmiş ve anayasal bir düzen oluşturulmuştu. Devletler arası ilişkiler, devletin ticareti, zekat sistemi, askeri yapısı, eğitim sistemi, bireyin bireyle, bireyin toplumla, toplumun toplumla olan işlerindeki süreçler, aile içi anlaşmazlıklar, evlilikler, boşanmalar kısaca hayatta karşılaşılan çok yönlü meselelerde Kur’an ve sünnet, başvurulan, müraacat edilen ve hükümlerine isteyerek, severek gönülden boyun eğilen merci olarak görülüyordu. Ayette şöyle buyuruluyordu; “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) Müslümanlar da bu emirlere gönülden boyun eğerek teslim oluyorlardı.

Ordu Komutanıydı; Ashabıyla birlikte sefere çıkıyordu. Ordunun başında orduyu yönetiyordu. Sefere kendisinin çıkamadığı zamanlarda orduya komutan tayin ediyor, ordunun sevk ve idaresinde rehberlik yapıyordu. Sefere çıkan ordunun iaşe, ulaşım, teçhizat vb konularında tedbirler alarak orduyu sefere hazırlıyordu. Sefer dönüşü gazilerle ilgileniyordu., Şehit ailelerinin ihtiyaçlarını gideriyordu.

Camide imamdı; Namaz vakti ğirdiğinde Müslümanların önünde imam olup namazı kıldırırdı. Cuma namazı Müslümanların toplanıp sadece namaz kılma vakti değildi. Cuma namazı ve vakit namazları sonrası camide Müslümanların meseleleri istişare ediliyor, dertleriyle ilgileniliyordu. Namaza gelemeyen müslümanlar soruşturuluyor, dertleri sıkıntıları öğrenilip giderilmeye çalışılıyordu.

Evde Eş ve Babaydı: Evde bir müslümanın ailesine ve çocuklarına nasıl davranması yardımcı olması, onlarla zaman geçirmesi gibi konularda yaşantısıyla müslümanlara örnek oluyordu. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizî, Menâkıb, 63) buyurmuştur.

Peygamber efendimiz de bir insandı. Doğmuş evlenmiş, çocuk sahibi olmuştu. Diğer insanların çektiği sıkıntılardan daha çok sıkıntılar çekmiş, acılar yaşamıştı. Sevinç ve mutlulukları da olmuştu. Fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kalmıştı. Ama O, kendi meselelerine ve sorunlarına değil mü’minlerin meselelerine ve sorunlarına öncelik vermiş ve dert edinmişti. Mü’minlerin sevinci O’nun sevinci , üzüntüsü de O’nun üzüntüsü olmuştu. “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 128) Peygamber efendimiz de hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Benim ve sizin durumunuz ateş yakıpda, ateşine cırcır böcekleri ve kelebekler düşmeye başlayınca onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum. Siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim Fezail 19;Rikak 26) Peygamber efendimizin insanlarla ilgili endişesi dünyevi endişelerden çok ebedi hayatlarını kurtarmaya yönelikti.

Yaşantısı çok sade idi. Bu sade yaşantısı ile de tüm Müslümanlara örnek teşkil etmiştir. Yediği, içtiği, giydiği şeyler toplumun standartlarının üstünde değildi. Fakirlerle birlikte yerdi. Öyleki onlardan ayırt edilmezdi. Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı yere oturmazdı. Sıradan değildi ama sıradan insanlar gibi yaşardı. Çok sıradan ve sade beslenirdi. Sade bir evde yaşardı. Evindeki eşyalar ve kullandığı araç gereçler çok sıradandı. Giydiği kıyafetlerde temizliğe tertip ve düzene önem verirdi. Eşyalarını düzenli kullanır dağınıklıktan hoşlanmazdı.

Peygamber efendimiz hayatının her yönüyle incelenmesi, araştırılması ve öğrenilmesi gereken güzide davranış örnekleriyle doludur. O’nun yaşantısında Allah’ ın emrettiği yaşantısının dışında bir olaya rastlamak mümkün değildir. O’nun hayatı, her müslümanın örnek alması gereken davranışlarla dolu bir hayattır.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.