“Bilinmez bir zaman içinden Konya’ya gelsem...”

“Bilinmez bir zaman içinden Konya’ya gelsem...”

Gazetemizin Ramazan söyleşilerinin bugünkü konuğu Necmeddin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi Fatih Cihat Büyükmatür oldu

**Kendinizden bahseder misiniz?

Otuz beş yaşındayım. Konyalıyım. İlk ve orta öğrenimimi kendi şehrimde tamamladım. Sonra sırasıyla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde lisans, Karaman’da yüksek lisans ve yeniden Konya’da doktora eğitimime devam ettim. Bir süre, Türkoloji Projesi kapsamında Hindistan Jamia Millia İslam Üniversitesi ve Cezayir Üniversitesi Türkoloji bölümlerinde görev yaptım. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Uzmanlık alanım Yeni Türk Edebiyatı.

**Bu röportaj serimizde, yönelttiğimiz ortak bir soru var: Ramazan sizin için ne ifade ediyor?

Sanırım, bu soruya verilen cevaplarda da ortak noktalar vardır.  Ramazan; esenlik, diriliş, ağırlıklarımızdan kurtulma ayı. Rahmet ikliminde yaşıyoruz. Mağfiret edilme umudumuz artıyor. Belki de bu umudun verdiği bir neşe de var. Her iftarda bu neşeden bir parça tadıyoruz. Bunların ortak duygularımız olduğunu tahmin ediyorum.

KIBRIS BENİM İÇİN İKİNCİ BİR MEMLEKET GİBİ

**Öğrencilik hayatınızın bir bölümü Kıbrıs’ta geçti, Kıbrıs’ta ramazan atmosferi nasıldı?

Kıbrıs benim için ikinci bir memleket gibi. Hani şehrimizden söz ederken “Konyamız” deyip memleketimize olan sevgimizi sahiplik ekiyle dile yansıtıyoruz ya, bazen Kıbrıs’tan söz ederken de aynı ifade biçimini kullanacak oluyorum. Kıbrıs’ta ramazan “Konyamız”dan çok farklı tabi. Her şeyden önce, ramazan atmosferinin daha dar alanlarda teneffüs edildiğini söylemeliyim. Niçin böyle: Kıbrıs’ta 140 farklı ülkeden binlerce öğrenci var. Ada nüfusu göz önünde tutulduğunda çok büyük bir rakam ve bu öğrencilerin hepsi Müslüman ülkelerden değil. Bunun yanında Kıbrıs bir turizm ülkesi, dünyanın her yerinden insanlar geliyor. Dolayısıyla kampüslerde ve sokaklarda, herhangi bir gün gibi hayat akıp gidiyor. Biz orada öğrenci iken camiler, toplu iftar sofraları, okullardaki mescitler ramazan ayında olduğumuzu hissetmemizi sağlayan yegane yerler olurdu. Ancak buralarda hissedilen ramazan neşesi de bir başkaydı tabi. 2007 yılında, Fazıl Polat Paşa Camii’nin avlusundaki iftarı asla unutmam mesela. Eski adıyla ESKAD, yeni ismiyle SEVKAD’lı üniversite öğrencilerinin düzenlediği bir iftar organizasyonuydu bu. Camiinin avlusuna masalar kurulmuş, kazanlarda çorba kaynıyor, ses sisteminden ezgiler çalıyor. Kıbrıslı aileler, farklı ülkelerden Müslüman öğrenciler ve çoğunluğu oluşturan biz Türkler caminin bahçesinde buluşmuşuz. O gün hissettiğim güzel duyguların izi hala içimdedir. Bir de şunu söylemeliyim, o zamandan bu zamana da değişen bazı şeyler var. Birkaç gün önce de bir program için Kıbrıs’a davetli idim. Bu kez ramazan atmosferini daha fazla hissettim. Örneğin Lefkoşa’da iftar vakti girdiğimiz restoranda tüm masalar doluydu ve herkes ezanın okunmasını bekliyordu. Şunu açıkça söylemeliyim ki bundan 10 yıl önce böyle bir manzara ile karşılaşmak kolay değildi. Aynı şekilde yollarda, kimi özel şirketlerin açık hava reklamlarına yansıyan ramazan tebrikleri dikkatimi çekti. Buna da sevindim. Zira öğrencilik yıllarımızda içten içe üzüldüğümüz hususlardan biri, yılbaşı öncesinde tüm şehrin süslenerek yeni yıla hazırlandığı bir İslam coğrafyasında, ramazanın adının anılmamasıydı. Şimdi bu hususlarda da olumlu yönde bir değişim olduğunu görmek beni sevindirdi.

