İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (12)

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (12)

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (12) Zakir GÜNDOĞDU

 

İNSANLIĞIN ÖĞRETİ SÜRECİ (12)

(Seni Yaratan Rabbinin Adıyla

OKU”

O, İnsanı Bir Kan Pıhtısından Yarattı)

 

Allah’ın ipine sımsıkı sarılan müslümanlar, Allah’ın vaadinin gereği yeryüzünde birçok nimetlere ve imkanlara kavuşmuşlar ve yeryüzünde güç sahibi olmuşlardı. Müslümanlar her aşamada dünyada değişik şekillerde imtihandan geçirildiler. Şimdi de geçiriliyorlar ve gelecekte de geçirileceklerdir.

Müslümanlar zamanla, “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebut 64) ayetinde de ifade edildiği gibi dünya hayatının oyun ve eğlencesine fazla tamah göstermeye başladılar. Nefislerine, heva ve heveslerine, şeytanın vesveselerine meylettiler. Kıyamete kadar sürecek olan hak batıl, hilal salip savaşında zaafa düştüler. Allah’ın yasakladığı küfre meyletme noktasında rehavet gösterdiler. Küfrün müslümanlara altın tepside(!) sunduğu zehire tamah ettiler. Duygu ve düşünceleri kirlendi. Hayat anlayışları, yaşam tarzları değişmeye başladı. Allah Resulünün; “size iki şey bırakıyorum; bunlar Allah’ın Kitabı ve benim sünnetimdir.” Dediği kılavuzlar yavaş yavaş terkedilmeye başlandı. Elbetteki hayat boşluk kabul etmedi. Terkedilen ilahi değerlerin boşluğunu batıl istila etmeye başladı. İlahi öğreti çizgisinden zamanla genişleyen bir açı ile uzaklaşıldı. Bu değişen anlayış müslümanları izzet ve şereften yoksunlaştırıp, zelil ve hakir duruma düşürdü.

Öğreti ilahi olmaktan çıkıp şeytani olmaya başladı. Şeytani temeller üzerine kurulan öğreti müslümanların içinde yeni temeller oluşturdu. Bu eğitimin çarklarında şekillenen Müslümanlar da ilahi öğretiye özgü değerler zamanla eridikçe eridi ve yok olma noktasına geldi. Adı, cismi, şekli, kalıbı müslüman olan, ruhunda, anlayışında, yaşantısında pekte islamın izleri bulunmayan yıkılmış bir islamın enkazı kaldı.

Bugün islam coğrafyasına baktığımızda müslümanları koruyan iman ve amel zırhı ortadan kalkmış. Ayet i kerime de de belirtildiği gibi; “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir”(Enfal 29) ilkesinden uzaklaşan müslümanlarda kulluk bilinci ve ruhu kalmamış. Müslümanlar korumasız ve savunmasız bir hal almışlardır. Şeytani öğretilerle beslenmeye, nefes almaya, hayat sürmeye çalışan müslümanlara bu kılıf da asla uymadı ve uymayacaktırda. Özünü sözünü, ruhunu kaybeden müslümanlar nefes alamakta hayat bulmakta zorlanmaya başladılar. Bu durum savunmasız kalan müslümanların her yönüyle küfür tarafından istilasını beraberinde getirdi. Öyleki bedenler , zihinler, şeytani öğreti tarafından işgal edildi. Bu işgal beldelerin ve coğrafyaların işgalini beraberinde getirdi.