RIZIK NASİPTEN İBARETTİR

**Ramazan ayında hiç unutamadığınız bir anınız oldu mu?

En son iftardan söz ettik. Şimdi bu soru ile yine bir iftar günü hatırladım. 2015 ramazan ayında, Cezayir Üniversitesinde çalışıyordum. Ramazan’ın ilk günü iftar için bir restorana gitmeye karar verdim. Niyetim mükellef bir sofraya kurulmak. Yola koyuldum ancak Béni Messous semtinde daha önce defalarca gittiğim restoranlar hep kapalı. Meğer ramazan ayı boyunca, restoranlar iftar vakti de açılmıyormuş. Yalnızca Hilal-i Ahmer’in (oradaki Kızılay) parasını ödediği, herkesin ücretsiz yemek yiyebileceği nöbetçi diyebileceklerimiz açık. Menü seçme hakkınız yok tabi. Mükellef bir masa hayalleri kurarak yola çıkmıştım ama son derece mütevazı bir sofrada buldum kendimi. Bunu şunun için unutmuyorum, rızık bambaşka bir şey. Mesela ben o gün dilediğim nimetlerle iftar edecek ekonomik güce sahiptim ama nasibinize ne yazıldı ise ona ulaşabiliyorsunuz, daha fazlası ya da azı değil.

img-7418.jpg

TÜRK EDEBİYATINDA RAMAZAN’A ÖZEL KASİDELER VAR

**Türk edebiyatı ve ramazan hakkında neler söylemek istersiniz?

Özellikle Klasik Türk edebiyatımız için ramazan önemli bir başlık. “Ramazaniyye” adı verilen kasideler söz konusu. Bu şiirlerde, Osmanlı toplumunda ramazanın ne şekilde karşılandığını, Müslümanların hangi duygularla bu ayı geçirdiğini şairlerin adesesinden izleriz. Kimi şairlerimizin şiirleri ise dilden dile dolaşıp ramazan ilahilerine dönüşmüştür. Bunların başında; Yunus Emre’nin: Müştâk olup özlediğim/ Şehr-i Ramazân merhabâ/ Bakıp yolun gözlediğim/ Şehr-i Ramazân merhabâ, dizeleriyle başlayan şiiri gelir. Bugün hala halkımızın dilinde, gönlünde yankılanan dizelerdir bunlar. Modern şiirimizde de ramazanı anlatan güzel örnekler var elbette. Sezai Karakoç’un İnsan ve Oruç şiiri ilk aklımıza gelen. Hikâyelere yansıyan yönüyle söyleyecek olursak Vural Kaya’nın derlediği bir antoloji var, Diyanet Vakfı yayınlarından çıkan “Hilali Görmek” adlı kitap. Bu kitapta farklı kalemlerden ramazana ilişkin hikâyeler okumak mümkün. Saydıklarımızın dışında, özellikle okunmasını tavsiye edebileceğimiz bir eser daha var. Sezai Karakoç’un “Samanyolunda Ziyafet” eseri.  Bu eser, iftarı beklerken okunacak kitaplar arasında. Karakoç’un kaleminden, Ramazan ayı ile oruçla olan ruh bağımızı güçlendirecek metinler. Ayrıca, ramazanla ilgili, biz gençlere “nerede o eski ramazanlar” cümlesini anlamlı kılacak hatıra kitapları da var. Mesela Ahmet Rasim’in yazılarından derlenen “Ramazan Sohbetleri” adlı kitap buna örnek olabilir. İstanbul’u merkeze alan anlatılar, ancak kültür ve yaşantımızda eski ramazanlara ışık tutuyor. Semiha Ayverdi’nin hatıraları arasında da ramazana dair anlatılar olduğunu biliyorum. Tabii, halk edebiyatımızın bir unsuru olarak ramazan manilerinden de söz etmemiz gerekir. Bunları davulcular okurmuş. Okurmuş diyorum çünkü bildiğim kadarıyla şehirlerde şu an bu gelenek devam etmiyor ama halk edebiyatı uzmanları tarafından yapılmış ramazan manisi derlemeleri vardır. Keşke bunlardan bir seçki yapılıp kitapçık halinde davulculara verilse de okunması telkin edilerek gelenek sürdürülse. Belki heves edip kendi manisini yazacak-söyleyecek olanlar bile çıkar.

KONYA, RAMAZANIN EN BELİRGİN BİR ŞEKİLDE YAŞANDIĞI BİR ŞEHİR

**Son olarak Konya hakkında neler söylemek istersiniz?

Tanpınar Beş Şehir adlı eserinde “Konya bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır.” diyor. Bu güzellikler Konyalılar için malumdur. Ancak biz şehrimizi tam olarak tanıma fırsatı bulamayanlar için kısaca söz edelim. Her şeyden önce Konya sakin bir şehirdir. Sakinlik, ıssızlık anlamında değil, insanı yormayan bir kalabalığı vardır. Diğer büyükşehirlerde yaşayan insanların çok iyi bildiği keşmekeş hali bu şehirde bulunmaz. Düzenli ve temiz olması, Konya’ya gelen ziyaretçilerin de ilk fark ettiği husustur. Tarihte başkent oluşu, şehrin bugünkü siluetine de yansır. Selçuklu’nun medeniyet izleri, gösterişten uzak ancak zarafetin hâkim olduğu mimari eserlerle karşımızda durmakta. Öyle sanıyorum şehrin manevi iklimi de Konya’yı özel kılan nitelikleri arasında. Söz gelimi, Kapu Camii’nde bir kez teravih namazı kılanlar muhakkak tekrar gitmek isteyecektir. Mevlana’nın manevi çekim gücünü, Şemsi Tebrizi’yi söylemeye gerek yok sanırım. Son olarak, içinde bulunduğumuz ayla ilgili şunu söyleyebiliriz: Konya, ramazanın belirgin bir şekilde yaşandığı bir şehir. Sokaklar size ramazan ayında olduğunuzu hatırlatan manzaralar ile doludur. Örneğin öğle namazı sonrasında, her mahallede koltuğunun altında bir poşetle, çantayla camiye doğru yürümekte olan annelerimiz, ablalarımız olduğunu görürsünüz. Onlar Kuran’ı muhabbetle kucaklayarak mukabele için camiye giderken size hal ile Kuran’ın nazil olduğu ayda olduğunuzu hatırlatırlar. Aynı şekilde, bir sabah namazı sonrası, herhangi bir mahalle camisine girdiğinizde, Kuran okuyan genç hafızları ve onları dinleyenleri bulursunuz. Parkta oynayan çocuklara kulak verirseniz “Sen kaç gün tuttun”, “Ben hepsini tutacağım ama annem babam sahura kaldırmıyor” gibi konuşmalara rastlama olasılığınız yüksektir. Pide kuyrukları başka şehirlerde de var mı bilmiyorum ama ben iftara çeyrek kala fırınların önündeki sıcak pide alma sırasını bile çok seviyorum. Bilinmez bir zaman içinden ansızın Konya’ya geliversem aylardan ramazan olduğunu fark etmemi sağlayacak çok şey olduğunu düşünüyorum. Dikkatle bakarsanız her yer, ramazan ayında olduğunuzu hatırlatan yazılar, görseller, etkinlikler, yaşantılarla dolu. Konya’ya özgü çok özel ramazan uygulamaları da var. Mesela şehrin gariplerinin, meczuplarının bir araya geldiği “gül iftarları” bunlardan biri. Rivayet odur ki bu meczuplardan birkaçına haber edildiğinde sırlı bir iletişim kanalı ile hepsi iftardan haberdar oluyor ve sofrada bir araya geliyormuş. Bunlar benim duyduklarım. “Gül İftarı”nı bedesten esnaflarından Mehmet Can’a sorabilirsiniz. Bir temenni ile bitireyim, dilerim çok azını anıp dile getirdiğimiz bu güzellikler hiç son bulmasın…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.