Müslümanlar “Ancak mü’minler kardeştir.” (Hucurat 16) anlayışındayla yaşarken huzur ve sükun içerisinde hayat sürüyorlardı. Kaybettikleri öğretilerle birlikte aslında her şeylerini kaybettiler. Müslümanların ekonomik, bireysel, aile, sosyal ve toplumsal huzurları kalmadı. Emniyet ve güvenlikleri ortadan kalktı. Tekrar bir çıkış ve kurtuluş yolu aramaya başladılar. Lakin aradıkları yer değerlerini kaybettikleri yerler olmadı. Kurtuluşu, kendilerine altın tepside sunulan batılda ardılar. Aradıkları şeyi buralarda buldukları duygusu ve bilgisine kapıldılar. Kendilerine düşmanlıkta asla geri durmayan, ellerinden gelse bir kaşık suda boğma çabası içinde olan toplumlardan kurtuluş reçeteleri ithal ettiler. Eğitimlerini, toplumsal, sosyal, kültürel, hukuksal, sistemsel yapılarını ithal ettikleri şeytani değerlerle inşa ettiler. Oralarda biçtikleri kumaşlardan elbiseler dikemediler. Dikilen elbiseler de müslüman toplumlara uymadı. Küfür medeniyetinin amacı da zaten bunu uydurmak değildi. “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin.” (Maide 57) ayetine tabi olmayan Müslümanlara karşı kafirler de üstlendikleri şeytani görevlerini yerine getirmenin, müslümanları kullanarak coğrafyaları ve haritaları şekillendirmenin fırsatını bulmuşlardı. Bu fırsatı bütün detaylarıyla uygulamaya koydular. Çanakkale’yi geçilmez kılan nesilleri ve onu barındıran Osmanlı devletinin yok edilmesiyla birlikte planlarını bir fiil uyguladılar. Yüzyıllarca bu coğrafyalarda huzur, sükûnet ve emniyet içinde yaşayan toplumlar ilahi anlayış yıkıldı yıkılalı ortadan kaktı. Müslümanların damarlarından akan kan, gözlerinden akan yaş hiç durmadı.

Bugün geçmişi özlem ve hasretle yadeden müslümanlar durumlarının teşhisini yapmaktan ve tedavisini uygulamaktan öte kaptansız bir gemi misali yol almaya, yol aldıkça su almaya ve batmaya doğru yol tutmaya devam etmektedirler.

Her gecenin bir sabahı, her gidişin bir dönüşü, her yokuşun bir inişi elbetteki vardır. Yeterki müslümanlar birazcık çırpınsın, silkinsin ve kendine gelsin. “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran 139) ayetine inanmaları haline, Hz. İbrahim’i ateşten koruyan, Hz Nuh’u gemiyle yüzdüren, Hz Musa’ya denizi yardıran Allah müslümanlara da elbetteki bir çıkış, bir kurtuluş yolu gösterecektir. Müslüman birey, aile, toplum olarak üzerine düşen görev ve sorumluluğun bilinciyle hareket ettiğinde olay aslına dönecek, müslümanlar kurtuluşa ereceklerdir.

Müslümanlar öncelikle duygularından, düşüncelerinden, algılarından, hayatlarından soyutladıkları Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim le yeniden hem hal olmalılar. Kur’an - ı hayatlarının ayrılmaz bir parçası konumuna getirmeliler. Peygamber efendimizin hayatını, mücadelesini ve hadislerini kendileri için bir öğüt, bir kılavuz ve rehber tayin etmeliler. Ancak müminler kardeştir ilkesini hayatlarının içine yerleştirmeliler. Birbirleriyle ulusal ve uluslararası iletişimi güçlendirip aralarında kan akışını canlı tutmalılar. Tembellik ve miskinliği bırakıp birlikte çalışma, fikir üretme ve uygulama noktalarını hayata geçirmeliler. Eğitim kaynak ve materyallerini şekillendirip Kur’an ve sünnet ilkeleri doğrultusunda inşa etmeliler. Topluma yön veren yasal yapılarını Kur’an ve Sünnetin emirleri doğrultusunda inşa etmeliler. Liyakat ve adalet anlayışını ön plana çıkarmalılar. “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa 58) ayetine taabii olmalılar. Bireysel olarak elbetteki ibadetlerini aksatmamalı ve kulluklarını yerine getirmeliler. Bu anlayışın ötesinde kul hakkını, adalet anlayışını, şefkat ve merhameti topluma yaymalılar.

Müslümanlar baatıl ve baatıla ait ne varsa bu öğretilerden uzaklaşmalı, bir daha şeytani öğretilere yönelmemek üzere hakta sabit kalmalılar. Allah’ın ayeti kerime de belirttiği gibi; “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud 112) emrine uyma yolunda gayret göstermeliler.

Şu anda Müslümanların içine düştüğü durum ve kurtuluş için ortaya konulması gereken eylemler zor gibi görünse de Allah katında zor diye bir durum söz konusu değildir. Yeter ki Ayet-i kerimede belirtildiği gibi Allah’ın dinine yardım etme hususunda istekli, arzulu ve mücadeleci olalım. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed 7) yine Allah’ın kendi emirlerine tabi olunmadığında Allah’ın ilkesinin nasıl olduğunu başımıza gelenlerin sırf bu ilkeleri göz ardı ettiğimiz için başımıza geldiğini, kendi yaşadıklarımız kendi yaptıklarımız yüzünden olduğunu bilelim. “Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Tevbe 39)

Yürüdüğümüz yolda elbetteki engeller, zorluklar ,mücadeleler kaçınılmaz olacaktır. Ayet-i Kerimede ifade edildiği gibi; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara 155) ayeti gereği sebat edip yolda yürümesini zorluklara göğüs gerilmesini bilmemiz elzemdir. Müslümanlar bu yola baş koyduğunda, sebat edip dimdik ayakta durduklarında, zorluklara göğüs gerdiklerinde, Allah yolunda cihad ettiklerinde Allah’ın yardımının kendilerine geldiğini göreceklerdir. Bedir savaşında, Uhud’da, Hendek’te yetişen Allah’ın yardımının, Mute’de, Huneyn’de, Malazgirt’te yetişen Allah’ın yardımının kendilerine geldiğini göreceklerdir. Haçlıları dize getiren gücün iman gücü olduğunu, İstanbul’u fetheden ruhun Kur’an ve Sünnet ruhu olduğunu, Çanakkale’yi geçilmez kılan anlayışın iman olduğunu bileceklerdir. Ayet-i Kerimede belirtildiği gibi; "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dediler.” (Bakara 249) “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur.” (Yunus 107) Ayet-i Kerimelerden de anladığımız odur ki mesele azlık çokluk meselesi değildir, Fiziki olarak ve teknolojik olarak güçlü ve zayıf olma meselesi değildir. Müslümanlar elbette ki çok yönlü güçlenmek için çalışmalı çaba ve gayret göstermelidirler. Ancak asıl meselemiz ve bugün en çok eksikliğini hissettiğimiz durum iman meselemiz ve dimdik ayakta durabilme iradesini gösterebilme meselemizdir. Allah’tan başkasının huzurunda eğilmeden onurlu ve dirayetli durabilme meselemizdir. “Sadace sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz” (Fatiha 5) anlayışını yerine getirebilme meselemizdir. Allah’ın huzurunda Allah’ın istediği gibi eğilen müslümanlar Allah’tan başka kimsenin huzurunda asla ve asla eğilmeyeceklerdir. Böyle bir topluma da Allah yardımını esirgemeyecektir.

Tekrar ifade etmek gerekirse günümüz müslümanlarının içine düştüğü handikap Allah’ın emrettiği, Resulü’nün yaşadığı islamı yaşamayışımız, yaşayamayışımızdır. Bunun çözümü de Kur’an-ı hayat rehberi, Resulullah’ı da kılavuz olarak benimseyip, Kur’an-ı asıl, sünneti usul kabul edip yolundan yürümektir.

Bir tolumun asıl gücü tankı, topu, tüfeği değildir. Bir toplumun asıl gücü, imanlı ve inançlı insanlarıdır.”

İmanını kuşanıp inancı doğrultusunda, Allah’a kul, Resulüne ümmet olma yolunda hedefe kilitlenerek yürüyebilme dua ve temennisiyle…

Selam, sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.

Zakir GÜNDOĞDU

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum